23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi'nin açılış günüdür. Her 23 Nisan günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı birlikte kutlarız.


Egemenlik yönetme yetkisidir. Ulusal egemenlik; yönetme yetkisinin ulusta olmasıdır. Osmanlı imparatorluğu döneminde egemenlik padişahta idi. Padişah ülkeyi dilediği gibi yönetirdi. İmparatorluğun son yıllarında padişahlar rahatlarını düşündüler. Yurt bakımsız kaldı.



Ülke sorunları yüzüstü bırakıldı. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başladı. Savaş 4 yıl sürdü. Bizimle birlikte olanlar savaşta yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Yurdumuz İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı. Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar.





Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul’dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü geldi. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas’a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olduğuna inanıyordu. Bu inançla «Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da ulusal egemenliktir» diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler - milletvekilleri - Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar.



İlk Büyük Millet Meclisi'nin toplandığı yapı Ankara'da Ulus Alan'ından istasyona giden caddenin başındadır. Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olan bu yapı tek katlıdır. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısınıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı.



Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde ulusumuz dünyaya Ulusal Kurtuluş Savaşı dersi verdi. Ezilen uluslara kurtuluş yolunu açtı. Bağımsızlık savaşının öncüsü olan kurtuluş savaşımız yeryüzünün öteki uluslarına örnek oldu.



23 Nisan 1920 ilk Büyük Millet Meclisi'mizin toplandığı gündür. 23 Nisan, ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bu gün Milli Egemenlik Bayramı'mızdır.



23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram şenliklerine son yıllarda yabancı ulusların çocukları da katılmaya başlamıştır. Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara uğrar, ders dinler, sorular sorardı. «Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.» diyen Atatürk, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara bırakılır. Bu güzel gelenek her yıl yinelenir. Her 23 Nisan'da yurdumuz bir bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar. Gece fener alayları düzenlenir.



23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı egemenliğin ulusta olduğu düşüncesinin kabul edildiği gündür. Çocuk bayramımızdır. Yarının büyükleri olan çocukların bayramıdır.

23 Nisan Şiirleri (Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı)

23 Nisan etkinlikleri / 23 Nisan ile ilgili dosyalar




DÜNYA ÇOCUK BAYRAMI



Kiminin saçı siyah,

Kiminin saçı sarı...

Ankara'da buluştu,

Dünyanın çocukları.



Her Yirmi Üç Nisan'da

Tekrarlanır bu olay.

Buluşma nedenini,

Açıklamak çok kolay.



Bu kocaman dünyada

Ülke sayısı çoktur.

Oysa ki hiç birinin

Çocuk Bayramı yoktur.



Dünyanın çocukları

Yurdumuza koşuyor,

Her Yirmi Üç Nisan'da

Cıvıldaşıp coşuyor.



Türkiye konuklarla,

Kalpler sevgiyle dolsun.

Dünya Çocuk Bayramı

Herkese mutlu olsun!



Altan ÖZYÜREK



23 NİSAN GÜNÜ



Bayram yapar çocuklar,

23 Nisan günü

Büyük bir sevinç kaplar,

Bütün yurdun üstünü



Bin dokuz yüz yirmide

Duyuldu halkın sesi

Açıldı bu tarihte

Büyük Millet Meclisi



Bugün edildi ilan

Yeni bir Türk devleti

Bundan, 23 Nisan

Sevindirir milleti



İ. Hakkı SUNAT



BİZİM BAYRAMIMIZ



Bu gelen bizim bayram

Yükseldi bak ünümüz.

23 Nisan bizm

En şerefli günümüz!



Al bayrağı açalım,

Gel gidelim törene.

Bin teşekkür, bizlere

Bugünleri verene...



Bizim için harcanan

Boşa gitmez bu emek,

Çünkü her Türk çocuğu

23 Nisan demek...



İsmail Hakkı SUNAT



EGEMENLİK ULUSUNDUR

Egemenlik ulusun olduğu günden beri,

Her gün daha çok artan bir zevkle yaşıyoruz.

Biz seyredenlerin kamaşıyor gözleri,

Asırları yılların içinde aşıyoruz...



Artık maziye gömdük mesafeyi, zamanı;

Her geçen gün andırır bir 23 Nisanı.

Kalplerde inkılabın bilinçli heyecanı,

Mukaddes hedeflere hızla yaklaşıyoruz.



Yolumuzda ışıktır demokratik meş'ale,

Biz milletçe bağlıyız ulusal ülkülere.

Heybetli bir çığ gibi bütün ulus el ele.

Yeni bir medeniyet için uğraşıyoruz.



Bugün yirmi milyon Türk bir tek kalp, bir tek vücut;

Hepsinde aynı hamle, aynı güvenli umut.

Yuvalar şenlik dolu, gönüller ferah, mesut...

En kutlu bir hayatın zevkini taşıyoruz.



Halil Refet TANIŞIK



23 NİSAN



Bu ne duru sabah, ne temiz hava,

Geliyor her yandan Nisan kokusu.

Sevinçten deliye dönmüş her yuva,

Sarmış gönülleri vatan duygusu.



Gelincikler gibi al al bayraklar,

Evlerden sarkıyor, gökler de dolu.

Nabızlar pek hızlı, coşkun yürekler,

Sanki aslan bugün her Türk'ün oğlu!



Şu mini miniler tombul yanaklı,

Yerlerinde bile duramıyorlar.

Hepsinin elleri çifte bayraklı,

Gözlerinde şimşek şimşek sevgi var.



Yeniden oluyor her şey, yeniden,

Yanıyor Atatürk içimizde bak!

Atatürk, bu kara günü ak eden,

Atatürk; andımız, en kutlu sancak.



Eğlenin yavrular, gülün çocuklar.

Coşsun gönlünüzde Türklük duygusu.

Havanın bile bir coşkun hâli var,

Her yönden geliyor nisan kokusu.



Hasan Lâtif SARIYÜCE



23 NİSAN



Bugün bir başka aydınlık yeryüzü,

Bir başka ağaçların, evlerin yüzü.

Bugün çocuklar güzel.

Bugün sokaklar güzel...

Elimizden tutan her el

Daha sağlam

Daha mavi gökyüzü;

Bayraklar daha yakın.

Bakın: geçiyor yarının büyükleri;

Şarkılar tutuyor gökleri.



Adnan ARDAĞI



23 NİSAN



Dün sabah anneciğim

Öperek, dedi: Uyan

Bugün senin bayramın,



Kalk, bak süslendi her yan.

Baktım her taraf süslü,

Sokaklar dolu insan.



Dedim: Anne bu neden

Dedi: 23 Nisan.



Temel bayrammış, inan

Kutlu olsun kardeşim

Geldi 23 Nisan.



R. Gökalp ARKIN



23 NİSAN



Sanki her tarafta var bir düğün.

Çünkü, en şerefli en mutlu gün.

Bugün yirmi üç Nisan,

Hep neşeyle doluyor insan.



İşte, bugün bir meclis kuruldu,

Sonra hemen padişah kovuldu.

Bugün yirmi üç Nisan,

Hep neşeyle doluyor insan.



Bugün, Atatürk'ten bir armağan,

Yoksa, tutsak olurduk sen inan.

Bugün yirmi üç Nisan,

Hep neşeyle doluyor insan.



Saip EGÜZ



ATATÜRK ÇOCUK OLMUŞ



Çocuk Bayramı'nda

Gelmiş katılmış aramıza,

Atatürk çocuk olmuş bakın:

Sallanıyor salıncakta!



Gülüyor gözlerinin içi,

Gülüyor,

Gökler, denizler kadar mavi.

Diyor ki: "Çocuklar, ben verdim size

Bayramların en güzelini".



"Dilerim, yurdumun çocukları,

Tüm çocukları dünyanın

Gülüp oynasınlar bugünkü gibi;

Acıda, sevinçte kardeş olsunlar...

Çınlasın yeryüzünde barış türküleri".



Aziz SİVASLIOĞLU



ÇOCUK BAYRAMI



Arkadaşlar, sevinelim,

Hep gülelim, eğlenelim;

Sıkılmasın hiç canımız;

Çünkü bugün bayramımız...

Oyun, alay, dernek düğün,

Hepsi bizim işte bugün...

Çocuklara hor bakmayın;

İncitmeyin, esirgeyin...

Ana yurdun oğlu, kızı,

Umut veren şen yıldızı.

Yarınları parlatacak;

Şenlenecek her bir ocak...

Korunacak cumhuriyet,

Yükselecek bu memleket...



Ekrem ŞENOZAN



ÇOCUKLARIN DİLEĞİ



Çocuklar şarkı söylerken

Kanatlanır gökyüzüne

Melek olur.

Çocuklar şarkı söylerken

Sarı saçlı, mavi gözlü

Bebek olur.

Çocuklar şarkı söylerken

Bulut olur,

Gökkuşağı olur

Deniz olur.

Çocuklar şarkı söylerken

23 Nisanlarda

Pırıl pırıl saydam kanatlı

Kelebek olur.

Çocuklar şarkı söylerken

23 Nisanlarda

Dillerinde, gözlerinde

Yüreklerinde yalnızca

Bir dilek olur.

Teşekkürler Atatürk

Teşekkürler Atatürk



M. Macit TAŞ



EGEMENLİK BAYRAMI



Egemen bir milletin,

Coştuğu bir gündür bu!

Yurduma hürriyetin,

Koştuğu bir gündür bu.



Başımızda Atatürk,

Ülkümüz yüce Türklük,

Milletimin en büyük,

Sevdiği bir gündür bu.



23 Nisan'ı veren,

Bugünleri gösteren,

Büyük Atam diyor ki:

"Türk, çalış, övün, güven!"



ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU



ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU...



Daha bir ballanır uyku

Çocuklar kardeş oldu mu

Barışır artık kurt kuzu

Çocuklar kardeş oldu mu.



Düşler denizine doğru

Mutluluk bir yelken açar

Her yürek bir altın pınar

Çocuklar kardeş oldu mu.



Daha bir ışıldar akarsu

Çocuklar kardeş oldu mu

Kucaklaşır batıyla doğu

Çocuklar kardeş oldu mu.



Ne açlık kalır ne korku

Korudaki fidanlar gibi

Sevip sevip birbirini

Çocuklar kardeş oldu mu.



TAHSİN SARAÇ



23 NİSAN SÖYLEDİ



Bu yurdun, bu devletin,

Yüce Cumhuriyetin

Sahibiyiz çocuklar.

Bunları koruyacak,



Bu ülkeye uyacak

Yine biziz çocuklar!

Yirmi Üç Nisanların

Zevki çok, fakat yarın



Güç işimiz çocuklar!

Bu göklerin, bu yerin,

Kutlu emanetlerin

Bekçisiyiz çocuklar!



Atalardan şan alan,

Böyle temiz kan alan

Yalnız biziz çocuklar!

Türk'üz, ne mutlu bize!



Bu bayram kutlu bize!

Eğleniriz çocuklar!



RAKIM ÇALAPALA

23 NİSAN

23 Nisan...

Yurdu koruyan,

Yarını kuran,

Sen çocuğum.



Eskiyi unut,

Yeni yolu tut,

Türklüğe umut,

Sen ol çocuğum.



Bizi kurtaran,

Öndere inan,

Sözünü tutan,

Sen ol çocuğum.



Küçüksün bugün,

Yarın büyürsün,

Her işte üstün

Sen ol çocuğum,



Çalışıp öğren,

Her şeyi bilen

Yurduna güven

Sen ol çocuğum.



HASAN ALİ YÜCEL



23 NİSAN



Nasıl sevinmez insan?

Bugün 23 NİSAN.

Bak süslenmiş dört bir yan,

Yaşasın 23 Nisan



Millet Meclisi kurduk,

Düşmanı yurttan kovduk.

Hürriyete kavuştuk;

Yaşasın 23 Nisan.



Egemenlik ulusun,

Sen bir Türk oğlusun.

Yurdumuzu korursun,

Yaşasın 23 Nisan.



Bugün gençlik günüdür.

Türklerin düğünüdür.

Milletimin ünüdür.

Yaşasın 23 Nisan.



SAMİ TUNCA



23 NİSAN



Şu 23 Nisanda,

Doğdu Millet Meclisi.

İşte o gün her yanda,

Yükseldi Türkün sesi,



Bunu her yıl çocuklar,

Kutlayalım sevinçle,

Egemenlik de yaşar,

Hep verirsek el ele.



SABRİ CEMİL YALKUT



23 NİSAN



Biz dünyaya gelmeden

Her yeri düşman almış.

Atatürk düşmanları,

Yurdumuzdan çıkarmışlar.



23 Nisan günü

Meclis kuruldu diye,

Büyük bayram verilmiş

Çocuklara hediye.



Gülelim eğlenelim,

Kutlayalım bayramı

Verelim hep el ele

Yükseltelim vatanı.



MELAHAT UĞURKAN



23 NİSAN



Gün aydın, gözün aydın,

Sayısız devrim saydın.

Dünyaya bin ün yaydın.

O mutlu Nisan bugün



Buldun taze can bugün.

İşte neşe, işte haz,

Sevincin çok, derdin az.

Bundan ünlü gün olmaz:



Her lezzete kan bugün,

O mutlu Nisan bugün,

Seyir için bu töreni,

Durma aç pencereni,



Sana onu vereni,

Saygıyla an bugün,

O mutlu Nisan bugün,



RIZA POLAT AKKOYUNLU



23 NİSAN



Bugün ne mutlu bize,

Haydi hep gülsenize,

Müjde dağa, denize,

Geldi 23 Nisan.



Sokaklar dolu bayrak,

Yollara kurulmuş tak,

Şöyle bir etrafa bak,

Geldi 23 Nisan.



FAHRUNNİSA ELMALI



23 NİSAN



Yirmi Üç Nisan geldi,

Dalgalansın bayraklar.

Bayramı ağaç bildi,

Kıpırdandı yapraklar.



Hakkındır güzel çocuk.

Oyna, sevin, hiç durma.

Şenlensin dört bir bucak,

Çalınsın davul, zurna.



Tutuşalım el ele,

Bir yere toplanalım,

Atamıza bak hele:

Tekrar tekrar analım.



Kıymetini kim bilmez,

Eşsiz güzel vatanın

Ruhuna leke gelmez,

Bu toprakta yatanın.



Okulumuz süslensin,

Bayrağımız yükselsin.

Kore’deki şehitler

Bugün bayrama gelsin.



Bakma küçük çağına,

Sen, kahraman bir ersin,

Tanrı Türk çocuğuna

Çok bayramlar göstersin.



İBRAHİM CESUR



23 NİSAN



Bugün Yirmi Üç Nisan,

Toplandı bütün vatan,

Millet Meclisimize

Atatürk oldu başkan



Kaldırdı hasta yurdu,

Yılmaz bir ordu kurdu,

Türk'ün şanlı sesini,

Dünyalara duyurdu.



Yükseldi bayrağımız,

Koparıldı bağımız,

Sultandan ayrılınca,

Kurtuldu toprağımız.



Türk çocuğu gül, sevin,

Yaşa yurdunda emin,

Bugünü an bayram et,

Bugün senindir, senin.



VASFİ MAHİR KOCATÜRK



23 NİSAN



23 Nisan'ı biz

Sevinçlerle bekleriz.

Bayrak, zincir, fenerle

Sınıfları süsleriz.



Okullar tabur tabur

Törenlere giderler.

Trampetler çalarak,

Yavrukurtlar geçerler.



Müsamere, oyunlar

Şenletir bu haftayı.

Unutmayız hiçbir gün,

Şanlı büyük Ata'yı.



MELAHAT UĞURKAN



HÜRRİYET BAYRAMIMIZ



Bugün tarih boyunca hür yaşamış bir millet,

Üstüne çökse dünya, hürriyet ister elbet!

İnsan için hürriyet, ekmek gibi, su gibi,

Hürriyetsiz sürünmek, ölüm uykusu gibi...

Üç kıtada sayısız devlet kurmuş Türklere,

Sömürge halkı gibi kim bakacak boş yere?

Türk'ü sömürge halkı gibi esir yaşatmak,

İnsan arslanı demir gibi bir kafeste kuşatmak,

Çaresiz ve tedbirsiz kalmış olsa da yine

Bunu Türk'e hoş görmek, yapmak kimin haddine?

Türk nasıl gündüz gözü geceye sapabilir?

Ne sultan yapabilir, ne düşman yapabilir?

Birinci Cihan Harbi, çullanmış bütün cihan:

Türklük için en çetin, en karanlık bir zaman...

Atatürk başa geçip silkinince ansızın,

Türklük hakkından gelmiş bin türlü imansızın,

Hür yaşamak azmini görürüz insanda biz,

Göğsümüz kabararak 23 Nisan'da biz.



BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR



23 NİSAN



Nasıl bayram etmez, sevinmez insan,

23 Nisan bu, 23 Nisan.

Türklük gerilemiş çaresiz kalmış,

Götürmüşken üç kıtaya şeref, şan.



Kalmış bir sultanın keyfine işler.

Nice yıllar olmuş Türkler perişan.

Gittikçe kuvvetsiz, çaresiz kalmış,

Dört yandan üstüne saldırmış düşman.



Milleti yüzüstü bırakıp kaçmış,

Canının derdine düşmüş de Sultan...

Ansızın işlerin başına geçmiş,

Milletin bağrından kopan kahraman...



Başlamış bir ölüm-dirim kavgası,

Sultana isyan bu, cihana isyan

Millet öyle büyük, baş öyle büyük,

Bakmış, parmağını ısırmış cihan...



Ana toprak için al bayrak için,

Tepe tepe gövde, dere dere kan...

Türk hak edince egemenliği,

Açılmış önünde bir şanlı meydan...



Kimsenin keyfine boyun eğmek yok,

Toplandığı tarih: 23 Nisan

Milletin adına Millet Meclisi,

Milletin isteği olsun her zaman...



BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR



HOŞ GELDİN 23 NİSAN



Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.



Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bugün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.



Caddelere taklar kuruyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram...



Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari hemen bitivermese bu yolculuk...



Seni kucaklamaya geliyor bugün,

Köyler, şehirler dolusu çocuk.



ŞÜKRÜ ENİS REGÜ



EGEMENLİĞİN TADI



Bundan yıllarca önce,

Talihimiz ters dönünce,

Soldurdular yurdumuzda

Açan bütün çiçekleri,



Önümüzde, ardımızda,

Uçan ölüm böcekleri.

Kan rengindeydi ilkbahar

Bal yapamadı arılar.



Kuş seslerinin yerine

Top sesiyle yankılandı

Yaslı bağlar, sisli dağlar.

İşte böyle bir sırada,



Atatürk'üm Ankara'da

Kurdu yeni bir hükümet.

Egemenliğin tadını,

Tattı o günden bu yana,



Tarihlerin Ay-yıldızı.

Al bayrağında parlayan

Düşmanın bile övdüğü,

Türk adlı büyük millet.



M.NECATİ ÖNGAY

Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın Şiiri dinle,Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın



Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah azze ve celle

Ya rasulallah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte
Bir yaşındasın,
Beni sa'd yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor beni sa'd yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık...
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında...
Hz.halime kucağına alıyor seni
Yeryüzünde bir gölgelik...seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli...
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor...
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni...

Altı yaşındasın
Medine-i münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve ümmü eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, ebva'da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke'ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu talip bir başka seviyor

Ya rasulallah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı ebva'ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik

Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen muhammed-ül emin' sin

Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var

Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak rasul bekleyenlerin...
Hadi gel ey yâr!
Nurdağına davet var

İşte
Kırk yaşındasın
Hira nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan " ah! " sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen nebiyullahsın
Sen habibullahsın
Sen rasulullahsın

Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
" amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin " diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş arş-ı Âla
" bu koşan kimdir " diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed' in kızı fatımatüz-zehra
Velilerin anası...
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
" ağlama kızım " diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
"seni bizim elimizden kim kurtaracak" diyorlardı
Sen,
Sen " allah! " diyordun
Allah azze ve celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen " allah! " diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir' de " allah! " diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi :
" anam babam sana feda olsun " diyordu

Ya rasulallah
Medine-i münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar oğulları'nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
" beni seviyor musunuz " diye sormuştun onlara
" seni çok seviyoruz ya habiballah " demişlerdi
Sen de:
" allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum" demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar oğulları'nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak :
" görüyor musunuz ne kadar güzel " demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti :
" anam babam sana feda olsun ya rasulallah, onu bana ver "
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen " hayır " demediğini bile bile
" peki " dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun ebu hureyre' nin diliyle :
" benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne evladımız olsaydı diyecekler "
Ve hz. enes ile paylaşmıştın özlemini
" beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim"

Sultanım!
Ey medine minberinde " ümmeti, ümmeti " diye hüznü giyen sevgili
Ey mekke mihrabında alemler hesabına " allah! " diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik

Ya rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın


Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın Şiiri dinle,Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın,Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın Şiiri indir,Dursun Ali Erzincanli - 40 Yaşındasın şiiri sözleri

Kutlu Doğum Haftası İle İlgili Yazı

Kutlu Doğum Haftası 1989 yılından beri kutlanmaktadır.Peki kutlanma fikri nasıl doğmuştur?



Hepimizin bildiği gibi Peygamberimizin dünyayı teşrifleri olan Mevlid-i Nebevi, asırlardır milletimiz tarafından ‘Mevlid Kandili’ olarak kutlanmaktadır. Mevlid Kandili ilk defa 13. asırda Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü tarafından iki ay süreyle kutlanmaya başlandı. Mevlid Kandili münasebetiyle ilim adamları bir araya gelip ilmi, fikri sohbetler yapıyor, halk sokaklarda mevlidi bir bayram havasında kutluyordu.

Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı Vesiletü’n Necat isimli şiirin, Mevlid adıyla, yüzyıllardır sevinçte, tasada, doğumda, ölümde okuna gelmesi ve bu geleneğin bugün de canlı bir şekilde devam etmesi, Peygamber sevgisi etrafında teşekkül eden milli ruhun ifadesidir.

Yüce dinimiz, huzurlu ve mutlu dünyanın en büyük hayat kaynağıdır. Bu noktadan hareketle dini tefekkürü cami dışına taşırmak, değerli ilim adamlarımızın araştırmalarını ve düşüncelerini halka aktarabilmek için Mevlid kandilini hayırlı bir vesile telakki eden Türkiye Diyanet Vakfı, yüzyıllar önce bir ilim ve kültür bayramı şeklinde kutlanan Mevlid geleneğini canlandırmayı amaçlamıştır. Bu düşünce ile Peygamberimizin doğum gününü içine alan haftayı, "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan etmiştir.



Gelenek haline gelen Kutlu Doğum Haftasının amacı nedir?



Mevlidi, Türk kültürünün sağlam bir mesnedi, milletimizi birlik ve bütünlük içinde aydınlık geleceğe taşıyacak sağlam bir gelenektir. Hafta dolayısıyla hazırlanan programlar belirlenirken gözetilen gaye hep bu olmuştur.

Takip ettiğimiz geleneğin gücü ve bunun hâlâ milletimizin gönlünde dipdiri yaşaması, gelecek için bizleri umutlandırmaktadır. Yüzyıllardır görülmüştür ki Türk Milleti inançlıdır, hoş görülüdür, dinî inançlarını bir kavga konusu olarak değil, barış ve huzur kaynağı olarak görmektedir.

Mevlid’le ifadesini bulan kültür atmosferi, bu geleneğin devamıdır. 1989’dan beri icra ettiğimiz programlardan devşirdiğimiz fikir ve kültür iklimi, Türkiye Diyanet Vakfı’nın hayırlı bir yolda olduğunu göstermektedir. Unutulmamalıdır ki, insanlık için en güzel rehber; bütün güzellikleri bünyesinde toplayan ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Hz. Peygamber, model ise Peygamberimizin insanlığa sunduğu modeldir. Çünkü O, tam bir anarşi ve kargaşa ortamında, insanlık için bir güneş olmuş, çirkinlikleri güzelliklere tebdil etmiştir. İnsanlık O’nun getirdiği yüce değerler ve prensipler doğrultusunda büyük medeniyetler kurmuş, kaybedilen haklarına kavuşmuş, fıtratında var olan yüce değerlerin farkına varmış, kadın erkek Allah’ın ve cemiyetin huzurunda eşit olmanın hazzını tatmıştır.

İslam medeniyeti Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetinden kaynaklanan, evrensel ahlak ilkeleri ve insan hakları ile ilmi anlayış üzerine bina edilmiştir. Zira İslam Medeniyetinin esası, İslam dininin hikmet ve adaleti üzerine kurulmuş olduğundan, ilmi ve irfanı öğretmiş, zulmü ve zoru yasaklayarak, haksızlıklara karşı koymayı hedef almıştır. Şurası bir gerçektir ki Cenab-ı Hak, insanın kendisi ile olan ilişkisini iman ve ibadete bağladığı halde, insanın diğer insanlar ve eşya ile ilişkilerini ahlak ve hukuk kurallarına bağlamıştır. Kamil bir insan, bu ilişkilerini yerli yerince ve dengeli bir biçimde yapan kişidir. İşte Hz. Muhammed, bunu sağlayan ve bize örnek olan insandır.



Türkiye Diyanet Vakfı, örnek insan Hz. Muhammed’in evrensel prensiplerini ve insanlığa getirdiği yüce değerleri, günümüz şartlarını da dikkate alarak insanlığa ulaştırmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nı ihdas etmiştir.

2010 yılı Kutlu Doğum Haftası’nda ne gibi faaliyetler gerçekleştiriliyor?



Kutlu Doğum Haftası programlarında yer alan faaliyetler



-"Üçüncü Bine Girerken Türkiye" konulu bir sempozyum yapılacaktır.

— Yine her yıl olduğu gibi bu yıl da "İslâmi Araştırmalar Ödülü" yarışması gerçekleştirilecektir.

— Türkiye genelinde "İslâm ve Çalışma" konusunda panel ve konferanslar düzenlenecektir.

— Yine bu yıl Üniversite gençliğinin katılacağı "Açık Oturum", lise gençliğinin katılacağı

"Münazara" ve bütün gençlerimizin katılabileceği "Şiir ve Müzik Şöleni" düzenlenecektir. Bu şölende gençlerin ilgi gösterdiği şairler şiir okuyacak, ses sanatçıları ve ozanlar da bestelerini

Seslendireceklerdir.

— Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da Kutlu Doğum Haftası yurtdışında da çeşitli etkinliklerle kutlanacaktır. Bu sene Bakü, Osh ve Aşkabat’da mahallindeki ilahiyat fakültelerinin öğretim üyelerinden 3’er kişi, Üsküp, Bahçesaray, Kosova ve Kıbrıs’ta ise Türkiye’den gönderilecek 2’şer kişilik ekiplerce, Kazan’da ise Moskova Din Hizmetleri Müşaviri ve Türkiye’den gönderilecek bir temsilcinin katılımı ile panel ve konferanslar düzenlenecektir. Ayrıca Avrupa ülkelerinde Kutlu Doğum Haftası programları icra edilecektir.

— Çocuklara yönelik olarak, "Çocuk Şarkıları ve İlahileri Güfte Yarışması" başlattık. Bu yarışma gazete ilanlarıyla tüm yurda duyuruldu. Yarışma neticesinde çok güzel güftelerin

Çıkacağını ümit ediyoruz.

— Kur’an kurslarında eğitim gören öğrencileri araştırmaya teşvik etmek amacıyla "İslam ve Çalışma" konulu bir yazı yarışması düzenledik. Bu yarışma için Diyanet İşleri

Başkanlığımız ile işbirliği yapılarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an kurslarında eğitim gören öğrencilerin yarışmaya katılmaları teşvik edilecektir.

— İlköğretim çağındaki çocuklarımızın Kutlu Doğum Haftasına ilgilerinin çekilmesi ve çocuklarımızın dini duygularını şiirle ifade etmelerini temin amacıyla "İlköğretim Okulları Arası Dini Nitelikli Şiir Yarışması" düzenledik.

— Balkan, Kırım ve Kıbrıs Türkleri Arasında "Dini Muhtevalı Şiir" yarışması da bu yılki faaliyetleri arasında yer almaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı

Çiçeği oluşturan ögelerin görevleri nelerdir?

Tohumlu bitkilerin üreme organı olan çiçeğin görevi, aynı bitkinin bütün özel­liklerini taşıyan yeni bitkilerin gelişeceği to­humları üretmektir. Bu nedenle, çiçekleri incelerken organın bu temel görevini hiçbir zaman unutmamak gerekir. Nitekim bazı bitkilerin, örneğin atatürkçiçeğinin çiçek san­dığımız bölümleri bu anlamda gerçek birer çiçek değildir; ortada kümelenmiş küçük sarı çiçekleri çevreleyen parlak kırmızı renkli özel yapraklardır. Bürgü ya da brakte denen ve ilk bakışta çiçeği andıran bu biçim değiştirmiş yapraklara daha başka birçok bitkide rast­lanır.


Bir botanikçi gözüyle çiçek, tohum üreti­miyle ilgili bütün organları içeren karmaşık bir yapıdır; dolayısıyla yalnızca tohumlu bitki­lerin çiçeği vardır. Nitekim bitkiler âlemi de kabaca çiçekli ve çiçeksiz bitkiler olarak iki büyük gruba ayrılır. Açıktohumlu bitkilerin çiçeği çok belirgin olmadığından ve bildiğimiz çiçeklere pek benzemediğinden, çiçekli bitki­ler dendiğinde daha çok kapalıtohumlular anlaşılır. Yaprakyosunları, ciğeryosunları, kibritotları, atkuyrukları ve eğreltiotları ise çiçeksiz bitkilerdir.

Çiçek dendiğinde hemen herkesin aklına kırlarda, çayırlarda, ormanlarda kendiliğin­den yetişen alımlı kır çiçekleri ya da insan eliyle yetiştirilen gösterişli bahçe ve saksı çiçekleri gelir. Oysa "çiçek" terimi yalnızca iri ve renkli taçyaprakları, güzel kokularıyla tanıdığımız süs çiçeklerini kapsamaz; ilk ba­kışta çiçeksizmiş gibi gözüken pek çok bitki­nin de çiçekleri vardır. Örneğin çayırları kaplayan yeşil otların çoğu ve tarlalarda yetiştirilen buğday, arpa gibi tahıllar da çiçek­li bitkilerdir. Hepsininki badem, kayısı, kiraz gibi meyve ağaçlarınınki kadar alımlı olma­makla birlikte, bütün

öbür ağaç ve çalılar da çiçek açar. Meşe ağacının pek göze çarpma­yan küçük, yeşil tırtılları ya da akçaağaçlann minicik sarımsı salkımları birer çiçektir ve hepsinin görevi tohum üreterek bitkinin soyu­nu sürdürmesini sağlamaktır.







Bir Çiçeğin Bölümleri





















Üstte: Bir çiçekli bitki.

Ortada: Tek bir çiçeğin boyuna kesiti.

Altta sağda: Bir çiçeğin başlıca bölümlerinin yerleşimini gösteren şema:

A Çanak yaprak

B Taç yaprak

C Yumurtalık

D Tohum taslakları

E Erkek organ (başçık)











Çiçeklerin çoğu dıştan içe doğru sırasıyla çanak, taç, erkekorganlar ve dişiorganlar denen dört temel bölümden oluşur. Ama bazı çiçeklerde taç bölümü yoktur; bazılarında da, örneğin lalede taç ve çanak bölümleri ayırt edilemeyecek kadar biribirine benzer. Ayrıca çiçeklerin bazısında erkek organlar, bazısında dişi organ bulunmaz. Kısacası çiçekler, domates çiçeğindeki gibi yarı yarıya birleşmiş ya da petunyanın huni biçimindeki çiçeklerinde ol­duğu gibi tümüyle birleşmiş olabilir. Bazı çiçeklerde taç yaprakların sayısı yalnızca dört ya da beş tane, bazılarında çok fazladır. Bir çiçeğin bütün taç yaprakları aynı biçimde ola­bileceği gibi, bazen de birkaçı birleşerek bezelye çiçeklerinde, aslanağzında ve orkide­lerde görülen "kanat", "dudak" ya da "kele­bek" gibi özel biçimler alabilir.

En dışta, çanak yaprakların birleşmesiyle oluşan ve gerçekten bir çanağı andıran çanak bölümü bulunur. Çanak yapraklar genellikle yeşil renklidir ve çiçek henüz tomurcuk durumundayken içte katlanmış halde bulunan taç yaprakların çevresini sararak koruyucu bir örtü oluşturur. Çanak yapraklar yüksükotunda olduğu gibi birleşerek kaynaşmış ya da düğünçiçeğindeki gibi ayrı ayrı olabilir.

Çanağın içinde taç yaprakların oluşturduğu taç bölümü yer alır. Taç yapraklar da düğünçiçeğinde olduğu gibi birbirinden ayrı, yapı olarak birbirinden çok farklıdır. Gene de düğünçiçeği ve yüksükotu gibi tipik bir çiçek­te bu dört bölüm açıkça görülebilir.

Taç yapraklar genellikle bir çiçeğin en göze çarpan, en renkli bölümüdür ve birçok kişi çiçekleri taç yapraklarının sayısına, biçimine ve rengine bakarak tanır. Oysa bazen bu görünüm yanıltıcı olabilir; örneğin nergislerin dıştaki sarı renkli "taç yaprakları" aslında iyice irileşmiş, renkli çanak yapraklardır.

Tacın içinde sayıları iki ile birkaç yüz arasında değişebilen erkek organlar dizilidir. Çiçek tozlarını üreten bu organlar ipçik ya da telcik denen ince bir sap ile bu sapın tepesin­deki bir başçıktan, yani çiçek tozu kesesinden oluşur.

Çiçeğin en ortasında meyve yapraklarından (karpellerden) oluşmuş tek ya da birkaç tane dişi organ bulunur. Her dişi organın en üst bölümünde bir tepecik, bunun altında tepeci­ği taşıyan bir boyuncuk ve en dipte tohumtaslaklarını barındıran şişkince bir yumurtalık vardır. Erkek organlardan gelen çiçek tozları, yüzeyi yapışkan bir sıvıyla kaplı olan tepeciğe konar, sonra boyuncuk kanalıyla dipteki yu­murtalığa ulaşır. Bu yapışkan sıvının çok önemli bir işlevi vardır; çünkü çiçek tozları boyuncuğun altındaki yumurtalığa ulaşmadık­ça buradaki tohum taslaklarını dölleyemez. Ancak bu dişi ve erkek üreme hücreleri birleştiğinde tohum taslağı tohuma dönüşür; bu tohum toprağa düşerek çimlendiğinde de bitkinin küçük bir kopyası olan yeni bir bitki gelişebilir.

Çiçek tozlarının erkekorgandan dişiorgana taşınmasına tozlaşma denir. Çiçektozları rüz­gârla, böceklerle, kuşlarla ya da başka hay­vanlarla, hatta bazı su bitkilerinde suyun akıntısına kapılarak bir çiçekten öbürüne taşınır.







Tohum Nasıl Oluşur?





Çiçek tozları tepeciğin üstüne konduktan son­ra büyümeye başlar ve her çiçek tozu taneciği, yani erkek üreme hücresi kök gibi ince bir borucuk geliştirerek dişiorganın boyuncuğundan yumurtalığa doğru uzatır. Bu borucuklardan her birinin içinde iki tane çekirdek vardır. Borucuk uzayarak yumurtalığa ulaştığında kopar ve içindeki hücre çekirdekleri serbest kalır. Böylece çekirdeklerden biri yumurta­lıktaki bir tohum taslağının yumurta hücresiy­le birleşerek tohumu, öbür çekirdek de aynı tohumtaslağındaki başka bir hücreyle birleşe­rek tohumun çimlenmesi için gerekli besin deposunu oluşturur. Bu olaya döllenme de­nir. Demek ki, erkek ve dişi eşey hücrelerinin birleşmesiyle oluşan her tohumda bir bitki embriyonu ve gelişecek yeni bitkinin kök salıncaya kadar beslenmesine yetecek ölçüde besin deposu vardır. Bu tohumun üstü fasulye tanesinde olduğu gibi ince bir zarla ya da kiraz çekirdeğinde olduğu gibi odunsu ve sert bir kabukla örtülüdür (bak. Tohum).

Tozlaşma konusunda unutulmaması gere­ken en önemli nokta, her bitkinin yalnız kendi türünden bir bitkiyi dölleyebileceğidir. Eğer bir bitkinin çiçek tozları başka türden bir bitkinin örneğin buğdayın çiçek tozları bir elma ağacının çiçeklerine taşınırsa ağaç elma vermez.

Tohumlar gelişirken, bunları barındıran yumurtalık da değişime uğrayarak bir meyve­ye dönüşür. Meyve çok çeşitli yöntemlerle tohumların daha uzak bir alana yayılmasını sağlar; böylece bütün tohumlar anaç bitkinin dibine düşerek onun besinini bölüşmemiş olur.







Çiçeklerin Sınıflandırılması





Botanikçiler çiçekli bitkileri çiçeklerinin özel­liklerine göre sınıflandırırlar:



Birçenekliler

İkiçenekliler

Aynı türden birçok bitki çok değişik koşullar altında gelişmesini sürdürür­se hepsinin gövde ve yaprakları değişik biçim­ler alabilir; ama çiçeklerindeki temel bölüm­lerin düzenleniş biçimi hep aynı kalır.

Bitkilerin sınıflandırılarak familya, cins ve türlere ayrılmasında çiçeğin yapısı, yani çeşitli bölümlerinin nasıl bir düzen içinde yerleştiği çok önemlidir. Oysa çiçeğin rengi ve büyüklü­ğü iklime, toprağın bileşimine ve öbür çevre koşullarına bağlı olarak değişebildiği için sı­nıflandırmada fazla önem taşımaz. Bu yüzden bitkilerin sınıflandırılmasında botanikçilere yardımcı olan en önemli ayrıntılar çanak yaprakların, taçyaprakların, erkekorganların ve dişiorganların sayısı ile düzenleniş biçimidir.

Çiçeklerin çiçek sapı üzerindeki konumu da sınıflandırma açısından önemli özelliklerden biridir; çünkü çiçeklerin yerleşme biçimi he­men her bitkide değişir. Örneğin menekşe ve nergiste her sapın ucunda tek bir çiçek açar. Oysa elma ağacı ve hüsnüyusuf gibi bazı bitkilerde çiçekler sapların tepesinde kümeler halinde bulunur. "Çiçek durumu" denen bu kümelenmenin değişik biçimleri vardır. Örne­ğin yüksükotu ve aslanağzı gibi bazı bitkilerin çiçekleri kısa birer sapla ana eksene bağlana­rak salkımlar oluşturur. Buğdayda ana eksene sapsız bağlanan çiçekler başak denen sık bir salkım biçimindedir. Maydanoz gibi bazı bit­kilerde ise çiçekler sapın tepesinde şemsiye biçiminde kümelenir.



Çok sayıda küçük çiçeğin bir araya gelerekbileşikgiller (Compositae) familyasında top­lanmıştır. Bu bitkilerde tek bir çiçek gibi görünen yapı, aynı çiçektablasının üzerinde özel bir düzene göre yerleşmiş yüzlerce küçük çiçekten oluşan bir çiçekler topluluğudur. Bir papatyayı yakından incelerseniz, çiçek başı­nın ortasında sarı bir küme, çevresinde de taçyaprakları andıran beyaz yapraklar görür­sünüz. Aslında ortadaki yoğun kümede yüz­lerce minicik sarı çiçek bir araya toplanmıştır; bunlara tüpsü çiçek denir. Tüpsü çiçekleri çevreleyen beyaz yapraklardan her biri de birer dilsi çiçektir. Bileşikgillerdeki bu çiçek yapısı tozlaşmayı çok kolaylaştırır. Bir arının tam açılmış bir papatya çiçeği üzerinde dola­şırken bu minicik çiçekçiklerden pek çoğunu tozlaştırmaması hemen hemen olanaksızdır.







Çiçeklerin Yararları





Çağımızda fabrikalarda yapay olarak üretilen kokular giderek doğal çiçek kokularının yeri­ni almaktaysa da, çiçekler bugün bile parfüm sanayisinin önemli hammaddeleridir. Lavan­ta, kekik ve biberiye esansı ile gülyağı büyük ölçüde bu bitkilerin çiçeklerinden elde edilir. Haşhaştan elde edilen afyon tıpta kullanılan güçlü bir uyuşturucudur. Safran çiçeklerinden sarı renkli bir boyarmadde elde edilir. Baha­rat olarak kullanılan tarçın da tropik bir ağacın çiçek tomurcuklarıdır. Çok değerli bir besin olan balı arılar çiçeklerin balözünden yaparlar. Alımlı renkleri, görünümleri ve kokularıyla doğayı güzelleştirmeleri bir yana, eğer çiçekler olmasaydı insanın en önemli besin kaynaklarından olan meyve ve tohum­lar da olmazdı.

İşletme mezunlarının iş olanakları nelerdir?

İşletme Fakültesi mezunları, biraz da donanımlı iseler ülkemizde iş bulabilmektedirler. Günümüzün en popüler mesleklerinden biridir diyebiliriz.




Ancak şunu belirteyim, eğitim yıllarını olabildiği kadar dolu geçirin, derslerinizde başarılı olun, yabancı dilinizi ilerletin, yeni yabancı diller öğrenin, bilgisayar yazılımcılığında ilerleyin ve derslerinizin arasında da olduğunu sanıyorum, işletmeler için ufaklı büyüklü bilgisayar programları hazırlayın. Tatillerde zorunlu olmasa bile ücretli ya da ücretsiz staj yapın.

Yani kısaca "kendinizi donatın". Yeterince donanmış bir kişinin iş bulması daha kolaydır.

Master ya da ek eğitimlerle mesleğinizin çerçevesi dışına da çıkabilirsiniz. Kaymakam olamazsınız (bunu soranlar da vardı) ama ek eğitimler alarak bankalarda müfettiş konumuna zamanla yükselebilirsiniz, sigortacılık sektöründe çalışabilirsiniz. Danışmanlık firmalarında, bilgisayar sektöründe, bankalarda, fabrika dahil büyük ya da orta işletmelerde yönetici ya da alt bölümlerde çalışabilirsiniz.

İktisat bölümleri sanırım biraz daha düşük puanla öğrenci alıyor ve mezunları finans sektöründe çalışabiliyor. İşletme ve İktisat bölümü mezunları sayı olarak çok da olsa donanımlı oldukça iş bulabilirsiniz. Kendinize güvenin.

Halı dokumacılığı en fazla hangi şehrimizde yapılır?,Halı dokumacılığı,Halı dokumacılığı hangi şehrimizde yapılır?

Halı Dokuma: Kayseri (İç Anadolu), Gördes, Milas, Demirci, Uşak (Ege Bölgesi), Yağcıbedir (Marmara Bölgesi), Ardahan (Doğu Anadolu)



Halı dokumacılığı en fazla hangi şehrimizde yapılır?,Halı dokumacılığı,Halı dokumacılığı hangi şehrimizde yapılır?

Mucit ve icat hikayeleri,Mucit ve icat hikayeleri var mı?

TELGRAF : William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz1837 yılında , teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesı ortaya çıktı. Elektrik akımı, alıcı cihazın kadranındaki bir dizi iğneyi hareket ettirerek ulaştırılacak mesajın ekranda belirmesine yardımcı oluyordu.




MORS ALFABESİ : 1843’ te Samuel Morse, telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ ni geliştirdi. Morse, Baltimore’ den Washington’ a uzanan 60 km’ lik bir telgraf hattı kurarak, hattı başkanlık seçimleriyle ilgili haberleri iletmek için kullandı.



TELEFON : 1876’ da Alexander Graham Bell, telefonu icat etti. Bell ve Thomas Watson adlı elektrik mühendisi, bir gönderici ve bir alıcıdan oluşan bir düzenek yaptılar. Alıcı, sesi belli bir elektrik akımına dönüştürüyor ve bu akım bir tel aracılığı ile ahizeye taşınıyordu. Tarihteki ilk telefon görüşmesini, 10 Mart 1876‘ da Bell yapmıştır.



RADYO : 1902’ de İtalyan mucit Guglielmo Marconi, kablo ya da tel olmadan bir yerden diğerlerine mesaj göndermenin yolunu keşfetti. Böylece radyo doğdu. Marconi, radarın mucidi Hertz’ in yapmış olduğu deneyleri kullanarak bulunduğu yerden 9 metre uzaktaki bir kapı zilini çalmayı başarabiliyordu ve bunun için her hangi bir kabloya ihtiyaç duymuyordu. Kullandığı yönteme “elektromanyetik” adını vermişti.



FM RADYO : 1920’ de Edwin Howard Armstrong, FM radyoyu geliştirdi. Elektrik mühendisi Armstrong’ un elektromanyetik ve elektrik alanında yaptığı icatlar çok önemlidir. Fakat onun belki de hepimiz tarafından bilinen icadı, geniş aralıklı yayın yapan FM radyo bandıdır.



SÜPER İLETKEN : 1986’ da George Bednorz, kayıp olmaksızın enerjiyi transfer edebilen bir madde geliştirdi. Böylece “süper iletken” kavramı hayatımıza girmiş oldu. Süper iletkenler, “bilgi çağı” açısından çok önemli gelişmeleridir. Sıradan bir bakır telden iletildiğinde enerjinin yaklaşık % 40’ ı kaybolmaktadır. İşte bu yüzden süper iletkenler insanlığın enerjiyi doğru ve verimli kullanabilmesi açısından çok önemlidir.



UYDU : 4 Ekim 1957’ de Ruslar, ilk uydu Sputnik’ i Dünya yörüngesine yerleştirdi. Dünya’ nın ilk yapay uydusu sadece bir basket topu büyüklüğünde olup 82 kg ağırlığındaydı. Bu minik uydu, 98 dakika içinde yörüngeye yerleştirilmişti. Sputnik, insanoğlu için uzay çağının başlangıcı demekti.



FAKS : 1843’ te üretilen ilk faks makinesi, kabartma harfleri tarayarak elektrik sinyalleri gönderen bir sarkaçtan oluşuyordu. Modern faks makinelerinde ise gönderilen dokümandan yansıyan ışığı algılayan diyotlar kullanılır. 1922’ de Alman fizikçi Arthur Korn, radyo dalgaları ile Avrupa’ dan Amerika’ ya fotoğraf göndermiştir.



HABERLEŞME KULELERİ : Claude Chappe, tepelerin üzerine kurulmuş kulelerden oluşan bir ağ sistemi geliştirdi. Her kulenin üzerinde 49 değişik konuma ayarlanabilen iki uzun oka sahip bir makine vardı. Her konum bir harfe ya da rakama karşılık geliyordu. Operatörler böylece bir kuleden ötekine mesaj gönderebiliyorlardı. Bu sistem çok başarılı oldu ve 4.828 km’ lik bir ağ kulelerle birbirine bağlandı.



ÇENGELLİ İĞNE : Dünya, 1849’ da Walter Hunt tarafından bulunan, çok basit ama faydalı bir ürünle tanıştı: Çengelli İğne. Çengelli iğne, Amerikalı mucit tarafından sadece 15 dolar kazanabilmek amacıyla bir iddia sonucunda ortaya çıkmıştır.

YEMEK ÇUBUKLARI :Yemek çubukları 5000 yıl önce ilk defa Çin’ de kullanılmaya başlandı. Çinliler, daha iyi pişmesi için yiyecekleri çok ufak parçalara ayırıyorlardı. Bunları tutabilmek için de ağaç dallarını kullanıyorlardı. Bugün Çin, Japonya, Vietnam, Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinde yemek çubukları hala yaygın olarak kullanılmaktadır.



EKMEK KIZARTMA MAKİNESİ : 1909’da General Electric şirketi, ilk elektrikli ekmek kızartma makinesini üretti. Dilimlenmiş ekmek, elektrikle ısıtılan bir tel üzerine konuluyordu. Ayarlı bir saat, süre dolduğunda elektriği kesiyor ve ekmeği dışarı doğru itiyordu. Bu sayede sabahları kahvaltı masalarını renklendiren çıtır çıtır ekmeklerin hikayesi doğdu.



MİKRODALGA FIRIN : Yiyecekleri radyo dalgaları ile ısıtan bir fırın fikrinin patentini 1945’ te Amerikalı mucit Percy L. Spencer almıştır. Yiyecekler, mikrodalga adı verilen radyo dalgalarıyla bombardıman edilir, bunun neticesinde moleküler titreşerek yiyeceğin ısınmasını sağlar. Mikrodalga fırınların kapağındaki metal teller ise mikrodalgaların fırından dışarıya çıkıp insanlara zarar vermesine engel olmaktadır.



KAŞIK : Paleolitik zamanlardan beri kullanılan kaşıkların atası deniz kabuklarıdır. Kaşığın Latince ve Yunanca’ daki karşılığı “spiral şekilli sümüklüböceği kabuğu” anlamına gelen “cochlea” kelimesinden türetilmiştir. Günümüzdeki formunu ise MS I. Yüzyılda Romalılar vermiştir.



BIÇAK : Tarihte kesin olarak ne zaman icat edildiği belli olmayan bıçak, günümüzde mutfaklarda ve yemek masalarında dizayn edilseler de tarihin ilk dönemlerinden başlayarak yakın bir zamana kadar öncelikle silah olarak kullanıldı. Ortaçağ Avrupası’ nda ev sahibi masaya bıçak getirmezdi, çünkü herkesin bıçağı belindeydi. Ancak şiddet artmaya başlayınca 1669’ da Fransa Kralı 14. Louis’ in bütün sivri uçlu bıçakların yemek masalarında kullanımını ve sokaklarda taşınmasını yasaklamıştır.



ÇATAL : Çatalı ilk kullananların Yunanlılar olduğu sanılmaktadır. Çatalın yemek masalarındaki kullanımı MS 7. yüzyılda Ortadoğu’ daki zengin ve itibarlı ailelerde görülmektedir. 13. yüzyılda Bizanslılar’ a onlardan da İtalyanlar’ a geçmiştir. Fransa da ise “gösterişe kaçıyor ” diye kabulü yavaş olmuştur. Çatal, 1600’ lerin ortalarından itibaren tekrar itibar kazanmış, kraliyet ailesi ve zengin sofralarının vazgeçilmez lüksü olmuştur. Günümüzde ise hepimizin vazgeçilmez ihtiyacıdır.



MEKANİK SAAT : 999’ da Gerbert, insanoğlunun zamanı ölçebilme arzusuna hizmet etmek için yepyeni bir ürün sundu. Fransız keşiş ve sonrasında Papa olan Gerbert’ in ağırlıklar kullanarak çalışan ilk mekanik saati günümüze kadar pek çok kez geliştirildi.



HASSAS SARKAÇLI SAAT: Galileo’ nun sarkaç teorisini üretmesinden sonra daha kesin zaman ölçümü yapılabilir miydi? 1656’ da Christian Huygens, bu noktadan hareketle, sarkacın hareketini bir dizi dişli çark üzerinden saatin kollarına iletirken, bir yandan da sarkacın sürekli salınım halinde tutmanın yolunu bularak ilk hassas sarkaçlı saati geliştirdi.



DİKİŞ MAKİNESİ : 1830’ da Barthelemy Thimonnier dikiş makinesini icat etti. Makinede ayak pedalıyla döndürülen bir tekerlek, iğneyi kaldırıp indiriyordu. Fakat o dönemlerde pek çok terzi, işini kaybedeceği korkusuyla bu makinelerin 80 tanesini tahrip etmişti.



FERMUAR : Fermuarın icadında her ne kadar tek bir mucitten söz etmek zor olsa da asıl katkıyı 1893’ de W.L. Hudson’ un yaptığı söylenebilir. Fermuarın hayatımıza girmesi oldukça zaman almıştır. İlk fermuar tasarımının o kadar ürkütücü bir görüntüsü vardı ki pek çok üretici seri üretimi yapmayı reddetmişti. Fermuar, günümüze kadar gelişmiş ve hayatımızdaki pratik malzemelerden biri olarak yerini almıştır.



ELEKTRİK ISITICILI ÜTÜ : 1882’ de Henry Seely, elektrik ısıtıcılı ütüyü geliştirdi. İlk ütüler, içine kor halinde kömür konularak ısıtılırdı. Seely’ nin ütüsünün içinde ise elektrikli bir ısıtıcı bulunuyordu. Böylece ütü, zor kullanılan bir ev aleti olmaktan çıkmıştı.



ÜTÜ MASASI : Ütü yaparken yeterince iyi sonuç alamamaktan şikayetçi olan Afrikalı Sarah Boone adlı bir ev kadını, 1892 yılında kendisi için bir ütü masası geliştirdi. Böylece tarihin ilk ütü masası ortaya çıkmış oldu.



ELEKTRİKLİ SÜPÜRGE : 1901’ de Hubert Booth, elektrikli süpürgeyi icat etti. Booth’ un elektrikli süpürgesi o kadar büyüktü ki atlı bir arabayla çekilmesi gerekiyordu. Fakat süpürgenin performansı gayet iyiydi; öyle ki İngiliz Kralı VII. Edward taç giyme töreninden önce salondaki halının bu süpürge ile temizlenmesini istemişti.



ELEKTRİKLİ BUZDOLABI : İlk elektrikli buzdolabı, Karl Linde tarafından 1877’ de geliştirildi. Yiyeceklerin bozulmadan saklanabilmesi için gereken, ortamın soğuk olması koşulu, ilk defa Karl Linde tarafından yapay olarak sağlanmıştı. Linde’ nin cihazı, yiyecek kabininin arkasına freon gazı yerine metil ether adlı son derece patlayıcı bir gaz pompalıyordu. Bu yüzden pek yaygınlaşmadı. Freon gazı kullanılan ilk buzdolabını ise Balzer Von Platen ve Carl Munters birlikte tasarlamıştı.



BULAŞIK MAKİNESİ : 1889’ da W. A. Cockran adındaki maharetli kadın mucit, tarihin ilk elektrikle çalışan ilk bulaşık makinesini üretti. Sistem çok basitti. Bir fiskiye, boru yardımıyla gelen tazyikli suyu tabakların üzerine eşit dağıtıyor ve bulaşıkları temizliyordu.



ÇAMAŞIR MAKİNESİ : 1906’ da Ala Fischer, çamaşır makinesini icat etti. Makinenin içine yatay olarak yerleştirilmiş metal tambura kirli çamaşırlar konuluyordu. Tambur, elektrik yardımıyla döndürülüyor ve hareket sırasında çamaşırlar sürekli suyla temas ederek temizlenmiş oluyordu. İlk kurutuculu çamaşır makinesi ise 1924’ te üretildi. Çamaşır makineleri sürekli gelişerek günümüzdeki halini aldı.

Çiçekli bitkilerde çiçeğin görevi nedir?

Çiçek örtüsü




Üreme organlarını dıştan sararak onları dış etkilerden korur. Doğrudan üremeye katılmadığı için 'verimsiz kısım' olarak da adlandırılır.

Dikotil bitkilerde çiçek örtüsü 2 kısımdan oluşur: Çanak yapraklar (sepal) ve taç yapraklar (petal).



Çanak yapraklar (sepal)



Çiçeğin yeşil veya kahverengi tonlarında olan küçük yapraklardır. Bu yapraklar, çiçek tomurcuk halindeyken onu dış etmenlerden korur.



Taç yapraklar (petal)



Çiçeğin en gösterişli kısmıdır. Üreme organlarının dışında bulunur. Gösterişli yapısı ve renkleriyle birçok canlıyı cezbederek tozlaşmada önemli bir role sahiptir. Ayrıca hücresindeki golgi aygıtı adlı organel sayesinde güzel koku salgılar. İçindeki kromoplast organeli ise yeşil hariç diğer renkleri salgılar. Bu da tozlaşmada önemli rol oynar.

Monokotil bitkilerde çiçek örtüsü 'tepal' adı verilen bir kısımdan oluşur. Taç yapraklar gösterişli, güzel kokan ve renkli olduklarından böcekleri kendilerine çeker ve bu olay sonucunda arılar veya böcekler polen depo etmiş olurlar.



Üreme organları



Üreme işlevini yerine getirerek neslin devamlılığını sağlar. Bu nedenle 'verimli kısım' olarak da adlandırılır.







Dişi üreme organı



Ovaryum (yumurtalık), stilus (boyuncuk) ve stigma (tepecik) olmak üzere üç kısımdan oluşur. Ovaryum, dişi üreme organının en alt kısmında bulunur ve tohum taslaklarını taşır. Stilus, dişi üreme organının ortasında bulunur ve stigmada çimlenen polenlerin ovaryuma ulaşmasını sağlar. Stigma ise, tozlaşma ile gelen polenlerin dişi organa tutunmasını ve çimlenmesini sağlar. Ayrıca çiçeklerin güzel kokup renkli olmaları arıları ve bocekleri kendilerine çekmektedir.



Çiçek sapı [değiştir]



Pedisel olarak da adlandırılan bu kısım, çiçeği taşır. Saplı çiçeklere 'pedisellat çiçek', sapsız çiçeklere de 'sessil çiçek' adı verilir.



Tozlaşma



Tozlaşma erkek üreme organında üretilen polenin dişi üreme organında olan yumurtaya ulaşmasıdır. Tozlaşma su, rüzgar ve böcekler yardımı ile olur.

Haritalardaki renkler ve işaretler ne anlama gelir?

HARİTA KENAR BİLGİLERİ VE SEMBOLLERİ:


Haritaların kenarlarında standartlaştırılmış bazı bilgiler ve semboller bulunur. Bu bilgiler haritanın ölçeği, haritadaki demiryolu, köprü, bataklık gibi sembollerin anlamları, renklerin açıklamaları gibi bilgilerdir.

Ölçek;

1/100,000 ölçekli haritada; 1 cm. lik ölçülen yer gerçekte 100,000 cm veya 1000 metre veya 1 kilometredir.

1/25,000 ölçekli haritada; 1cm.lik ölçülen yer gerçekte 25,000 cm veya 250 metre dir.

1500 m.lik yürüyüş mesafesi 1/50,000 lik haritada 1500/50,000 = 3 cm olarak gösterilir.

Renkler;

Siyah: İnsan tarafından yapılan şeyleri gösterir. Demiryolu, köprü, baca, isimler

Mavi: Suyun göstergesidir. Derinliğe göre koyulaşır. Deniz, göl, nehir, çay

Yeşil: Orman , otlak ve verimli toprakları gösterir. Koyu renk yoğunluğu gösterir.

Kahverengi: Yükseltileri gösterir. Koyulaştıkça yükseklik artıyor demektir.

Coğrafi koordinatlar;

Coğrafi koordinatlar Enlem ve Boylam olarak haritalarda kenar bilgisi olarak verilir. Ayrıca GPS yardımıyla da koordinatlarımızı çok hassas bulabiliriz.

Örnek: Enlem 38 45′ 30” (Kuzey) Boylam 35 37′ 45” (Doğu)

Temel Kuzey istikametleri;

Coğrafi kuzey: Hakiki Kuzey yani kuzey kutbu istikameti olup haritalardaki meridyenlerin gösterdiği istikamettedir. Sabittir , değişmez.

Manyetik kuzey: Pusula ibresinin gösterdiği kuzey olup zamana bağlı olarak değişkendir.

Grid kuzeyi: O bölgedeki meridyene çizilen teğetin gösterdiği istikametedir. Sabittir.

Doğal sapma açısı: Manyetik kuzeyle coğrafi kuzey arasındaki açıdır. Manyetik kuzey zamana bağlı değişken olduğundan Coğrafi kuzeyin doğusunda veya batısında olabilir. Harita kenar bilgilerinde yıllık değişim miktarı belirtilir. Yıllık değişim eksi ise manyetik kuzey hakiki kuzeye yaklaşır. Yıllık değişim artı ise manyetik kuzey hakiki kuzeyden uzaklaşır. Örnek 1990 yılında Sapma açısı 3 derece 14 dakika dır. Yıllık sapma eksi 0.9 dakikadır. 1999 için 9 yıl X 0.9 = 8.1 dakikalık daha sapma olur. 1999 Sapma açısı 3 derece 6 dakika dır. (3 derece 14 dakika – 8 dakika). Her geçen yıl manyetik kuzey hakiki kuzeye yaklaşmaktadır.



HARİTA

Yeryüzünün tamamının veya bir bölümünün kuşbakışı görünüşünün belli bir ölçeğe göre küçülterek kağıt üzerine çizimine harita denir.

HARİTALARDA DEĞİŞİK RENKLER HANGİ YÜZEY ŞEKİLLERİNİ GÖSTERİR?

YEŞİL: Çukur yerleri ve denizden az yüksek yerleri gösterir. Yeşilden sarıya, turuncuya ve açık kahverengiye gidildikçe yüksekliğin arttığı anlaşılır.

SARI: Yaylaları ve yüksek ovaları gösterir.

KAHVERENGİ: Dağları gösterir.

KOYU KAHVERENGİ: Yüksek dağları gösterir.

MAVİ: Denizleri ve gölleri gösterir.

AÇIK MAVİ: Denizlerin az derin yerlerini gösterir. Mavi koyulaştıkça derinliğin arttığı anlaşılır.

KIRMIZI: Sınırları gösterir.

yeryüzünün bir parçasının yukardan kuşbakışı görünümünün matematik yöntemlerle küçültülerek ve üzerine özel işaretler koyarak bir düzlem üzerine çizilmiş şekline HARİTA deriz. Haritaların kolay ve anlaşılır olabilmesi için en gerekli ayrıntılara yer verilir. Harita üzerindeki iki nokta arasındaki uzunluğun, arazide aynı iki noktanın arasındaki ölçülen yatay mesafesine olan oranını ÖLÇEK olarak adlandırırız. Haritaların alt köşelerinde hangi ölçekte yapıldıklarını gösteren işaretler vardır(1:500000 – 1:250000 – 1:50000 – 1:25000 gibi).Bir haritada bu ölçeğin paydasında yer alan rakam ne kadar büyük olursa haritanın ölçeği o kadar küçük olur.1:50000 ölçekli bir harita üzerindeki 1 cm gerçekte 50000cm karşılık gelir(500m).Bütün ölçekli haritalarda her bir kare 1 km2 dir.
 
Haritalardaki renkler ve işaretler ne anlama gelir?

Kekemelik nasıl düzelir?

KEKEMELİK


Tanımı: Çok sık rastlanan bir konuşma bozukluğudur.

Nedenleri: Gırtlak çevresi kaslarının uyumlu çalışmaması neden olur. Kekemelik çocukluk döneminde olduğu gibi yetiş­kinlikte ya da daha ileri yaşlarda da belirebilir. Fizyolojik ola­bildiği gibi psikolojik olarak da otaya çıkabilir. Kekemelikle birlikte, solaklığın, bir ailenin çeşitli bireylerinde görülebilmesi; asıl nedenin beynin üstün olan yanküresinin tam olmayan haki­miyetinden doğduğuna işaret etmektedir.

Fizyolojik tip kekemelikte, konuşma ve soluk alma egzersizleriyle birlikte varsa kekemelikten ötürü belirebilen psikolo­jik sorunlann uzmanlar tarafından bertaraf edilmesine çalışılma­lıdır. İleri yaşlarda ortaya çıkan psikolojik kekemeliğin tedavisi ise, asıl endişe durumunun giderilmesiyle mümkündür.

Öneriler: Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç ısırgan otu katılıp kaynatılmasının ardından, süzülerek elde edilen po­sası, bir tülbentin arasına konularak enseye kompres yapılır.

* İki avuç ince kıyılmış taze binbirdelik otu çiçeği bir şişenin boğazına kadar doldurulur ve üzerine ağzına kadar saf ispirto ek­lenerek, ağzı sıkıca kapatıldıktan sonra şişe iki hafta boyunca gü­neş görebileceği veya sıcak bir yerde bekletilir. Günde bir yemek kaşığı suyun içine 10-15 damla damlatılarak kullanılır.

* Bir havanın içine birer tatlı kaşığı kuru papatya ile nane katılıp iyice dövüldükten sonra bir çay fincanı süzme balın içine katılıp macun haline getirilir ve bir tatlı kaşığı ağzın içine alına­rak yutulmadan elden geldiğince dil ile ağız içinde çevrilir.

* İki avuç ince kıyılmış güneş altında toplanmış ve taze binbirdelik otu çiçeği bir şişenin boğazına kadar doldurulur ve üzerine ağzına kadar saf zeytinyağı eklenerek, ağzı sıkıca kapa­tıldıktan sonra şişe 2-3 hafta boyunca güneş görebileceği veya sıcak bir yerde bekletilir.

Bu müddet sonunda şişenin içindeki yağ kırmızı bir renk aldıktan sonra temiz bir şişenin içine posasıda sıkılmak şartıyla bir tülbent yardımıyla süzülür. Bu yağ ile günde bir defa dıştan gırtlak çevresine masaj yapılır.

* Bir çay fincanı kaynar suyun içine bir çay kaşığı ince kıyıl­mış kedi otu katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde iki kez, sabah ve akşam olmak üzere içilir.

* Bir su bardağı kaynarsuyun içine havanda dövülerek toz haline getirilmiş olan bir çay kaşığı hardal tohumu ile bir çay kaşığı kekik katılıp, ılıması beklendikten sonra gargara yapıla­rak kullanılır. Bu işlem sabah ve akşam tekrar edilerek yapılır.

Çocuklarda Kekemelik

iki tür kekemelik vardır ve çok kere ikisi birlikte görülür. Bir tür kekemelikte, bir hece tümceye başlamadan önce veya tümce içinde çırpıntılı biçimde tekrarla­nır; öteki tür bozuklukta ise sözcüklerin düzgün söylenişini geçici olarak engel­leyen kas tutukluğu görülür.

Kekemelik konuşmanın gittikçe daha karmaşık bir durum aldığı zamanda, yani üc vaşına doğru ortaya çıkabilir.

Başlangıçta bu durumdan endişe duy­maya gerek yoktur.

Kekemeler genellikle heyecanlı, ürkek kişilerdir. Çok büyük bir heyecan, ana baba veya kardeşleriyle olan bir geçim­sizlik, gergin bir aile havası, yeni bir çevreye uyma zorunluğu (örneğin, ruh­sal yönden hazır olmadığı bir devrede kreşe verilmesi) terkedilme ya da suçlu­luk duygusu yaratır.

Bu da kimi zaman kekemeliğe veya eskiden var olan hafif bir kusurun ağırlaşmasına yol açar. Kekemelik eğitimdeki bir yanlışlığın so­nucu da olabilir. Ana baba, kendiliğin­den kaybolabilecek hafif bir kusuru ıs­rarla düzeltmeye çalışarak bu konuda bir kompleks doğmasına ve kusurun yer­leşmesine sebep olabilirler.

Aile birey­lerinden biri kekeliyorsa çocuktaki ku­sur taklitle veya kalıtımla ilgilidir. Ha­reket sisteminin gelişmesindeki gecik­me, el kol hareketlerindeki uyumsuzluk ve kimi zaman solaklığın zorla gideril­meye çalışılması da kekemeliğe yol aça­bilir.

Genellikle, çocuğu etkileyen ger­ginlik, heyecan, sıkıntı nedenlerini orta­dan kaldırmak ve kusuru aşırı zorlama­larla düzeltmeye çalışmamak en iyisidir. Tedavi için en uygun yöntemi ancak, çocuğun yaşını ve kusurun derecesini göz önünde tutacak bir uzman saptaya­bilir.

Ağır durumlarda bir sinir hastalık­ları uzmanının veya ruhbilimcinin yar­dımı zorunludur.

Marmara Bölgesi'nde yer alan dağlar hangileridir?

Marmara Bölgesi Dağları






Marmara Bölgesi, ortalama yükseltisi en az bölgedir. Fazla engebeli bir yapıya sahip değildir. Yerşekilleri sade olduğu için ulaşımı da kolaydır. Dağınık yerleşmiş çeşitli dağları vardır. Bunların en büyüğü Bursa'daki Uludağ'dır. Yüksekliği 2543 metredir.



Marmara Bölgesi'nin Dağları:



Yıldız Dağları

Koru Dağları

Biga Dağları

Kapıdağ

Uludağ

Samanlı Dağları

Domaniç Dağı

Koru Dağı

Işıklar Dağı

Bolu Dağı

Armutçuk Dağı

Kazdağı

Elmacık Dağı

Istanbul'daki Osmanlı eserleri nelerdir?

İstanbul'un tarihi eserleri


Anlatmakla bitmeyecek İstanbul'un tarihi eserlerini ve gezilmesi gereken yerlerini elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Umarım beğenirsiniz.



TOPKAPI SARAYI



TOPKAPI SARAYI 15-19 uncu yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezinde bulunan Topkapı Sarayı, labirentleriyle, Boğaz, Haliç ve Marmara Denizi'nin sularının karıştığı noktada, bir kara parçası üzerinde yer almaktadır. Yeni sarayın (Topkapı Sarayının) yapımına 1466'dan sonra başlanmış ve Fatih ölmeden birkaç sene önce 1478'de tamamlanmıştır. Bu saray diğer Avrupa Sarayları gibi tek bir binada olmayıp çeşitli köşk ve dairelerden oluşmuştur. İlk olarak yapılan Çinili Köşk Sırça Saray'dır ve 1472'de bitmiştir. Orta Asya mimarisi karakterinde ve iki katlı köşk 1875'te Arkeoloji, 1908 senesinde de Türk İslam Eserleri Müzesi olmuştur. 1953'te ise Fatih Eserleri Müzesi olarak açılmıştır. Çinili Köşkü, Kubbealtı Arzodası, Hasoda, Hazine, Kiler ve Seferliler gibi koğuşlar, mutfakların bir kısmı, hastalar odası, hamam şimdi kütüphane olan Ağalar Cami, ahır ve diğer binaların yapımı izlemiş ve son olarak da yapı 1478'de Saray surlarının ve Bab-ı Humayun denen Sultanahmet yönündeki asıl kapının inşaatı ile tamamlanmıştır.



Fatih devrinde ortalama 750 kişi olan saray halkı gittikçe artmış ve XIX. yüzyılda normal günlerde 5000, bayram günleri gibi fevkalade zamanlarda ise 10.000'i bulmuştur. Bu sebeple bu saraya zamanla yeni yeni ilaveler yapılmıştır.



Topkapı Sarayı Harem kısmı III. Sultan Murat devrinde 1574 - 1595 yıllarında yapılmış ve ondan sonra Bayazıt'daki harem halkı buraya nakledilmiştir. XIX. yüzyıl başlarında harem halkı 474 kişi idi. Harem'e girerken Kızlar Ağası Dairesi ve onun üst katında da küçük şehzadelerle Sultanlar için Şehzadeler Mektebi vardı. Sarayda zamanla Enderun Mektebi, Hekimbaşı Odası, Enderun Eczanesi, iç avlulardaki köşklerle Sarayburnu sahillerinde yazlık köşkler yapılmış, mutfaklar, ahırlar genişletilmiş, yeni yeni cami ve küyüphaneler ilave edilmiştir.



DOLMABAHÇE SARAYI



DOLMABAHÇE SARAYI 19 uncu yüzyılda Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı'nın cephesi Boğaz'ın Avrupa kıyısında 600 m boyunca uzanmaktadır. Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit'in mimarı Karabet Balyanın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Saraylarının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir.



Dolmabahçe Sarayı üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü iki abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır. Büyük, 56 sütunlu kabul salonu 750 ışıkla aydınlanan 4.5 tonluk muazzam kristal avizesi ile ziyaretçileri hayrete düşürür.



Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştır. Iç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiç bir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkarlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tona sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halılar, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidir. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süsler. Pırıl pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergiler.



Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m. yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize asılı durur. Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı. Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir. Altı hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştır.



Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkarlar bölümleri bulunmaktadır. Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmiştir. Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir. Cumhuriyet döneminde, Atatürk'ün Istanbul ziyaretlerinde ikametgah olarak kullanıldığı sarayda en önemli olay, 1938'de Atatürk'ün ölümüdür. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



ÇIRAĞAN SARAYI



ÇIRAĞAN SARAYI Haliç ve Boğaziçinin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan 1910 yılında yanmıştır. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yIında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimar Serkis Balyan'a yaptırılmıştı. Dört yılda dört milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları, zengin döşenmiş mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi'nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir otele dönüştürülmüştür.



BEYLERBEYİ SARAYI



BEYLERBEYİ SARAYI Boğaziçi Köprüsü Asya kulesinin dikili olduğu Beylerbeyi, Bizanstan beri saraylara tahsis edilmiş güzel bir semttir. Beylerbeyi Sarayı 1861-1865 yıllarında, eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Cephe ve iç dekorasyonda Doğu ve Türk motifleri, Batı süs öğeleri ile birlikte kullanılmıştır. Dolmabahçe Sarayının havasını taşıyan üç katlı yapı, harem ve selamlık bölümlerini oluşturan 26 oda ve altı salondan ibarettir. Bu küçük sarayın içi her biri küçük çapta bir servet olan Bohemya avizeleri, Yıldız imalatı çiniler ve seramik vazolarla süslenmiştir.Yaldızlı mobilyaları ile nefis halıları buraya ayrı bir güzellik vermektedir. Otantik mobilyalar, halılar, perdeler ve diğer eşyalar olduğu gibi korunmuşlardır. Denize bakan cephe süsleri, bakımlı bahçe ve orta bölümdeki havuzlu salon ile spiral merdivenler dikkat çeken yerlerdir. Arka yamaçta bir büyük havuz, teraslar ve türünün güzel örneği at ahırları yer almıştır. 1970'li yıllara kadar kullanılan eski yol bir tünel saray bahçesinin altından geçerdi. Sahilde iki küçük seyir köşkü bulunan sarayda devlet misafirleri de ağırlanırdı. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



YILDIZ SARAYI



YILDIZ SARAYI Boğaziçine hakim tepeler ve vadileri kaplayan geniş alan üzerine serpiştirilmiş, yüksek duvarların çevrelediği avlular içerisinde köşkler, bahçeler kompleksidir. İstanbul'un bu ikinci büyük sarayı günümüzde değişik hizmetlere ayrılmış, bölünmüş durumu ile gelmiştir. Yıldız Sarayı, III.Selim'in annesi Mihrişah Sultan tarafından ilk yaptırılan bir köşkler bütünüdür. II.Mahmut Yıldız adını verdiği ikinci bir köşk yaptırmış, bu isim daha sonra Abdülmecit, Abdülaziz ve Abdülhamit'in hükümdarlığında yaptırılan bütün gruba geçmiştir. Sultan Abdüaziz zamanında köşkler çoğalmaya başlamış, Malta, Çit, Çadır, Şale Köşkleri yapılmış, koru usta bahçevanların elinde bakir görünüşüne dokunulmadan düzenlenmiştir. Sultan Abdülhamit, burada 32 yıl yaşamış, 33 yıllık saltanatında, şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi daire ve haremi olarak kullanmıştır. Yönetim Kısımları'na ilaveten Yıldız Sarayı'nda birçok bölüm ve bir de cami bulunmaktadır. 19 uncu yüzyılın sonunda, II. Abdülhamit zamanında tamamlanmıştır. Yapıların en büyük ve zarifi Şale, sultanların nasıl bir lüks içinde yaşayıp eğlendiklerini göstermektedir. Dünyanın her yöresinden getirilen çiçekler, ağaçlar ve bodur bitkilerle bezeli büyük saray parkından Boğaz'ın panoramik görüntüsü çok güzeldir. Restorasyon çalışmaları nedeniyle sadece Şale ve park halka açıktır. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır. )



İstanbul'un ünlü camileri arasında Sultanahmet Cami, Süleymaniye Cami, Rüstem Paşa Cami, Fatih Cami, Eyüp Cami, Yeni Cami, Sokullu Mehmet Paşa Cami ve Mihrimah Sultan Cami sayılabilir.



Kente pek çok kilise ve manastır faal durumdadır. Bir kısmı ise cami haline dönüştürülmüştür. Studios Manastin Kilisesi , Sergios-Bakhos Kilisesi, Hagia Eirene Kilisesi, Pantakrator Manastir Kilisesi, Vefa Kilisesi (Hagios Theoderos), Nyrelaion Manastır Kilisesi, Eglise D'hagia Thekla Manastırı, Eski İmaret Cami (Pantepoptes Manastin Kilisesi), Kalenderhane Cami (Akataleotos Manastırı), Fenari İsa Cami (Lios Manastır Kilisesi) ve Fethiye Cami (Pammakaristos Manastr Kilisesi) ünlüleridir.



İnanç Turizmi





Üçgeni andıran eski Istanbul yarımadasının etrafı 5. yüzyılda Roma döneminde yapılan, 22 km.yi bulan surlarla çevrilidir. Byzantion şehir sitesi, kurulmasından itibaren batı yönüne doğru genişleyerek 4 defa yeni surlarla çevrilmiştir. Marmara Denizi ve Haliç kıyıları da tek sıra fakat güçlü surlarla çevrili idi. Şehrin akropolisini çevreleyen surlardan, 3. yüzyılda yapılmış İmparator Septimus Severius ve 320'de Büyük Konstantin'in yaptırdığı 3. sur tamamen yıkılmıştır. Kara surları deniz kıyısından başlayarak tepeleri ve vadileri geçerek Haliç surlarına iner.







Yedikule

Bu surlardaki en görkemli kapı, Marmara Denizi'ne yakın olan "Altın Kapı" idi. Bu Imparator merasim kapısı, iki mermer kule arasında zafer takı gibi yerleştirilmişti. Zaferden dönen ordular, Imparator ve erkanı şehre bu kapıdan girerdi. Burayı çevreleyen Türk devri eseri 5 kule ilavesi ile 7 kule, bir iç kale haline sokulmuştu. Zaman içerisinde hazine, depo ve elçi hapishanesi olarak kullanılmış iken, günümüzde enteresan girişi ve "Altın Kapı" kuleleri ile şehrin bir diğer müzesidir. Yaz aylannda çeşitli etkinlikler ve konserler yapılmaktadır.



Anadolu Hisarı

Karadeniz'in tek çıkışı Boğaziçi'nin Asya kısmında yer alan hisar, 1390'lı yıllarında Sultan Bayazıt tarafından yaptırılmıştır. Karşı kıyıdakı Rumelihisarı ile birlikte Boğaziçi transit geçişinin tam kontrol altında tutulması sağlayan bu küçük kale, burçlarına yaslanan eski ahşap evler ve civarı ile pitoresk bir manzara oluşturur.



Rumeli Hisarı

İstanbul Boğazı'nın Rumeli yakasındadır. Bizans'a kuzeyden yardım gelmesini önlemek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında yaptırılmıştır. Üç büyük kule yapımını üstlenen Çandarlı Kara Halil, Saruca ve Zaganos Paşaların adlarıyla anılır.





Kapalı Çarşı

Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkanı ile dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı olan "Kapalı Çarşı" İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. 15. yüzyıldan kalma duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alışveriş merkezi haline getirilmiştir. Geçmişte burası, her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatın sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşıydı. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkanları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. İstanbul'u ziyarete gelen turist grupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük alışveriş merkezleri tarafından sağlanmaktadır.



Mısır Çarşısı

İstanbul'un ikinci kapalı çarşısıdır. IV. Mehmet'in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından Yeni Cami'ye vakıf olarak yaptırılmıştır. Çarşıda 6 kapı vardır. Bunlardan 3'ü revak olup, yapıyı daha da güzelleştirmektedir.



Bakırcılar Çarşısı

İstanbulun özellikle yabancıların dikkatini çeken, bir çarşısı da Beyazıttaki Bakırcılar Çarşısıdır. Şimdiki İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesinin doğu ve kuzey duvarları altında bir sıra dükkan halindedir. Burada çeşitli bakır işi levha bakırdan döğme olarak elle yapılmakta ve kazan tencere, kuşhane, sahan, tava, tas, leğen, ibrik, güğüm, bakraç, kova, maşrapa, sini, mangal, şamdan, bakırdan, "gülabdab" olarak satılmaktadır.



Kapalı Çarşı

( Kuleli Cami Altındaki Kapalı Çarşı ) Üstü kapalı çarşıların bir örneği de, 19 yüzyılda yapılan son senelerde restore edilen Laleli Camii altı dükkanlarıdır.



Kız Kulesi

İstanbulun sembolü olan Kız Kulesi, Boğaz girişindeki kayalık üzerine kurulmuş küçük, şirin bir kuledir. Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılan kule günümüzde turizme tahsis edilmiştir. Batı kaynakları burayı sevgilisi Hera'ya kavuşmak için yüzerken boğulan Leander'in kulesi olarak tanıtır. Bir diğer hikayeye göre de burası, kızının yılan tarafindan sokulacağını rüyalarında gören İmparatorun, emniyette olması için genç kızı yerleştirdiği kule idi. Meyve sepeti içinde gelen yılan trajediye sebep olur.



Galata Kulesi

Bizanslıların Cenevizliler aleyhine hareketlerine karşılık, Cenevizliler tarafından yapılmıştır. Bölgeyi her türlü saldırıdan korumak için de bu kuleyi yaptırmışlardı. Kulede büyük sahanlığa kadar duvar içinde dönerek çıkan bir taş merdiven vardır. Son yıllarda 1967'de restore edilmiş, içine asansör konmuş, diğer katlarına da lokanta yapılmıştır.



Beyazıt Kulesi

Bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerdeki yapı (eski saray), II. Mahmut devrinde Milli Savunma Bakanlığı (Seraskerlik) olarak kullanılmıştır. Seraskerliğin avlusundaki ahşap kule, yangın gözcüleri için uzun süre varlığını sürdürmüştür. II. Mahmut, daha güzelini yaptırtmak için bu kuleyi yıktırmıştır ve kitabesine göre, onun emri ile, 1828 yılında Serasker Hüseyin Paşa tarafından o devrin mimari özelliklerini yansıtan, kagir bir kule yapılmıştır. 50 m yüksekliğindeki bu abide, belirgin kütlesiyle, kente karekteristik bir çizgi kazandırmaktadır. Ahşap bir merdivenle çıkılan yukarıdaki sahanlık, şehrin büyük bir kısmını kuşbakışı seyretme olanağı sağlar.



AYASOFYA MÜZESİ

Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son ünik uygulama olarak görülen Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür. Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır. Bu nedenle, Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra, mimarisi, mozaikleri ve Türk çağı yapıları ile yüzyıllar boyunca tüm insanlığın ilgisini çekmiştir. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuş, 1935'ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir. Bizans tarihçileri tarafından İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığı ileri sürülen ilk Ayasofya bir ayaklanma sonunda yanmış, bu yapıdan günümüze hiç bir kalıntı gelmemiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofya'yı ikinci defa yaptırmış ve 415'te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532'de Nika ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar, sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır. İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya'dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos'lu İsidoros ve Tralles'i Anthemios'a günümüze ulaşan Ayasofya'yı yaptırmıştır. Anadolu'nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya'da kullanılmak üzere İstanbul'a getirilmiştir. Ayasofya'nın yapımına 23 Aralık 532'de başlanmış, 27 Aralık 537'de tamamlanmıştır. Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir. İç mekân, 100 x 70 m. ölçüsünde olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. yüksekliğinde, 30.31 m. çapında kubbe ile örtülmüştür. Ayasofya'nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır. En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan mozaiklerdir. Figürlü mozaikler IX.-XII. yüzyıllarda yapılmıştır. Bunlar İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülmektedir. Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli onarımlar görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin Kuran'dan alınma bir suresi ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Bu levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Ebu Bekir, Hüseyin'in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır. Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmut'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Müze pazartesi dışında hergün 09.30-16.30 saatleri arasında gezilebilir. ÇİNİLİ KÖŞK: 15 inci yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet zamanında bir köşk veya pavyon şeklinde yaptırılmıştır. İznik parçaları dahil 16'nci yüzyıl Selçuk ve Osmanlı çömlek ve çini sanatının en iyi örneklerini barındıran Türk Seramikleri Müzesi yer almaktadır.

Müze tel+90-212) 528 45 00

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır



AYA İRİNİ

İstanbul'da yapılan ilk kilisedir. Konstantin'in emri üzerine 4'üncü yüzyılda yapılmış, sonradan Jüstinyen zamanında restore edilmiştir. Yapı, Hıristiyanlık öncesi dönemi tapınağının üzerine inşa edilmiştir.

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır



TÜRK İSLAM ESERLERİ MÜZESİ

Müzede Türk ve İslam sanatı eserleri sergilenmektedir. Bina, 1524'de Muhteşem Süleyman'ın Baş Veziri İbrahim Paşa tarafından ikametgahı olarak yaptırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminin en büyük özel konutudur. Bugün, zarif seramik koleksiyonlarının, minyatürlerin, hat sanatı örneklerinin, tekstillerin, en eski halıların yanında ağaç oyma eserlerin sergilendiği bir mekandır.

Müze Tel+90-212) 518 18 05

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır.



TÜRK HALILARI MÜZESİ

İbrahim Paşa Sarayı'nın bulunduğu sokağın karşısındadır. Türkiye'nin her yöresinden toplanan çok güzel antika halı ve kilimler sergilenmektedir.

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır



YEREBATAN SARNICI

Bizans Sarnıcı olarak da anılan sarnıç, Ayasofya'nın yakınındadır. Büyük salonun ince tuğla kemerleri 136 adet korint stili sutünla desteklenmektedir.

Ziyarete açık günler : Salı hariç her gün açıktır



MOZAİK MÜZESİ

Mozaik Müzesi, Bizans imparatorlarının Büyük Sarayı'ndan kalmadır. 5. ve 6'ncı yüzyıl nadide mozaik döşemeler burada korunmaktadır.

Müze Tel+90-212) 511 97 00

Ziyarete açık günler : Salı hariç her gün açıktır



KARİYE MÜZESİ

11. yüzyıl eseridir ve "Hz. İsa" Kilisesi adıyla da anılır. İstanbul'da Ayasofya'dan sonra en önemli Bizans yapısıdır. İstanbul Edirnekapı yakınlarında yer alan mozaik ve freksleriyle ünlü bu kilise Bizans İmparatoru Alexius Komnenos'un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından yaptırılarak Hz. İsa'ya ithaf edilmiş daha sonra büyütülmüştür. Hz. İsa ve Hz. Meryem'in yaşantılarını sahneleyen mozaik ve fresklerinin çoğu 1305-1320 yıllarında yapılmıştır. II. Bayazıt döneminde camiye çevrilen kilise Cumhuriyet döneminde 1929'da restore edilmiş, mozaikleri meydana çıkarıldıktan sonra müze olarak ziyarete açılmıştır. Bu arada, müze ziyareti sonrasında Kilise'yi çevreleyen ahşap evlerde, şehrin koşuşturan ortamından uzakta, rahat bir atmosfer içinde çay ve kahve sunulmaktadır.

Müze Tel+90-212) 523 30 09

Ziyarete açık günler : Salı hariç her gün açıktır



HAVACILIK MÜZESİ

Yeşilköy'dedir. Türk havacılığının gelişmesi teması üzerine kurulmuştur.

Ziyarete açık günler : Salı hariç her gün açıktır



ASKERİ MÜZE

Seferlerde Osmanlı orduları tarafından kullanılan büyük saha çadırları Askeri Müze'de sergilenmektedir. Osmanlı silah ve askeri teçhizatları da sergide yer almaktadır. Osmanlı askeri bandosu, Mehter Takımı öğleden sonraları saat 15.00-16.00 arasında Osmanlı askeri müziği ile gösteri yapmaktadır.

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır



ATATÜRK MÜZESİ

Şişli'de Atatürk'ün oturduğu ev daha sonra onun anısına müzeye dönüştürülmüştür. Kişisel eşyaları sergilenmektedir.

Ziyarete açık günler : Pazartesi ve Salı hariç her gün açıktır



DENİZCİLİK MÜZESİ

Beşiktaş'tadır. Osmanlı denizcilik tarihine ait bir çok ilginç eserler yanında, sultanların Boğazı geçerken kullandıkları "saltanat kayıkları" da sergilenmektedir.

Ziyarete açık günler : Cumartesi ve Pazar hariç her gün açıktır



GÜZEL SANATLAR MÜZESİ

Beşiktaş'taki Güzel Sanatlar Müzesi'nde 19. uncu yüzyılın sonundan günümüze uzanan döneme ait Türk resim ve heykel örnekleri yer almaktadır.

Ziyarete açık günler : Pazartesi ve perşembe hariç her gün açıktır



ŞEHİR MÜZESİ

Yıldız Sarayı'nın bahçesindeki Şehir Müzesi'nde ise Osmanlı fethinden bu yana İstanbul'un tarihi ile ilgili belgeleri korumaktadır.

Ziyarete açık günler : Perşembe hariç her gün açıktır. Yine Yıldız Sarayı bahçesinde çok zengin dekor ve sahnesi, zarif kostümleri ile Tiyatro ve Tarihi Sahne Kostümleri Müzesi yer almaktadır.



RAHMİ KOÇ ENDÜSTRİ MÜZESİ

Hasköy'ün banliyösünde, Haliç kıyısında, daha önceleri Lengerhane adıyla anılan Osmanlı dönemi demir ve çelik işçiliğinin mekanı Rahmi Koç Endüstri Müzesi endüstrideki gelişmeleri sergilemektedir.

Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün açıktır



SADBERK HANIM MÜZESİ

Boğazdan yukarıya doğru, Büyükdere'nin kenar mahallesindeki, 19 uncu yüzyıl iki ahşap villayı Sadberk Hanım Müzesi koleksiyonları doldurmaktadır. Önceden Türk süsleme sanatı örneklerinin sergilendiği bu özel müze yeni arkeolojik koleksiyonun eklenmesi ile daha da büyümüştür.

Ziyarete açık günler : Çarşamba hariç her gün açıktır.



ORHAN KEMAL MÜZESİ

Yakın edebiyatımıza ışık tutan Orhan Kemal için, Orhan Kemal Kültür Sanat Koordinatörlüğü katkıları ile İstanbul'da, Akarsu caddesi No:32 Cihangir 80060 adresindeki ev müze haline getirildi. Müzede Orhan Kemal'in fotoğrafları, ilk baskı kitapları, yabancı dilde yayınlanan kitapları, çalışma odası, kullandığı eşyalar ve giysileri sergilenmektedir.

Müze Tel : (+90-212) 292 92 45 - 292 12 13 Fax: (+90-212) 243 67 82

Ziyarete açık günler : Her gün 10.00-17.00 saatleri arasında açıktır. Giriş ücretsizdir.



KÖŞKLER, KASIRLAR

KÖŞKLER, KASIRLAR



Küçüksu Kasrı

Yazlık olarak kullanılan saray, 19 uncu yüzyılın ortasında I. Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



Aynalı Kavak Yazlık Köşkü

Aynalı Kavak Yazlık Köşkü 18 inci yüzyılda yapılmış ve daha sonra çeşitli sultanlar tarafından restore ettirilmiştir. 1718'de takılan, bir kısmı Venediklilerden hediye aynaları nedeniyle bu ismi aldığı sanılmaktadır. Haliç üzerindeki saray, geleneksel Türk mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



Ihlamur Köşkü

19 uncu yüzyıl yaptırılan Ihlamur Köşkü ismini bahçesinde yetişen ıhlamur ağaçlarından almıştır. Şimdilerde İstanbul'un ortasında yer alan bu köşk eskiden şehrin dışındaydı. Merasim Köşkü resmi törenler için kullanılmaktayken, Maiyet Köşkü sultanın maiyetini, bazı hallerde de saraydan gezinti için ayrıldıklarında haremini barındırmıştır. (Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



Maslak Köşkü

Sultan Abdülaziz tarafından av evi olarak tasarlanan Maslak Köşkü, 19 uncu yüzyıl Osmanlı süsleme sanatının kayda değer en güzel örneklerini taşımaktadır.(Pazartesi ve Perşembe hariç her gün açıktır.)



Florya Deniz Köşkü

Atatürk'ün Florya Deniz Köşkü Türkiye cumhurbaşkanlarının yazlığı şeklinde kullanılmıştır. Marmara Denizi'ne T biçiminde uzantısı ile bu köşk, 1935'de inşa edilmiştir. Erken 20 inci yüzyıl mobilyalarından en iyi örneklerin görülebildiği bir sergendir. Atatürk burada kalan ilk cumhurbaşkanıdır. (Pazartesi ve Perşembe hariç haftanın her günü açıktır.)



ANITLAR VE MEYDANLAR

ANITLAR VE MEYDANLAR



Hipodrom

Günümüze çok az kalıntıları ulaşan Roma devri önemli yapıları ve abideleri, Hipodrom çevresinde inşa edilmiştir. "Büyük Saray" diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanında başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul'un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Cami, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedir. Günümüzde Hipodromdan günümüze Theodosius Dikili Taş, Konstantin Sütunu (Orme Odelisk), Yılanlı Sütun (Burmalı Sütun) ları kalmıştır.



Theodosius Dikili Taş

Aslı eski Mısır eseridir. MÖ 1547 yıllarında Firavun III. Tutmosis (Toothmesis) adına Heliopolis'de dikilmiştir. Pembe granitten ve yekparedir. Üzerinde Hiyeroglif yazısı ile II. Tutmosis'in zaferleri yazılmıştır. 390 yıllarında Bizans İmparatoru Iç Theodosius tarafından İstanbul'a getirilerek Hipodroma dikilmiştir. Kaidedeki kabarmalar üzerinde I. Theodosius, oğulları, karısı, Arkedios, Honorios ile İmparator II. Valantinianos görülür. Ayrıca Hipodrom sahneleri ve anıtın dikilişini gösteren tasvirlerde vardır.



Gotlar Sütunu

Topkapı Sarayı dış bahçesinde, Gülhane Parkı Sarayburnu girişinde bulunan ve Roma Devri'nden günümüze hiç değişikliğe uğramadan gelen çok eski bir abidedir. 3. veya 4. yüzyılda dikilmiş olan bu sütun yüksek kaide üzerinde 15 m. boyunda monolit mermerden ibarettir. Sütun başı korint üslubunda kartal arması ile süslüdür. Gotlar'a karşı kazanılan zaferden bahseden kitabe satırlarından dolayı abide "Gotlar Sütunu" adıyla da anılır.



Çemberlitaş (Konstantin Sütunu)

MS 330'da Başkentin Roma'dan İstanbula nakli sebebi ile kentin ikinci tepesindeki büyük oval bir meydan ortasında, Konstantinin şerefine dikilmiş olan ve Çemberlitaş sütunu olarak da bilinen bu abide orijinalinden daha kısa olarak günümüze gelebilmiştir.



Yılanlı Sütun (Burmalı Sütun)

Bu sütun Delphi'deki Apollon tağınağından 4.yüzyılda istanbula getirilmiştir. İstanbuldaki en eski anıtlardan birisidir. Orijinalinin M.Ö. 409' da yapıldığı bilinmektedir. Birleşmiş olan çeşitli Yunan sitelerinin Perslere galip gelmesi üzerine Pers ordusunun silahlarının eritilip dökülmesinden meydana getirilmiştir.



Beyazıt Meydanı

İmparator Teodosius devrinde MS. 393 yılında şehrin en büyük meydanı olarak inşa edilmiştir. Ortasındaki dev boyutlu zafer takının üzerinde yer alan bronz boğa başlarında dolayı buraya "Form Tauri" meydanı ismi verilmiştir. Üzerinde İmparatorun da heykeli yükselen zafer takından günümüze bir kaç mermer blok ve sütun kalmıştır. Kuzeyde, Fatih'in yaptırdığı ilk sarayın yerinde İstanbul Üniversitesi bulunmaktadır. Üniversite girişi abidevi kapı ve bahçedeki yangın kulesi 19. yy yapılarıdır. Meydanı süsleyen ve adını veren 15. yüzyıl Beyazıt Camii kalabalık ve hareketli Kapalı Çarşının komşusu olup, buraya ait külliyeden günümüze medrese, hamam ve dükkanlar kalmıştır.



SU KEMERLERİ

SU KEMERLERİ



Mualla Kemeri

Mimar Sinan tarafından yapılan su kemerlerinden biridir. Alibey deresi vadisindedir. Orta kesimde 4 büyük kemer vardır.



Uzun Kemer

Mimar Sinanın yaptığı kemerlerden biridir. Kemerburgazın 1500 m kadar kuzeybatısıdadır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılmıştır.



Güzelce Kemer

Cebeci Köy Kemeri olarak da bilinen eser Kanuni Sultan Süleyman devrinde Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Kemerburgazın güneyindeki Cebeci Köyün 1500 m. kadar doğusundadır.



Bahçeköy Kemeri

Sultan Mahmut Kemeri olarak bilinen kemer Bahçeköyden Büyükdere'ye doğru 1 km mesafededir. I. Mahmut zamanında 1731'de tamamlanmıştır.



ÇEŞME VE SEBİLLER

ÇEŞME VE SEBİLLER



Sultanahmet Çeşmesi (III. Ahmet Çeşmesi)

Topkapı sarayının Bab-i Hümayun kapısı önündedir. Binanın dört cephesindeki taş ve bronz işçiliği yazılar kadar tahta saçaklann süsleri birer sanat şaheseridir. Çeşme, klasik dönemin mütevazi çizgilerinden sıyrılmış, hatların zerafeti, zenginlik ve güzelliği ile emsalleri arasında sivrilmiştir.



Üsküdar III. Ahmet Çeşmesi

Üsküdar'da iskele meydanında yer alır. 1728'de yapılmıştır. Ahşap çatılı ve dört yüzlü bir meydan çeşmesi olup mimarlık, hattatlık, taş işçiliği ve şiir sanatının bir şaheseridir.



Alman Çeşmesi

Sultanahmet meydanında parkın içindedir. Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u ikinci ziyaretinin anısı için bütün kısımları ile Almanya'da yapılmış, İstanbul'a getirilerek hazırlanan kemerlerin üzerlerine konmuştur. 20'inci yüzyılın ilk günü olan 1 Ocak 1901'de açılış töreni yapılan bu çeşmenin üç kubbesi altın mozaik kaplıdır.



Tophane Çeşmesi

Tophane Meydanındadır. 1732'de I. Mahmut tarafından Hassa Baş Mimarı Mehmet Ağa'ya yaptırılmıştır.



Beykoz Ishak Ağa Çeşmesi

İstanbul'da Beykoz ilçesindedir. Türkiye çapında en güzel çeşme anıtlarımızdan birisidir.



Ayazma Çeşmesi

Üsküdar'da Ayazma Camii avlusundadır. 18. yüzyılda III. Mustafa tarafından yaptırılan Çeşme devrin mimari özelliklerini taşır.



Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi

1732'de Sultan I. Mahmut tarafından annesi Saliha Sultan adına yaptırılmıştır.



Göksu Çeşmesi

Sultan III. Mustafa'nın eşi ve III. Selim'in annesi Mihrişah Sultan tarafından yaptırılmıştır.



Esma Sultan Çeşmesi

1799 da III. Ahmet'in kızı Esma Sultan tarafından yaptırılmıştır. Meydan çeşmelerinin bir örneğidir.



Türbeler

Ayasofya Türbeleri, III. Murat Türbesi, III. Mehmet Türbesi , Mimar Sinan Türbesi, Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Sultan II. Mahmut Türbesi görülmeye değer türbelerdir.