Yüreğinin Götürdüğü Yere Git Kitap Özeti


KİTABIN ADI          
YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT
KİTABIN YAZARI   
SUSANNA TAMARO
  
  


1.KİTABIN KONUSU

        Yaşlı bir kadının torununa bir iç döküşü ve kendisiyle hesaplaşması konu edilmiştir.

2.KİTABIN ÖZETİ
        Kitap kadının uzaklara giden genç torununa yazdığı hem bir iç döküş hemde vasiyet sayılabilecek mektuplardan oluşuyor.Fakat bub mektuplar asla alıcısına ulaşmamış daha doğrusu hiçbir zaman gönderilmemiştir.Adeta kadının torunu ve kendi geçmişlerini sorgulayan,ki bu sorgulama yaşandığı döneme göre çok daha cesurca yapılmıştır,yaşanan olayları,kızın bilmediği ve bu yüzden büyükannesini suçladığı ailevi sorunları,değişen değerleri,bu değişen değerlere kendinin duyduğu  yabancılığı birbir günah çıkarırcasına anlatmış ve en önemlisi sevginin,içtenliğin önüne daima bir set çeken çeken beyniyle değilde kızın küçüklüğünde bir dolu köpek arasından en çirkinini en mutsuzunu seçerken yaptığı gibi hayatı her safhasında karalarını yüreğinin götürdüğü yere giderek vermesini öğütlüyor.

3.KİTABIN ANAFİKRİ

        Yazar kısaca hayata yön veren tabuları,gururu,kini bir kenara iterek yüreğimizi dinlememizi öğütlüyor ve bu şekilde mutluluğu gerçekten elde edeceğimizi anlatıyor.

Büyük Umutlar Kitap Özeti


Kitabın Adi : Büyük Umutlar
Kitabin Yazari : Charles Dickens
Genç Pip,tetim bir çocuktur;ablası ve ablasının kasaba demircisi olan iyi kalpli kocası tarafından yetiştirilir.
Tek başına bir hayat süren Pip,genelde civardaki ormanlar arasında dolaşır,zaman zaman ölmüş anne ve babasının mezarlarını ziyaret ederek ağlar.Bir gün ormanda dolaşırken önüne iriyarı bir adam çıkar ve kendisi- ne derhal yiyecek getirmezse onu öldüreceğini söyler.Bu adamın hapishaneden kaçan biri olduğu anlaşılmaktadır;zira ayaklarını bağlayan zincirleri kesmek için Pip’ten bir eğe getirmesini de ister.
Adamın bu isteğini reddetmeyecek kadar dehşete düşen Pip ablasının mutfağından bir tabak etli hamur çalar ve alet kutusundan da bie eğe alarak mahkumun kendisine rastladığı yere gider.Burada başka bir yabancı adam daha görür birincisi ile şiddetli bir kavgaya tutuşmuştur. İkinci adam sonunda sisler arasında kaybolur.Aradan uzun zaman geç- meden adı Abel Magwitch olan hapishane kaçkını tekrar yakalanır;fakat hapishaneye götürülmeden önce Pip’e, kendisine yardım ettiği için iyilik yapacağını söyler.
Pip,bu hadiseyi çabucak unutur.Çok geçmeden Bayan Havisham,Pip’in ablasından Pip’ii Satis evine gondermesini rica eder.Uzun bir zaman önce Bayan Havisham,evlilik gününde kocası olacak adam tarafından reddedilmiştir.Kadın,o günden bugüne,odalardaki bütün saatleri durdur- muştu ve şimdi vesayeti altındaki güzel fakat kibirli Estella ile yaşamak- tadır.Düğün gecesinin sabahında yenecek kahvaltı masadaki pasta ile birlikte küflenmiş vaziyette durur.Pip,Bayan Havisham’ıı ziyaret ettiği zaman,onun bu herkesten ayrı davranışlarına hayret eder.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet
Yapayalnız bir hayat süren Bayan Havisham Pip’ten,sık sık gelerek vesayeti altındaki Estella ile oynamasını ister.Estella,Pip’in canını sıkar ve Bayan Havisham da,kızın Pip’ii kızdırmasını teşvik eder.Estella’ya kızmasına rağmen,Pip,onun derin tesiri altındadır;Estella onun şimdiye kadar gördüğü kızlar arasında en güzelidir.
Çalışkan bir kimse olduğundan Pip,birgün demirci dükkanındaki sınırlı hayattan kurtulacağını bilir.Bu fırsat da kısa bir zaman içinde gerçekleşir. Bir gün Bay Jaggers adında kendini beğenmiş bir avukat gelerek ismini belirtmeyen birinin Pip namına para yatırdığını ve onun Londra’ya giderek bir centilmen olmasını istediğini söyler.Bu habere çok sevinen Pip,paranın Bayan Havisham’dan geldiğini,kendisinin böylece,Estella için arzu edilir bir koca olarak yetişmesini istediğini sanır.
Pip,Londra’da,Herber Pocket adında Bayan Havisham’ın uzaktan bir akrabası ile arkadaşlık eder.Pocket,Londra’yı iyi bilen zarif bir gençtir. Pip için kiralanan odalardan birinde yaşar.Avukat Jaggers,Pip’in sorularını cevaplandırmaz.Kendisine yardım edenin kim olduğunu söylemez,zamanı gelince öğreneceğini söyler.
Pip,çok geçmeden,Londralı şık bir aylak olur.Bentley Drumle adında tahammül edilmezcesine kibirli bir avukatla tanışır ve Londra sosyetik hayatının bütün girdi çıktılarını o kadar iyi öğrenirki,sadık arkadaşı basit Joe Gargery’nin kendisini ara sıra ziyaret etmesinden rahatsızlık duyar.
Bununla beraber Joe ayrıldıktan sonra Pip,ona kaba muamele yaptığından dolayı pişmanlık duyar.Bir defa Bayan Havisham’ın ricası üzerine,Pip,Joe ile birlikte Havisham’ıi ziyaret eder.Yaşlı Havisham ve vesayetindeki Estella,Pip’in,mutevazi bir hayattan nerelere geldiğini hayretle görürler.Bayan Havisham,daha da ileriye giderek, Pip’e, Estella’ya aşık olmasını beklediğini söyler.Pip’in de istediği budur.
Estella Londra’ya gelir.Çok geçmeden,esmer güzelliği ve sosyetik tavırlarından dolayı aralarında Bentley Drumle’nin de bulunduğu gençler ona kur yapmaya başlar.Kız,gerçi ara sıra Pip’ii görürse de Pip’e aşık olmadığı bellidir.
Yirmi birinci yaş gününde Pip’ii çocukken ormanda ettiği hapishane kaçkını Magwitch hayrete boğarak ziyaret eder.Kaba,zihnen hiçbirşeyl meşgul olmadığı hissini uyandıran bu adam,ilk önce titiz Pip üzerinde tiksinti uayandırır;ama Pip’in gizli hamisi olduğu açıkladığı zaman Pip dehşete düşer.Magwitch,Pip’e,gönderildiği yerde çok para yaptığını ve şimdi kendisinin bir oğlu kabul ettiği Pip’in nasıl bir genç olduğunu görmek için gizlice Londra’ya geldiğini söyler.Tek isteği Pip’in kendisinin başaramadığı tarzda bir centilmen olmasıdır.İngiltere’ye Provis nikiyle gelmiştir.Eğer polis onun mahkumları kolonisinden kaçtığını ögrenirse ölüme mahkum edileceğini söyler.
Bu çıkmaz Pip’ii sersemletir.Magwitch’e minnettarlık duyması gerektiğini bilirsede bu yarı vahşi adama sempati duyamayacak cooldur. Hamisinin Bayan Havisham olmaması da onu büyük bir hayal kırıklığına uğratır.Genede Pip,Magwitch’e yardım edeceğini söyler ve Magwitch de ormanda kavga ettiği kimsenin,baş düşmanı Arthur Compeyson olduğunu belirtir.Pip de Herbert Pocket’den Compeyson’un Bayan Havisham’ı1 düğün gününde terkeden adam olduğunu ögrenir.
Kendi hamisinin Bayan Havisham olduğunu sanmakla düştüğü ahmaklığa kızan Pip,yaşlı kadını azarlamak için kasvetli eve birkez daha gider.Kadın da,Pip’e işkence yapmaka istercesine,Estella’nın,yakın bir zamanda Bentley Drule ile evleneceğini söyler.Bayan Havisham Pip’in bu derece kızgın olacağını beklememektedir.Kendisinin terkedilmesinden bu yana bütün erkeklerden intikam almaya yemin etmiştir.Pip’in Estella’ya beslediği duyguları istismar etmek suretiyle,bu yeminini yerine getirmiş olmuğunu sanır.
Estella’nın evlenmesinden sonra Pip Havisham’ın evini tekrar ziyaret eder.Binada bir yangın çıkar.Pip,Bayan Havisham’ı1 kurtarmaya çalışır,fakat çok geç kalmıştır.Ev,mazinin toz ve eşyası ile dolu olduğundan çabucak yanar.Bayan Havisham alevler ortasında can verir.
Londra’ya dönen Pip,Magwitch’in gerçekte Estella’nın babası olduğunu öğrenir;annesi de muhtemelen,Avukat Jaggers’in ev işlerine bakan garip kadındır.Daha da hayret uyandırıcı bir haber Compeyson’un da Londra’da olduğu ve Magwitch’i2 öldürmek için fırsat kolladığıdır.Pip, Herbert Pocket’in yardımı ile,hamisini İngiltere’den Fransa’ya kaçırmak ister.ardından,kendisi de Fransa’ya gidecektir.Fkat vapura biner binmez, Compeyson kendilerini yakalar.İki düşman yumruk yumruğa şidddetli bir kavgaya tutuşur,Magwitch Compeyson’u öldürür.Bu suçundan dolayı, eski mahkum tekrar tutuklanır ve yargılanmasını beklediği sırada hapishane de ölür.
Son zamanlarda başına gelen bu olaylarla Pip hastalanır ve eski sadık arkadaşı Joe Gargery kendisine bakar.Pip’in ablası ölmüştür ve Joe da kendisini seven kocası üzerinde hakimiyet kurmak istemeyen Biddey ile evlenmiştir.Pip nihayet bu mütevazi,sadık Joe ya dudak bükmekte ne kadar haksız olduğunu anlar.Joe ile birlikte,onun demirci dükkanına döner ve hastalık harici döneminde,kendisine kötü muamele ettiği için Joe’dan özür diler.
Estella’yı kaybedişini hala hazmedemeyen Pip Herbert Pocket ile birlikte Londra’da bir iş kurar.Seneler sonra bir zamanlar Bayan Havisham’ın evinin durduğu yeri son bir defa ziyaret eder.Orada Estella’yı görür.Beraberce bir zamanlar,çocukken oynadıkları bahçede dolaşırlar.Estella,şimdi dul bir kadındır.Sosyetik köklerinden ötürü evlendiği haşin Bentley Drumle,vahşetle muamele ettiği atının bir çiftesi ile ölmüştür.Drumle ile geçirdiği hayatı ve tek başına yapayalnız süren dulluk hayatı,bir zmanaların soğuk ve kibirli Estella’sını yumuşatmıştır. Elele bahçede yürürlerken Pip ve Estella artık birbirini hiç bir zaman terkedemeyeceklerini anlarlar.Hikayenin sonunda herkes mutlu olur !

Beş Şehir Kitap Özeti

Yazarımızın en önemli kitaplarından biri olan bu eserde beş şehir ele alınmaktadır. Bu şehirler: İstanbul, Ankara, Konya, Er­zurum, Bursa şehirleridir. Tanpınar, bu kitabın konusu için: ‘Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.’ demiştir.  Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın sürükleyici anlatımı, etkileyici üslubu ve mükemmel gözlemleri bir araya gelince edebiyatımızın en önemli eserlerinden biri ortaya çıkmıştır, Türk Edebiyatında en değerli denemelerden kabul edilmektedir. Ahmet Hamdi‘nin bu dışında MEB tarafından, Sahnenin Dışındakiler adlı eseri de Yüz Temel Eser arasında seçilmiştir.
Beş Şehir Özeti
İstanbul
Asıl İstanbul, yani surlardan beride olan minareyle cami­lerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler, Bentler, Adalar, bir şehrin içinde âdeta başka başka coğrafyalar gibi kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular uyandıran, hayalimize başka türlü yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır.
Her İstanbullu az çok şairdir; çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa bile, büyüye çok benzeyen bir mu­hayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu, tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya kadar genişler.
“Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak.” Yahut “Ni­sandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır.” diye düşün­mek, yaşadığımız anı efsaneleştirmeye yetişir. Eski İstanbullu­lar bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı.
Bugün mahalle kalmadı. Yalnız şehrin şurasına burasına dağılmış, eski, fakir mahalleliler var. Birbirlerinin hatrını sor­mak, bir kahvelerini içmek, geçmiş zamanı beraberce anmak için zaman zaman gömüldükleri köşeden çıkan, bin türlü zah­mete katlanarak semt semt dolaşan ihtiyar mahalleliler…
Bugünün mahallesi artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teş­kilatının bir cüzü olarak mevcuttur. Zaten mahallenin yerini yavaş yavaş alt kattaki üsttekinden habersiz, ölümüne, diri­mine kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresinden ayrı bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı.
Beylerbeyi’nde, Emirgan’da, Kandilli veya İstinye’de gü­nün her saati birbirinden ayrı şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, a-ğaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden atmaya çalışırken Yeniköy ve Büyükdere gözlerinin ta içine batan güneşle erkenden uyanırlar. Kuzguncuk’ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlığa benzer.
Ankara
Belki Millî Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silahşoruna benzeyen kalesinin bir telkinidir; An­kara, bana daima dasitani ve muharip göründü. Şurası var ki şehrin vaziyeti de buna müsaittir. Daha uzaktan gözümüze çarpan şey iki yassı tepenin arasındaki geçidiyle tabii bir is­tihkam manzarasıdır…..
Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur, Anırlm içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar, şehir­de geçen zamanların pek az eserini bırakmıştır. Acayip bir karışıklık içinde bu tarih daima insanın gözü önündedir. Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rastgele karıştığı, haşır neşir ol­duğu pek az yer vardır….
Konya
Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizle­yen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkırın kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermek­ten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğumuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendini­zi Selçuklu Sultanlarının şehrinde bulursunuz.
Mevlana şairdir. Şiiri inkâr etmesine, küçük görmesine rağmen Şark’in en büyük şairlerinden biridir. Nasıl Garp Or­ta Çağı,bütün azap korkusu, içtimai düzen veya düzensizliği ile rahmaniyet iştiyakı ve adalet susuzluğu ile Dante’nin ese­rinde toplanırsa, Müslüman Şark’ta bütün varlık hikmeti, Hakk’la Hakk olmak ihtirası ve cezbesiyle Divan-ı Kebir’dedir.
Erzurum
Hiçbir yerde memleketin Birinci Cihan Harbi’nde geçir­diği tecrübenin acılığı burada olduğu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandığı şekil­de, ölümün zaferi idi. Dört yıl, bu dağlarda kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmiş, ölüm her yana dolu dizgin saldır­mış, seçmeden avlamıştı. Uğursuz tırpan durmadan, bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmişti. Bununla be­raber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum Millî Mücadeleye ön ayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşerilerini toplamaya başlamıştı.
Erzurum Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metre­den bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur. Malazgirt Zaferi­nin açtığı gedikten yeni vatana giren cedlerimizin fethettikleri büyük, merkezi şehirlerden biridir.
Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Millî Mücadelenin ilk temeli gene Erzurum’da atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi, ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Ata­türk, Erzurum’dan işe başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi oradan A-nadolu’nun içine doğru yürür; ordan bnşlavnrnk yurdumuzu, milletimizin tarihî haklan adına yeni Uışl.m İrilininiz.
Bursa
Bu devir, haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir. Bu hakikati gayet iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa’dan bahsederken “Ruhaniyetli bir şehirdir.” der.
İster istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilü­fer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp… Bunlar ha­kikaten bir şehrin semt ve mahalle adları; yahut tıpkı bizim gi­bi muayyen bir zaman içinde yaşamış birtakım insanların anıldıkları isimler midir? Hepsinin mazi dediğimiz o uzak ma­sal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususi aydınlıklan ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olcluğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır…
Bu kuruluş asrından sonra Bursa, sevdiği ve büyük işler­de o kadar yardım ettiği erkeği tarafından unutulmuş, boş sa­rayının odalarında tek başına dolaşıp içlenen, gümüş kaplı küçük el aynalarında saçlarına düşmeye başlayan akları sey­rede ede ihtiyarlayan eski masal sultanlarına benzer. İlk önce Edirne’nin kendisine ortak olmasına, sonra İstanbul’un tercih edilmesine kim bilir ne kadar üzülmüş ve nasıl için için ağ­lamıştır.
Evliya Çelebi, Bursa çeşmelerinden bahsettikten sonra sözü, “Velhasıl Bursa sudan ibarettir.” diyerek bitirir. Canım Evliya! Şimdi Bursa’da asıl zamanın yanı başında, bizim için on­dan daha başka ve daha derin olarak mevcut olan ikinci za­manı yapan şeyin ne olduğunu öğrenmiş gibiyim. Bu ses ve onun etrafı kucaklayan, her dokunduğu şeyin özünü bir ebe­diyette tekrarlayan akisleri, bu mevsimlerin ve düşüncelerin ezeli aynası, zamanın üç çizgisini birden veren tılsımlı bir ay­nadır. Sanatın aynası da bundan başka bir şey değildir.

Denizler Altında 20.000 Fersah Kitap Özeti


1866 yılında bir deniz yarattığı bir çok gemi batırmış. Geceleyin fosforlu ışıklar saçıyordu. Toplum canavarın ortadan kaldırılmasını istiyordu. Bunun üzerine Abraham Lincoln firkateyni hazırlandı. Firkateyne bu konuda uzman olan Mr. Aronnax da (Paris müzesi Profesörü ,kitabın hayali yazarı) davet edildi .Bunun üzerine Mr. Aronnax sadık uşağı Conseil’le gitmeye karar verdi.
Geminin kaptanı canavarı görene iki bin dolar vereceği için herkes güvertede canavar gözlüyordu. Kanadalı zıpkıncı , Ned Land canavara inanmıyordu . Mr. Arronnax basınçla ilgili hesaplar yaparak canavarın çok büyük olduğunu saptadı. 31.15 Enlem ve 136.42 Boylamında canavar Ned Land tarafından görüldü. Bu haber üzerine motorlar tam yol çalışmaya başladı. Amerikan Deniz donanmasının en hızlı gemisi bile canavarın hızına erişemiyordu. Canavara topla ateş edildi. Canavar vuruldu. Birden canavar suya battı. Ardından geminin yarısı suyla kaplandı. Ned Land, Mr. Arronnax, Conseil denize düştüler.
Kendilerini bir kamarada buldular. Denizaltı mürettebattıyla çeşitli dillerden iletişim kurmaya çalıştılar . Kamarot yemeklerini getirdi. Sofrada bilmedikleri yiyecekler vardı. Tabakların üstünde ‘N’ Harfi vardı.
Kaptan odaya girdi . Bağımsız olacaklardı. Fakat kendisine itaat edeceklerine dahi şeref sözü aldı. Kaptan Nemo Natilius’un kaptanıydı. Kaptan Nemo Mr. Arronnax’a geminin bölümlerini gösterdi. Bir odada Dünyaca ünlü ressamların eserleri vardı . Başka bir yerde paha biçilmez inciler ve deniz kabukları duruyordu.
Gemide her şey sodyumdan elde edilen elektrikle çalışıyordu. Nautilus için toplam 350000 sterlin harcanmıştır.
Denizlerde kıtalardaki gibi nehirler vardır. Golf Strim akıntısı Bengal Körfezinden başlayıp Malaka Körfezinden geçip Kuzey Pasifiğe dönüyor. Mr Arronnax iki saat Çin Denizindeki balıkları izliyor.
Ertesi gün Kaptan Mr. Arronnax’ı Crespo denizaltı ormanında ava davet etti. Profesör daveti kabul etti. Burada deniz adamı kıyafetinden daha rahat bir kıyafet kullandılar. Ormanda ağaçların dalları dimdikti. Hayvanlarla bitkilerin türü birbirine çok benziyordu.
Natilus Sandwich Adalarının yanındaki denizin derinliği zannedildiği gibi7200 metre değil 3600 metre olduğunu saptıyor . Natilus iki Fransız tüccar gemisi olan Boussole ve Astrolabe’nin battığı yer olan Vanikaro’yu ziyaret etti. Burada (denizin altında) iki volkanik dağ vardı. MR.Aronnax lavların ateş çıkartmadığını için şaşırdı. Çünkü oksijen olmadığı için ateş çıkarmıyordu. Batan teknelerin gönderilmesi 16.Kral Louis tarafından yollanmış.
Natilus’un havayı temizleme sitemi tıpkı balinaların ki gibiydi. Balinalar gibi temiz hava deposunu doldururken su fışkırtıyordu. Gemide arıza çıktığından Papua sahilinde durdu. Taze et yemek için Ned Land , Conseil ve Mr.Aronnax ava çıktılar. Ned Land ekmek ağacının meyvalarını topladı. Bol bol avlandılar. Adadan ayrılırken yerliler saldırıya geçtiler. Hemen sandalla binip Natilus’a gittiler. Arıza giderildi. Yerliler Natilus’a doğru saldırıya geçtiler. Natilus’un kapağı açıktı. Yerliler tırmanmaya başladı. Mr. Arronnax telaş içindeydi, fakat Kaptan Nemo yerliler içeriye girmek üzere oldukları halde telaş yapmıyordu. Yerliler yıldırım çarpmış gibi yere düştüler. Ned Land olayı merak etti ve güverteye deydi. O da yıldırım çarpmışa döndü. Katan Nemo geminin dışına elektrik vermişti.
Mercanların bol olduğu yere mercan krallığı deniyordu. Burada türlü mercan ağaçları vardı. Burada insan kendine bir servet yapabilir. Gemide beyni kafasından çıkmak üzere olan bir adam vardı. Adam önceden ölmüştü. Onu denizin 200 metre altındaki mercan mezarlığına gömdüler. Mezarın başında mercanlardan oluşan haç işareti vardı. Adam öldükten sonra Dünya ile bağlantısını kesmiş olan Kaptan Nemo çok üzüldü.
Kaptan Nemo Mr. Arrannox’a inci avına çıkmayı teklif etti. Profesör kabul etti. Denizin dibinde bir sürü inci vardı. Renk ,renk, çeşit, çeşit inciler vardı. Kaptan Nemo deniz altı mağarasında Hindistan cevizi büyüklüğünde bir inci gösterdi. Onun şu anki değeri 500000 sterlinden fazlaydı. Onu almadı. Çünkü onun daha büyümesini istiyordu.
Birden köpekbalığı inci toplayan Hint adama saldırdı. Onu kurtarmak için hayatını tehlikeye attı. Köpekbalığı onu öldürmek üzereyken Ned Land köpekbalığını zıpkınla vurdu. Hintli adamı ve incileri topladığı keseyi sandala bıraktılar. Adam onları görünce korktu.
Bir gün Kaptan Nemo Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e bir gün içinde varacağını iddia etti. Profesör Arronnax şaşırdı. Çünkü bu imkansızdı. Kaptan Nemo yaptığı araştırmalarla bir ucu Hint Okyanusundan başlayıp öbür ucu Akdeniz’den çıkan bir tünel bulmuş. Buna Arap Tüneli adını vermiş. O tünelden geçip Akdeniz’e vardılar.
Natilus kayıp olduğu varsayılan Atlantis’in Asya, Avrupa, Libya’nın ötesinde olduğunu biliyordu. Oraya gittiler. Eski Yunanların ilk savaşları orada yapılmış. Yanardağlardan lavlar akıyordu. Fakat oksijen olmadığı için alev çıkmıyordu. Kaptan Nemo başından geçen olayları tek tek yazıyordu. Bu gemide kalan en son kişi tarafından bir şişeye koyup denize atılacak.
Natilus gücünü sağlayan sodyumu denizin altındaki bir kömür madeninden sağlıyor. Adamlar burada kazma kürekle kömür çıkartıyorlar. Burası bir yanardağ ağzıymış. Sodyumu elde etmek için kömürü yaktıklarında yanardağın faaliyete geçtiğini zannediyorlar.
Natilus Sargasso Denizin ‘de dalma denemesi yaptı. Derine indikçe basınç artıyordu. Ned Land balinaları görünce avlamak istiyordu. Kaptan Nemo buna izin vermedi. Çünkü balinaların vahşice öldürülmesine taraftar değildi. İleride kaşalotların balinalara saldırdığını gördü. Natilus kaşalotlara çarparak tamamını öldürüldü . Okyanus kana bulandı.
Natilus güneye gidiyordu. Amacı kimsenin gidemediği Güney Kutbuna gitmekti. Etraf tamimiyle buz kaplıymış. Bir aysberge çarptı. Hasar ciddiydi. Fakat hasar tamir edildi. Ertesi günlerde havasını depoladıktan sonra Güney Kutbunun altına daldı. Buz kayalarının arasına sıkıştı. Ancak iki günlük temiz havaları vardı. Dışarıya çıkıp buzları kırmaktan başka çare yoktu. Fakat bu uzun sürdü. Kaptan kaynar suyla buzların bir bölümünü eritti. Beş gün geçti. Profesör nefessizlikten bayılmak üzereydi. Sonunda buz kütlesi yarıldı. Kaptan Kuzey Kutbuna ‘N’ işaretli bayrağını dikti ve geri döndü.
Ned Land gemiden sıkılmıştı. Sık sık profesörle görüşüp kaçma planları yapıyordu. Yedi tane mürekkep balığı Natilus’a saldırdı. Her biri ikişer ton ağırlığında beş altı kollu canavarlardı. Bir Fransız gemiciyi alarak uzaklaştı. Kaptan Nemo gözyaşlarını tutamadı. Natilus suyun üstünde adeta ceset gibi süzülüyordu.
. 47 derece enlem ,17 derece boylamda deniz dibinde mezarlık gibi bir yer gördü.18.Yüzyılda burada Marseilles (Fransız) gemisi ile Preston (İngiliz ) gemisi savaştı. Savaş sonunda Marsilles gemisi battı. Natilus’a bir İngiliz gemisi saldırdı. Natilus onu mahmuzuyla batıracaktı. Profesör bunu yapmamasını istedi. Fakat Kaptan Burada annesini ,babasını, karısını, ülkesini ,eşini ve çocuklarını kaybettiğini söyledi ve onu batırdı. İnsanlar teker teker denizin dibine batıyorlardı. Kaptan Nemo dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Ned Land ta her ne pahasına olursa olsun gemiden ayrılıp vatanına dönmek istiyordu.
Kaptan Nemo yaşadığı olaylardan sonra iyice içine çekildi. Ned Land kaçış planları yapıyordu. Natilus korkunç akıntı olarak bilinen Mealstrom’a doğru gidiyordu. O sırada Conseil, Mr. Arronnax ve Ned Land filikada vidaları söküyorlardı. Bir sarsıntı oldu. Filika Natilus’tan ayrıldı. Mr. Arronnax, Conseil ve Ned Land özgürlüklerine kavuştular. Lafonten adasında bir balıkçı kulübesinde kalıyorlardı. Natilus’un akıbeti ise belli değildi. Profesörün tahminine göre Natilus oradan kurtulmuş ; denizlerde intikam peşindeydi.

Murat Gülsoy 'Baba-oğul ve Kutsal Roman'

Murat Gülsoy 'Baba-oğul ve Kutsal Roman'da kurduğu eğlenceli ve kendine özgü âlemde, hem büyü yapmaya hem büyü 
bozmaya davet ediyor okurlarını. Karanlığın aynasına koyu bir ironiyle, acımasız bir yalınlıkla güle oynaya giriyor, kırıp parçalarına ayırdığı bir hayatı gözlerimizin önüne seriyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman, edebiyatın başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil kendi dehlizlerinde dolaşmanın bir yolu olduğuna inananlar için….


Murat Gülsoy kimdir? 
Murat Gülsoy, 1992-2002 yılları arasında arkadaşlarıyla Hayalet Gemi dergisini çıkardı. Bu Kitabı Çalın adlı kitabıyla 2001 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı ve Bu Filmin Kötü Adamı Benim adlı romanıyla 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Bu Kitabı Çalın, Almanya’da Stehlen Sie dieses Buch adıyla yayımlandı. İstanbul’da Bir Merhamet Haftası birçok dile (Çince, Makedonca, Rumence, Bulgarca, Arapça) çevriliyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi, mühendislik ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor; sadece yazmayı değil yazmak üzerine düşünmeyi de seviyor.



Murat Gülsoy’un Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul, 1999
Bu Kitabı Çalın, 2000
Âlemlerın Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler, 2002
Binbir Gece Mektupları, 2003
Bu Filmin Kötü Adamı Benim, 2004
Büyübozumu, 2004
Sevgilinin Geciken Ölümü, 2005
İstanbul’da Bır Merhamet Haftası, 2007
602. Gece, 2009
Karanlığın Aynasında, 2010
Tanrı Beni Görüyor mu? 2010

Tüfek Mikrop ve Çelik Kitap Özeti

“Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa’yı keşfetmedi?” Bu basit sorunun ardında insanlığın MÖ 11.000′den günümüze tarihi gizli. Fizyoloji profesörü Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik’te, aklımıza gelmeyen, 
geldiğinde çocukça bulduğumuz soruların yanıtlarını araştırırken, tarımın başlamasından yazının bulunuşuna, dinlerin ortaya çıkışından imparatorlukların kuruluşuna, tarihin seyrini belirleyen pek çok önemli adımı ayrıntısıyla inceliyor. İnsan toplulukları arasındaki farklılıkların, eşitsizliklerin nedenlerini, temellerine inmeye çalışarak sorguluyor; günümüz dünyasını biçimlendiren etkenlerin izini sürüyor… Biyoloji, jeoloji, arkeoloji, coğrafya gibi değişik bilim dallarından beslenen, “Batılı” koşullanmalardan arınmış, geleceği gösteren bir tarih kitabı.



Dünyanın farklı bölgelerindeki farklı halklar için tarihin çok farklı biçimde geliştiğini hepimiz biliyoruz. Sonuncu Buzul Çağı’ını izleyen 13.000 yılda dünyanın bazı bölgelerinde metal aletlere sahip olan okuryazar sanayi toplumları ortaya çıktı, buna karşılık başka bölgelerinde okuryazar olmayan, çiftçilikle uğraşan toplumlar, daha başka bölgelerindeyse taş aletler kullanan, avcılık yaparak ve yaban yiyecekler toplayarak geçinen toplumlar vardı. Bu tarihsel eşitsizliklerin uzun gölgelerini bugünkü dünyamızda da gözlemliyoruz, çünkü metal aletleri olan okuryazar toplumlar öteki toplumlar üzerinde üstünlük kurdu ya da onları yok etti. Bu farklılıklar dünya tarihinin en temel olgusudur ama bunların nedenleri belirsiz ve tartışmalıdır. Bana bu farklılıkların nedeniyle ilgili düşündürücü soru 25 yıl önce çok basit ve kişisel bir soru olarak sorulmuştu.
1972yılının Temmuz ayında tropik bir ada olan Yeni Gine’de deniz kıyısında yürüyordum. Bir biyolog olarak kuşların evrimini incelediğim yerdir Yeni Gine. Yali adında müthiş bir yerli siyasetçiden söz edildiğini duymuştum, o günlerde o bölgede dolaşıyormuş. Bir rastlantı sonucu o gün Yali ile ikimiz aynı yöne doğru yürümekteymişiz. Yali arkamdan yetişti. Bir saat birlikte yürüdük ve bir saat boyunca konuştuk.
Yalı insanları etkileme gücü olan, enerji saçan biriydi. Gözlerinin parlaklığı gözlerinizi kamaştırırdı. Büyük bir özgüvenle kendinden söz etti ama aynı zamanda derin bir merakı yansıtan pek çok soru sordu, büyük bîr dikkatle dinledi. Sohbete o günlerde Yeni Gine’de herkesin zihnini meşgul eden bir konuyla başladık çok hızlı gelişen siyasal olaylar. O günlerde, Yali’nin ülkesinin bugünkü adını kullanırsak, Papua Yeni Gine, Birleşmiş Milletler’in bir kararı uyarınca hâlâ Avustralya yönetimi altındaydı ama bağımsızlık rüzgârları esmeye başlamıştı. Yali bana yerli halkı kendi kendilerini yönetmeye hazırlamaktaki rolünü anlattı.
Bir süre sonra Yali konuyu değiştirdi ve beni sorguya çekmeye başladı. Yeni Gine’den dışarı adım atmamıştı, yüksekokuldan sonra eğitimine devam edememişti ama doymak bilmez bir merakı vardı. Önce benim Yeni Gine kuşları üzerinde nasıl bir çalışma yaptığımı öğrenmek istedi (bu iş için kaç para aldığımı sormayı da ihmal etmemişti). Farklı kuş topluluklarının milyonlarca yıllık bir süre İçinde Yeni Gine’yi kendilerine nasıl yurt edindiklerini anlattım. Sonra o bana, kendi halkının atalarının son on binlerce yıl İçinde Yeni Gine’ye nasıl geldiklerini ve son 200 yıl içinde beyaz Avrupalıların Yeni Gine’yi nasıl sömürgeleştirdiklerini sordu.
Yali ile benim temsil ettiğim toplumlar arasındaki gerilimi ikimiz de biliyorduk ama aramızdaki dostluk havası bozulmadan devam ediyordu, iki yüzyıl önce bütün Yeni Gineliler “hâlâ Yontma Taş Çağı n da yaşıyorlardı”. Yani Avrupa’da binlerce yıl önce yerlerini metalden yapılma aletlere bırakmış olan taştan yapılma aletleri hâlâ kullanıyorlardı, merkezi bir siyasal gücün çevresinde örgütlenmemiş olan köylerde yaşıyorlardı. Beyazlar geldiler, merkezi yönetimi getirdiler, çelik baltalardan, kibritten, ilaçtan giyim kuşama, meşrubata, şemsiyeye kadar çeşitli mallar getirdiler; Yeni Gineliler bu malların değerini hemen anladı. Yeni Gine’de bütün bu malların hepsinin toplu adı “kargo” idi.
Beyaz sömürgecilerin pek çoğu Yeni Ginelileri “ilkel” diye açıkça küçümsedi. Yeni Gine’deki beyaz “efendilerin” 1972′de hâlâ onlara “efendi” deniyordu en işe yaramazı bile Yeni Ginelilerden, hatta Yali gibi etkili siyasetçilerden daha iyi bir hayat yaşıyordu. Ama Yali bana sorduğu gibi pek çok beyaza da sormuştu, ben de pek çok Yeni Gineliye sordum. Ben de Yali de çok iyi biliyoruz ki Yeni Gineliler ortalama olarak en az Avrupalılar kadar zekidir. Herhalde Yali o parlak gözlerini dikip sorgular gibi bana baktığında kafasından bunlar geçiyordu. “Neden siz beyazların bu kadar çok kargosu var, bunları Yeni Gine’ye neden getirdiniz ve biz siyahların kendi kargosu neden bu kadar az?” diye sordu.
Bu basit bir soruydu ama Yali’nin tanıdığı şekliyle hayatın en can alıcı sorusuydu. Evet, ortalama bir Yeni Ginelinin hayat tarzıyla ortalama bir Avrupalının ya da Amerikalının hayat tarzı arasında hâlâ büyük farklılıklar var. Bunların dışında kalan halkların hayat tarzları da benzer farklılıklar gösteriyor Bu büyük farklılıkların gerisinde önemli nedenler yatsa gerekir ve insan bunların çok açıkça görülebilecek nedenler olduğunu sanabilir.
Oysa Yali’nin basit gibi görünen sorusu yanıtlanması güç bir soru. O zamanlar bu sorunun yanıtını bilmiyordum. Tarih uzmanları yanıt konusunda anlaşamıyorlar; çoğu artık böyle bir soru sormuyor bile. Yali ile aramızda bu konuşmanın geçtiği günden bu yana insanlığın, tarihin ve dillerin evriminin başka yönleri üzerinde araştırmalar yaptım, yazılar yazdım. Yirmi beş yıl sonra yazılmış bu kitapla Yali’nin sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.
Yali’nin sorusu yalnızca Yeni Ginelilerle Avrupalı beyazların hayat tarzları arasındaki farkla ilgiliydi ama çağdaş dünyadaki daha pek çok karşıtlığı kapsayacak şekilde genişlet ilebilir. Avrasya kökenli, özellikle şu an hâlâ Avrupa’da ve Doğu Asya’da yaşayan halklar ile Kuzey Amerika’ya göç etmiş olanlar, zenginlik ve güç bakımından dünyaya egemen olmuş durumdalar. Afrikalıların çoğu da içinde olmak üzere öteki halklar Avrupa’nın sömürgesi olmaktan kurtuldular ama zenginlik ve güç bakımından çok gerilerde kaldılar. Dahası Avustralya’nın, Kuzey, Orta ve Güney Amerika’nın, Güney Afrika’nın yerli halkları artık kendi topraklarının efendisi bile değiller, Avrupalı sömürgeciler tarafından katledildiler, boyunduruk altına alındılar hatta bazı durumlarda tamamıyla yok edildiler.
O bakımdan çağdaş dünyada görülen eşitsizliklerle ilgili soruyu şöyle sormak gerekir: Neden şu anda Avrupalı ve Asyalı halklar zenginlik ve güç sahibi de başkaları değil? örneğin neden Amerika, Afrika ve Avustralya yerlileri gidip Avrupalıları ve Asyalıları öldüremedi, egemenlikleri altına alamadı, onların köklerini kazıyamadı?
Bu sorunun kolayca bir adım gerisine gidebiliriz. MS 1500 yılında Avrupalı sömürgeciler dünyaya yayılmaya başlarken farklı kıtalardaki halklar teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından büyük farklılıklar gösteriyordu. Avrupa’da, Asya’da, Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde metal aletler kullanan devletler ya da imparatorluklar vardı, bunların bazıları sanayileşmenin eşiğine gelmişti. Amerika’nın iki yerli halkı, Aztekler ve İnkalar taştan yapılma aletlerle imparatorluklar yönetiyordu. Afrika’da Sahranın güneyinin bir bölümü demir aletler kullanan küçük devletler ya da şefliklere bölünmüştü. Başka halkların çoğu çiftçilikle uğraşan kabileler ya da taştan yapılmış aletler kullanan avcı/yiyecek toplayıcı insan sürüleri halinde yaşıyorlardı bunların arasında Avustralya ve Yeni Gine’de yaşayan halklar. Büyük Okyanus adalarının ve Kuzey, Orta ve Güney Amerika kıtalarının büyük bölümünde, Sahra’nın güneyindeyse küçük bir bölümde yaşayan halklar da vardı. Kuşkusuz MS 1500 yılında görülen bu teknolojik ve siyasal farklar çağdaş dünyadaki eşitsizliklerin en yakın nedenidir. Ama dünya 1500 yılındaki durumuna nasıl geldi?
Yine, yazılı tarihlere ve arkeolojik bulgulara dayanarak bu sorunun da kolayca bir adım gerisine gidebiliriz. Son Buzul Çağı ‘nın sonuna, yani MÖ 11.000 yılına kadar bütün kıtalardaki bütün halklar bâlâ avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla geçiniyordu. MS 1500 yılında görülen teknolojik ve siyasal farklılıkların gerisinde. MÖ 11.000 yılıyla MS 1500 yılı arasında farklı anakaralardaki farklı halkların farklı hızda gelişim göstermiş olması gerçeği yalıyordu. Avustralya ve Amerika yerlileri avcı/yiyecek toplayıcı olarak kalırken, Avrasya halklarının büyük bölümü, Amerika’da ve Sahra’nın güneyinde yasayan halkların epeycesi tarım, hayvancılık, metal işleme teknolojisi, karmaşık siyasal örgütlenme evrelerine geçmişti. Avrasya’nın bazı bölgeleriyle Amerika’nın bir bölgesinde yasayan halklar birbirinden bağımsız olarak yazıyı da bulmuşlardı. Ama bu yeni gelişmelerin hepsi Avrasya’da başka yerlere oranla daha erken bir tarihte oldu. örneğin Güney Amerika And Dağları’nda bronz aletlerin seri Üretimi 1500yılından önceki yüzyıllarda ancak başlarken Avrasya’nın bazı bölgelerinde 4000 yıl önce başlamıştı. Tasmanya’nın Avrupalı kâşiflerce MS 1642 yılında ilk keşfedildiği zamanki taş teknolojisi, Yukarı Avrupa’nın on binlerce yıl önce Yontma Taş Çağındaki teknolojisinden daha basitti.
O halde çağdaş dünyadaki eşitsizliklerle ilgili sorumuzu şöyle sorabiliriz: İnsanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda gelişti? Tarihin seyrini oluşturan şey bu hız farklılıklarıdır ve benim kitabımın konusu da işte budur.
Dolayısıyla bu kitap sonuçta tarihle ve tarih öncesiyle ilgili ama konusu yalnızca bilimi ilgilendiren bir konu değil, aynı zamanda uygulama ve siyaset açısından son derece önemli. Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar

Metin2 hız hilesi,Metin2 hız hilesi indir,Metin2 hız hack,

Metin2 hileleri için yeni bir konu giriyoruz. Adını siz yakından biliyorsunuz. Hız hilesi olarak bilinen dosya sayesinde işlemlerinizi daha hızlı yapabileceksiniz. Metin2 yi daha iyi şartlarda oynamanızı kolaylaştıracak bir özellliktir. Aşağıda sizlere linkini sunacağımız dosyayı ve şifresini belirteceğiz.

İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ 

RAR ŞİFRESİ : ridkes

Cevat Şakir Kabaağaçlı / Halikarnas Balıkçısı

Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı. 1890’da İstanbul’da doğdu. 13 Ekim 1973’te İzmir’de yaşamını yitirdi. Yazılarında, çok sevdiği Bodrum’un antik çağlardaki ismi olan Halikarnasos’tan esinlenerek Halikarnas Balıkçısı takma adını kullandı. Osmanlı Padişahı Abdülhamit döneminin devlet adamlarından tarihçi Şakir Paşa’nın oğlu. Çocukluğu babasının görevi nedeniyle bulundukları Atina’da geçti. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi’nde, ortaöğrenimini Robert Kolej’de tamamladı. İngiltere’ye gitti. Oxford Üniversitesi’nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul’a dönünce Diken, Resimli Gazete, Resimli Ay, İnci gibi dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi. Çizgi romanlar yaptı. İlk öyküleri 1920’li yılardan başlayarak yayınlandı. Cumhuriyet’in ilanından sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden 3 yıl kalebentliğe mahkum edildi ve Bodrum’a sürüldü. 1.5 yıl Bodrum’da kaldı. Cezasının son yarısını İstanbul’da geçirdi. Yeniden yürekten bağlandığı Bodrum’a döndü. 1947’den itibaren çocuklarının eğitimi için İzmir’e yerleşti. Ölümünden sonra da kendi eseri olan Bodrum’a gömüldü. Mezarı Bodrum’da. 


ESERLERİ: 

ROMAN: 
Aganta Burina Burinata (1946) 
Ötelerin Çocuğu (1956) 
Uluç Reis (1962) 
Turgut Reis (1966) 
Deniz Gurbetçileri (1969) 

DENEME-İNCELEME-MİTOLOJİ: 
Anadolu Efsaneleri (1954) 
Anadolu Tanrıları (1955) 
Anadolu’nun Sesi (1971) 
Hey Koca Yurt (1972) 
Düşün Yazıları (1981, ölümünden sonra) 

ÖYKÜ: 
Ege Kıyılarından (1939) 
Merhaba Akdeniz (1947) 
Ege’nin Dibi (1952) 
Yaşasın Deniz (1954) 
Gülen Ada (1957) 
Ege’den (1972) 
Gençlik Denizlerinde (1973) 

ANI: 
Mavi Sürgün (1961) 

ÇOCUK KİTAPLARI: 
Denizin Çağrısı 
Yol Ver Deniz


James Joyce Kimdir?

Basılmadan önce, birçok yayınevinin reddettiği ''Dublinliler'' ve yakılmaktan son anda kurtarılan ''Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'' kitaplarının yazarı kimdir?

JAMES JOYCE


James Augustine Aloysius Joyce (1882 - 1941) İrlanda asıllı yazar. Getirdiği anlatım yenilikleri ile 20. yüzyıl edebiyatını derinden etkilemiştir.

James Joyce, 1882 yılında Dublin’de doğdu. Cizvit okullarında eğitim gördü; Dublin’deki University College’de felsefe ve modern diller okudu. 1900’de, henüz üniversite öğrencisiyken Ibsen’in oyunu üzerine kaleme aldığı uzunca yazı Fortnightly Review dergisinde yayımlandı.

O sıralar, daha sonra Chamber Music (Oda Müziği) adlı kitapta toplanacak olan lirik şiirlerini yazmaya başladı. 1902’de Dublin’den ayrılıp Paris’e gitti; ama ertesi yıl ölüm döşeğindeki annesini ziyaret için tekrar İrlanda’ya döndü. 1904’ten sonra Nora Barnacle’la yaşamaya başladı. 1905’ten 1915’e kadar Trieste’de yaşadılar. 1906 yazında Roma'ya giden Joyce yaklaşık dokuz ay boyunca bir bankada çalıştı. Roma'dan sıkılınca 1907 kışında tekrar Trieste'ye döndü. Trieste’de Berlitz School’da İngilizce öğretmenliği yaptı. Dublinliler, 1914 yılında İngiltere’de yayımlandı. Joyce, 1915’te tek oyunu olan Sürgünler’i yazdı. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adli otobiyografik romanı 1916 yılında yayımlandı. Aynı yıl Joyce ve ailesi Zürih’e taşındı.

Büyük bir yoksulluk içinde yaşadıkları Zürih’te en büyük eseri olan Ulysses üzerine çalıştı ve bu kitap Little Review adlı bir Amerikan dergisinde dizi halinde yayımlanmaya başladı. Dizileştirme 1918’de başladı, ancak kitap hakkında dava açılması nedeniyle 1920’de diziye ara verildi. Ulysses kitap olarak ilk kez 1922’de Paris’te basıldı. Dublin'de geçen 24 saati anlatan roman Homeros'un Odyssea'sı üzerine kuruludur. Pek çok yeni tekniğin kullanıldığı roman yayınlandığında büyük yankı uyandırmıştır.
Joyce, ailesi iki büyük savaş arasında Paris’te kaldı. Bu dönemde son romanı olan Finnegans Wake üzerinde çalıştı. 1939’da, Finnegans Wake basıldı. 13 Ocak1941’de James Joyce öldü. Portre’nin ilk taslağı Stephen Hero yazarın ölümünden sonra, 1944 yılında basıldı. İlk basımı birçok dizgi yanlışı içeren “Ulysses”in aslına uygun halde basılması 1984 yılında gerçekleşti. Ulysses'in Türkçe çevirisi Nevzat Erkmen tarafından gerçekleştirildi ve 1999 yılında basıldı.

Eserleri

  • Dublinliler
  • Sürgünler
  • Giacomo Joyce
  • Sanatçının Mektupları
  • Oda Müziği (Şiirler)
  • Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi
  • Ulysses
  • Finnegans Wake

Dünyada yaklaşık kaç insan yaşamaktadır?

Dünya nüfusu, Şubat 2010 itibariyle 6.805.000.000 'a ulaşmıştır.
En güncel tahminlere göre dünya nüfusu 6,6 milyara 2007 Haziran'ında ulaşmıştır.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun belirlediği tarihe göre 12 Ekim 1999'da dünya nüfusu 6 milyara ulaşmıştır. 7 milyara ise 2012'de ulaşacağı sanılmaktadır.
Şimdiye kadar yaklaşık 110.000.000.000 (110 Milyar) insan doğmuştur. 20. yüzyılın son 70 senesinde dünya nüfusu tarihte en fazla yükselişini göstermiştir.
  • 1 milyara 1802 yılında ulaşılmıştır.
  • 2 milyara 1927 yılında ulaşılmıştır.
  • 3 milyara 1961 yılında ulaşılmıştır.
  • 4 milyara 1971 yılında ulaşılmıştır.
  • 5 milyara 1987 yılında ulaşılmıştır.
  • 6 milyara 1999 yılında ulaşılmıştır.
Yukarıdaki rakamlara göre, son 81 yılda dünya nüfusu üçe katlanmıştır.
Birleşmiş Milletler tarafından 2002 yılında yayınlanan tahminlere göre:
  • 7,302 milyara 2015 yılında ulaşılacaktır.
  • 7,675 milyara 2020 yılında ulaşılacaktır.
  • 8,012 milyara 2025 yılında ulaşılacaktır.
  • 8,309 milyara 2030 yılında ulaşılacaktır.
  • 8,571 milyara 2035 yılında ulaşılacaktır.
  • 8,801 milyara 2040 yılında ulaşılacaktır.
  • 8,896 milyara 2045 yılında ulaşılacaktır.
  • 9,150 milyara 2050 yılında ulaşılacaktır.

Göz ödemi nedir, sebepleri nelerdir?

Ödemin Sebepleri:
Bir hastalıktan ziyade basit ve geçici bir belirti gibi görülen ödem, böbrek yetmezliği, karaciğer bozukluğu, kalp rahatsızlıkları, damar tıkanmaları, alerjik durumlar, hormonal ve psikolojik sebeplerden dolayı oluşabilir. Bu nedenle, ödem tedavisinden önce iyi bir muayene ve tetkik yapılması gerekmektedir.“İdiopatik ödem” nedeni bilinmeyen ödem olarak adlandırılır. Yüksek karbonhidrat yani patates, pilav, makarna, ekmek ve tahıl tüketimi veya az ya da çok tuz tüketiminden oluşabilir. Ayrıca yetersiz protein alımı (et, süt, yumurta) ve psikolojik nedenler de “idiopatik ödem”i tetikler. Riskli bir hastalık olmamasına rağmen hem tanısını netleştirmek hem de hastanın psikolojisinin rahatlaması için ödem oluşturan nedenlerin araştırılması ve ortadan kaldırılması gerekir.
Beslenme Önerileri:
Gün içinde yeterli miktarda karbonhidrat ve protein alınması gerekiyor. Tuz alımının azaltılması ama tamamen kesilmemesi gerekiyor. Özellikle yüksek tuz içeren şarküteri ürünleri, konserve yiyecekler ve turşu tüketilmemesi de önemli noktalar arasında.
Ayrıca her gün 2 litre su içilmesine özen göstermek gerekiyor.

Kansızlığa iyi gelen yiyecekler nelerdir?

Kan yapıcı bazı ürünleri sıralayacak olursak:
Saf arı poleni, iyi cins çiçek balı, kuşburnu marmelatı ve çayı, üzüm pekmezi, dut pekmezi, keçiboynuzu (harnup) pekmezi, Tahin, kına kına kabuğu, keten tohumu, arı sütü, balık yağı, soya sütü, yulaf sütü çok faydalı besinlerdir.


Kimyasal tepkimeler hakkında bilgi verir misiniz?

Redoks tepkimeleri indirgen-yükseltgen maddeler arasında elektron aktarılması şeklinde oluşan reaksiyonlardır .Bir redoks reaksiyonunda indirgenmeyi sağlayan maddeye indirgen,yükseltgenmeyi sağ
layan maddeye ise yükseltgen deniyordur.Reaksiyonda elektron veren maddeler yükseltgenirler Elektron alan maddeler ise indirgenir.Reaksiyona giren maddeler arasında alınan ve verilen elektronlar dikkate alınarak reaksiyon denkleştirilir


Ülkemiz ve dünyadaki çevre sorunları nelerdir?

1- Ekosistemlerin Bozulma Nedenleri (Çevre Sorunları) :
Çevre sorunları, insanların yaşadığı problemlerden biridir çevre sorunlarının yani ekosistemlerdeki bozulmaların bir kısmı doğal yolla, bir kısmı da insan etkisiyle oluşur.
İnsanlara ve ekosistemlere zarar veren doğal kaynaklı bozulmalar, su, toprak ve hava hareketleriyle oluşur. Su taşkınları, depremler, erozyon, volkanik hareketler (yanardağ patlamaları), fırtına, kasırga, uzun siren kuraklık ekosistemlerin bozulmasına yol açan doğal afetlerdir.
İnsanlar, bulundukları ekosistemlerdeki (çevrelerindeki) canlı ve cansız varlıkları etkileyerek ekosistemlerin bozulmasına yol açarlar. İnsanlar, ekosistemlerdeki doğal varlıklarla iç içe yaşarken zamanla teknolojinin gelişmesi ve doğal kaynakların bilinçsiz kullanılması sonucu doğanın dengesi bozulmuş ve birçok çevre sorunu ortaya çıkmıştır.
Hızlı nüfus artışı, bilinçsiz sanayileşme, düzensiz şehirleşme, doğal kaynakların bilinçsiz kullanılması, nükleer silahlar ve nükleer santral patlamaları, biriktirilmiş suların (barajlardaki suların) taşkınlara neden olması, orman tahribatı ve çığ gibi olaylar doğal denge üzerinde olumsuz etkiler yaparak çevre kirliliğine yani ekosistemlerin bozulmasına yol açan insan kaynaklı faktörlerdir.
Hava kirliliği, su kirliliği ve toprak kirliliği ve nükleer kirlilik çevre kirliliği sonucu oluşan kirlenmelerdir.

SORU : 1- Ülkemizi ve Dünya’mızı tehdit eden önemli çevre sorunları nelerdir?
2- Ülkemizi ve Dünya’mızı tehdit eden önemli çevre sorunlarının sebepleri ve sonuçları nelerdir?
3- Ülkemizi ve dünyayı tehdit eden çevre sorunları dünyayı nasıl etkiler?
4- Ekosistemler zamanla neden değişip bozulmaktadır?
5- Ekosistemlerdeki bozulmalar beraberinde hangi sonuçları getirin?
6- Çok küçük bir ekosistemin zarar görmesi tüm dünyayı nasıl etkiler?

2- Çevre Kirliliğine Neden Olan (İnsan Kaynaklı) Faktörler :

a) Orman Tahribatı :
Orman yangınları, ihmal, dikkatsizlik, kaçak yapılaşma ve arazi açmak için ağaçların bilinçsizce kesilmesi gibi sebepler yüzünden ormanlar tahrip olmaktadır. Bunun sonucunda ekosistemlerin doğal dengesi bozulmakta, ormanda yaşayan canlı türleri ve bu türlerin habitatları yok olmakta, toprak zenginliği kaybolmaktadır.
(Ülkemizde orman yangınlarının kayıtları 1937 yılında tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtlara göre yaklaşık 1,5 milyon hektar ormanlık alan yok olmuştur).

SORU : 1- Ülkemizdeki orman tahribi sadece ülkemizi mi etkiler?
2- Orman tahribi nasıl engellenebilir?
3- Ormanların kaybı hayatımızı nasıl etkiler?

b) Çığ :
Yüksek yerlerdeki karların şiddetli ses etkisiyle dağın yamaçlarına yuvarlanmasına çığ denir. Eğimli arazi üzerinde birikmiş büyük kar örtüsü, yer çekimi etkisiyle kaydığında çığ oluşur. Çığ genellikle bitki örtüsü olmayan, dağlık eğimli arazilerde görülür. Çığlar beraberinde toprak, taş ve ağaçları da sökerek götürür. Bu şekilde meydana gelen aşınma ve taşınma, toprağı verimsizleştirerek canlıların yaşamını tehlikeye sokar. Çığlar, tarım alanlarının veriminin düşmesine ve su kaynaklarının kirlenmesine neden olur.

SORU : 1- Çığdan korunma yolları nelerdir?



c) Nükleer Silahlar ve Nükleer Santral Patlamaları :
Nükleer silahlar, nükleer kazalar ve bu kazalar sonunda ortaya çıkan nükleer atıklar kirlenmeye sebep olur.
(1986 yılında yaşanan Çernobil Nükleer Enerji Santrali Kazası’nın yarattığı olumsuz etkiler, bu kirliliğin en canlı örneğidir. Bu olaydan ülkemizin en çok Karadeniz Bölgesi’nin etkilendiği tespit edilmiştir).

SORU : 1- Nükleer kirlilik sadece belli bir bölgeyi mi etkiler?
2- Nükleer kirliliğin canlılar ve onların çevreleri üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?

d) Biriktirilmiş Suların Taşkınlara Yol Açması :
Barajların yıkılması sonucu oluşan taşkınlar, bitki örtüsüne, ekili alanlara toprağın verimli tabakasının taşınmasına neden olur.

e) Aşırı Nüfus Artışı :
Bir bölgedeki ya da ekosistemdeki nüfus artışını ya da azalışını o ekosistemdeki göçler, doğum ve ölüm olayları belirler. Nüfus artışının az olduğu dönemde insan tarafından çevreye verilen zarar doğal yollarla kendiliğinden düzeltilebiliyordu. Nüfus artışı fazla olduğu için;
• Doğal kaynaklar aşırı kullanıldı.
• Barınma amacıyla yeşil alanlar yok edildi.
• Büyük kentler çevre kirliliğine yol açtı.
• Araçların egzoz gazları hava kirliliğine yol açtı.
• Soğutucularda kullanılan karbon maddesi ozon tabakasını inceltti.
• Tarımsal alanlarda yapılan ilaçlamalar yararlı böcekleri de yok etti.
• Evsel atıklar, lağım suları ve sanayi atıkları çevreyi kirletti.
• Tarımda üretimi arttırmak için aşırı kullanılan gübreler çökerek toprağın ve yeraltı sularının kirlenmesine yol açtı.

f) Plansız Sanayileşme :
Nüfusun hızla artması sonucu sanayi gelişmiş ve bunun sonucu çevre (hava, toprak, su) zarar görmüş, kirlenmiştir.
• Tarla ekmek için orman arazilerinin kesilmesi.
• Artan kereste ihtiyacı nedeniyle ormanların kesilmesi.
• Fabrika bacalarına filtre takılmaması.
• Fazla ürün elde etmek için tarımda aşırı gübreleme ve ilaçlama yapılması.
• Fabrika atıklarının arıtılmadan suya ya da toprağa verilerek su ve toprağı kirletmesi.

g) Doğal Kaynakların Bilinçsiz Kullanılması :
Bir ekosistemdeki hava, toprak, su, hayvanlar, bitkiler, yeraltı zenginlikleri ve doğal güzellikler o ekosistemdeki doğal kaynakları oluştururlar. Doğal kaynakların bilinçsiz kullanılması çevre kirliliğine yol açar.
• Kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması.
• Gereksiz tarım ilaçları ve böcek öldürücülerin kullanılması.
• Soğutucuların ve spreylerin fazla kullanılması.
• Ev ve sanayi atıklarının çevreye dağılması.
• Nükleer silahların ve radyasyona yol açan maddelerin kullanılması.
• Kalitesiz fosil yakıtların (kömür, petrol, doğal gaz) kullanılması.

cevre sorunlari, dunya sorunlari, dunyadaki cevre sorunlari, ulkemizdeki cevre sorunlari, ulkemizdeki sorunlar,