İntihara sürükleyen gizemli ‘uğultu’

Genellikle izole ve küçük yerleşim birimlerinde geceleri duyulmaya başlayan ve önüne geçilemeyen ‘uğultu’, dünyanın birçok köşesinde binlerce insanın sinirlerini iflas etme noktasına getirdi. 

İngiltere’nin Bristol kenti; ABD’nin New Mexico eyaletindeki Taos ve İskoçya’nın Largs kasabası, ‘Hum’ eziyeti çeken yerleşim birimlerinden sadece birkaçı. 

Bilim insanlarının yıllardır süren araştırmalarıan rağmen, gizemli uğultunun neden sadece belli bölgelerde, populasyonun belli bir kısmını etkilediği hala sırrını koruyor. 

İlk olarak 1950’li yıllarda ihbarları gelmeyen başlayan gizemli uğultu, ilerleyen yıllarda daha fazla bölgede düşük frekanslı, bir ‘zonklama ve gümbürdeme’ tarzı bir gürültü olarak daha fazla yerleşim biriminde duyulmaya başlandı. 

‘Hum’ hakkındaki genel görüşler ise uğultunun genelde kapalı alanlarda duyulduğu ve geceleri gündüzlerden çok daha fazla hissedildiği. Ayrıca, kşehirlerdeki gürültüyü içermeyen kırsal bölgelerde yaygın olduğu. 

İngiltere’nin Surrey kentinde yaşayan akustik mühendisi Geoff Leventhall’ın 2003 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, ‘Hum’ bulunan bölgelerdeki nüfusun sadece yüzde 2’si uğultuyu duyuyor. Bu gürültüye maruz kalanlar ise genelde 55-70 yaş arası insanlar oluyor. 

‘Hum’ mağduru insanlar, gürültüyü ‘rölantide çalışan bir dizel motoru’ gibi tanımlıyor. İngiltere’nin Leeds kentinde uğuldamaya maruz kalan Katie Jacqures, BBC’ye, “Bu bir nevi işkence... Bazen gerçekten çığlık atmak istiyorsunuz” yorumunda bulundu. 

Jacques, “Geceleri çok daha kötüleşiyor... Uyumak zorlaşıyor çünkü arka planda sürekli bu sesi duyuyorsunuz. Sürekli dönüp duruyor ve kafanızı daha fazla bu sese takıyorsunuz” dedi. 

Duyma sorunu bulunmayan mağdurlardan birçoğu, şikayetleri dikkate alınmadığı zaman daha da sinirleniyor. Madurlar, baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, burun kanaması ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıklar çekiyor. BBC’ye göre, İngiltere’de bugüne kadar en az 1 kişi ‘Hum’ yüzünden intihar etti. 

‘HUM’ BÖLGELERİ 
LiveScience sitesinin haberine göre, gizemli uğultuların ilk belirdiği yerlerden biri İngiltere’nin Bristol kenti. Kıyı şeridindeki kentte 1970’lerde bildirilen şikayetlerin sorumlusu olarak araç trafiği ve 24 saat çalışan fabrikalar gösterilmiş. 

ABD’nin uğultusuyla meşhur olan yeri ise Taos kasabası. İlk olarak 1991 yılında yerel halk düşük frekanslı, gümbürtü benzeri bir sesten şikayetçi olmuş. New Mexico eyaletinde yer alan Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndan araştırmacıların yanı sıra, yerel uzmanların yaptığı inceleme bir sonuç getirmemiş. 

Araştırmacıların bugün uğultuların kaynağını belirmeye çalıştığı diğer yerleşim birimleri arasında Ontorio eyaltinin Windsor ve Avustralya’nın Sydney kenti sınırlarında yer alan Bondi bölgesi bulunuyor. 

Telegraph gazetesine konuşan Avustralyalılar, çaresizlikten ya fanlarını ya da müzik setlerini açık tutmaktan başka bir çözüm üretemediklerini belirtiyor. 

Bu çaresizliğin en büyük kurbanı ise ABD’nin Indiana kentinde bulunan Kokomo kasabası. Bir zamanlar 47 bin kişinin yaşadığı kasaba, ‘Hum’ nedeniyle 2003 yılında boşaltıldı. Adı Kokomo Hum’a çıkan kasabada yapılan araştırmalar, iki sanayi bölgesinin düşük frekanslı uğultuların kaynağı olabileceğini gösterdi. 

Ancak yerleşimciler geri döndükten sonra bazı kasaba sakinleri uğultu şikayetlerine devam etti. 

SEBEP NE? 

Hakkında birçok komplo teorisi üretilen ve bazıları tarafından gizli bir psikolojik silah olduğu iddia edilen ‘Hum’, inanması güç teorilerin doğmasına bile yol açmış durumda. 

Ancak araştırmacılar, gizemli olayın gerçek olduğunu ve uzaylıların Dünya’ya yolladığı ve sadece bazı insanlar tarafından algılanan sinyaller olmadığı konusunda emin. 

Kokomo Hum’da yapılan araştırmaların ardından, bilim insanları ana sorumluların sanayi bölgelerindeki ısıtıcı üniteleri, elektrik akım hatları, iletişim cihazları veya yüksek basınçlı gaz hatları gibi sanayi bögeleriyle bağlantılı kaynaklar olduğunu düşünüyor. 

Bir diğer teori, uğultunun sadece bazı insanlar tarafından algılanan, düşükfrekanslı elektromanyetik radyasyondan kaynaklandığı. Hatta, bazı insanlardan çok daha yüksek frekansları duyan insanların uğultuya maruz kaldığı vakalar da mevcut. 

Ortaya sürülen diğer teoriler ise okyanus dalgaları ve tektonik plakaların oluşturduğu sismik faaliyetlerden, askeri deney ve denizaltıların iletişimlerine kadar uzanıyor. Ancakhiçbiri kesin bir bulgu sunabilmiş değil. 

İngiliz araştırmacı Leventhall, gizemli olayın yakın zamanda çözülebileceğinden şüpheli. Leventhall, “Bu 40 yıldır süren bir gizem. Daha uzun bir süre de böyle kalacağa benziyor” dedi. 

Türkiye’nin Ovaları


 OVA: Vadilerle parçalanmamış çevrelerine göre alçakta olan geniş düzlüklere ova denir. Ülkemizde ovalar iki gruba ayrılır. Kıyılarda delta ovaları ve iç kesimlerdeki ovalar.
1-KIYI OVALARI:
Kıyı ovaların oluşmasında akarsuların taşıdığı alüvyonların miktarı, kıyılardaki akıntı ve dalga faaliyetleri ve kıyıların derinliği etkili olmuştur.
Bafra Ovası: Kızılırmak oluşturmuştur. Çok verimli bir ovadır. Deltada kıyı gölleri bulunur. En büyüğü Balık gölüdür.
Çarşamba Ovası: Yeşilırmak’ın taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur.
Sakarya Ovası: Delta ovasında ziyade bir taban seviyesi ovası özelliği taşır.
Meriç Deltası: Küçük bir oluk içende oluşmuş olup Meriç nehrinin getirdiği alüvyonlarla meydana gelmiştir.
Gediz Ovası: Gediz nehri oluşturmuştur. İzmir Körfezi’nin dolma tehlikesi durumunda nehrin yatağı değiştirilmiştir.
Küçük Menderes Ovası: Faylanma sonucu çöken sahalara zamanla alüvyonların dolmasıyla oluşmuştur.
Büyük Menderes Ovası: Büyük Menderes ırmağının getirdiği alüvyonla oluşmuştur. Ovada Çamiçi gölü yer almaktadır.
Çukurova: Seyhan ve Ceyhan nehri oluşturmuştur. Türkiye’nin en büyük delta ovasıdır.
2-İÇ BÖLGELERDEKİ OVALAR:
 iç bölgelerdeki ovalarımızın büyük bir bölümü, tektonik çanaklar içinde göl ve akarsu depolarının birikmesi sonucu meydana gelmiştir. İç bölgelerde yer alan ovalar, fay kuşaklarındaki çöküntü sahaları boyunca görülür.

Doğu Anadolu Fay Kuşağındaki Ovalar:
Muş ovası: karasu ve Murat nehirleri, menderesler çizerek akarlar
Bingöl ovası, Murat nehri tarafından oluşturulmuştur.
Elazığ ve Uluova: Bu ovalar bir yerleşme ve tarım alanıdır.
Antakya-K.Maraş Ovası: Nur Dağı doğusunda bir graben içinde yer alır.
Amik ovası: Asi nehrinin oluşturduğu bir çöküntü ovasıdır.

Kuzeydoğu Anadolu’da çökme sonucu oluşmuş olukların içerisinde geniş ovalar bulunur. Bunlar:

Göle ovası: Daha çok çayır ve bataklıklar yaygındır.
Ardahan ovası: Ovayı, Kura nehri sular.
Erzurum ovası: Türkiye’nin en yüksek ovalarından biridir (2000m)
Pasinler-Horasan Ovası: Aras nehrinin oluşturduğu bir ovadır.
Iğdır ovası: Etrafı dağlarla çevrilidir. Yüksekliği azdır. Sebze meyve ve yetiştirilir.
Kuzey Anadolu Fay Kuşağındaki Ovaları 
Bu kuşak üzerinde doğu da Erzincan ile batıda İzmit Körfezi arasında Suşehri, Erbaa, Niksar, Taşova, Lâdik Merzifon, Suluova, Tosya, Kargı, Kurşunlu, Çerkeş, Vezirköprü, Taşköprü, Bolu, Düzce, Adapazarı ve Sapanca olukları bulun ur.

İç Anadolu ovaları: 
İç Anadolu’da eski bir göl tabanı durumunda bulunan ve Türkiye’nin en büyük ovası olan Konya Ovası önemli yer kaplar. 
Akşehir-Eber Ovası: Kuzeyde Emirdağları ile güneyde Sultan Dağları arasında bitişik halde bulunur. Bu ovalar üzerinde aynı zamanda göllerde bulunur. Ayrıca, Kayseri ve Develi ovaları, Aksaray ovası, Ankara’da Akıncı ovası ve Çubuk ovası ve Eskişehir ovası bulunur.

Güney Doğu Anadolu Ovaları:
 Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan ve Urfa’nın Suriye sınırında Altınbaşak, (Ceylanpınar) ovası bulunur. Ayrıca burada G. A. P kapsamında bulunan ovalar (Suruç, B. Antep, Kilis) geniş yer kaplar.

Batı Anadolu Ovaları: 
Denizden başlayarak 200m yüksekliği kadar ulaşan ve kuzeyden güneye sıralanan Bakırçay, Gediz, K. ve B. Menderes ovaları bulunur. Ayrıca iç kısımlarda Bornova, Simav, Sandıklı, Afyon, Bursa, İnegöl, Karacabey ve Balıkesir, ovaları yer alır.
OVALARIN ÖNEMİ :1- Ovalar tarım ürünlerinin yetiştirildiği çok sayıda yerleşmelerin bulunduğu ve ulaşımın kolaylıkla sağlandığı sahalardır.
2- Ovalarımız önemli tarım sahalarıdır.
3- Ovalarımız önemli kentlerin kurulduğu sahalardır.
4- Ulaşım kolaylığı ve ucuz maliyetle konut ve sanayi tesisi inşaatı ovaları cazip hale getirmektedir.
  

İkilemelerin Yazımı

İkilemeler genellikle ayrı yazılır. Araya hiçbir noktalama işareti de konmaz. 
 
Anlata anlata, ev bark, çoluk çocuk, ufak tefek, 
Eş dost yüzümüze gülmez mi?
O adam hatır gönül dinlemez.
Bu zamanda ev bark edinmek zor.
Delikanlıda boy pos yerinde.
Marangoz eğri büğrü tahtaları rendeledi.
Bu adamın neyin nesi olduğunu bilen yok.
O kadar üzülme, beterin beteri var.
Yıllar yılı dost bildiğin insanlar hani?
Boşu boşuna herkesi telâşlandırdın.
Meydandaki kalabalığı görünce coştu da coştu.
 
Bitişik yazı> ikilemeler de vardır:
 
cırcır (böceği), cızbız, civciv, çıtçıt, dırdır, fırfır, fısfıs, hımhım, hoşbeş, şıpşıp (terlik), yüzgöz (olmak)... darmadağınık, darmaduman, karmakarışık.

Kuantum Alan Kuramı

Bir kaç cümle ile kuantum alan kuramı şöyle anlatılabilir: Kütle ve enerji Einstein 'ın E= m.c2 formülüne göre birbirine çevrilebilir. Boş uzay gerçekte o kadar da boş değildir( casimir etkisi). Saniyenin 10 milyar kere tirilyonda biri (10* üzeri 22) süresince ortaya çıkıp kaybolan parçacıklarla doludur. İki temel parçacık aralarında kuantum alanını ileten parçacık yani'' kuantum alanının kuantumu ''( Aslında bir parçacıgın alansal yapısını yine bir parçacık cinsinden elemanter parçacık kümeleri etkisi ve dağılımıyla açıklamak bir paradokstur) alış verişi yaparak etkileşirler. Bu yorumla boş uzayda bile parçacık karşıt parçacık çiftlerinin sürgit kendiliklerinden oluşup - yokolmaları (vakum çalkalanmaları) açıklanabilmektedir. Kuantum alan kuramında parçacıkların (proton, nötron,elektron,pozitronlar, mezonlar...) kuantum vakumunda nasıl ortaya çıkıp kayboldukları henüz tam olarak anlaşılmış değildir. Ama Einstein' ın genel görecelik ve Maxwell 'in elektromanyetik kuramları çerçevesinde salt uzay-zaman levhasındaki mikroskopik noktalarda meydana gelen bükülmelerin atom altı ölçeklerde yeni parçacıkların oluşmasını sağlayabileceğini biliyoruz. Bu bağlamda kuantum kuramının genel görecelik kuramının ayakları üstünde durduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki ama salt uzay-zaman levhası nedir. Işığın içerisinden yayıldığı ortam tam olarak nedir. Işık gerçekten bir şey içinde mi yayılır. Yada zaman ve uzayın çizgileri ışığın elektromanyetik alansal çizğilerinin bir ifadesimidir? kuantum alan kuramı; ışık fotonlarının yada dalgalarının yada elektron, proton, nötron.. gibi atom parçacıklarının ortaya çıkış ve kayboluş süreci hakkında tam bir fikir sahibi olmasada bu iki süreç arasında her tür parçacığın saçınıp dağılması esnasındaki devinim süreci boyunca bu parçacıklara ait davranışların bir dizi olasılık hesapları (kuantum dalga fonksiyonu) cinsinden ifade edilmesine yarayan matematiksel bir teknik dildir. 
Eğer Zaman ve Işık üzerine tam bir bilğiye sahip olsaydık uzay/zaman da solucan deliklerini, boyut değiştirmeyi, karşıt yerçekimi dalgalarını, zaman kayması fenomenini, zaman yolculuğunu tam olarak anlayabilirdik. Ve uzay gemilerimizi ışık hızı ve üstü hızlarda zaman akımları boyunca yürütebilirdik. Uzay/zaman'ın düz çizğilerini istediğimiz gibi eğip -bükebilirdik. Boşluk dediğimiz alana hayali mikroskoplarımızı yöneltip baktığımızda orda bir ışık frekansı havuzunu görecektik. Mikroskopun görüş gücünü arttırdığımızda karşımıza salt uzay/zaman çizğilerine bürünmüş elektromanyetik bir köpük çıkacaktı ! Ve bu boşlukta bir var olan bir yok olan parçaçık bulutuyla karşılaşacaktık. Bu durumda kendimize sorarız ''bir şeye ne zaman tam olarak parçacık denir ve ne zaman bu parçacıklar boş uzayın bir ögesi olarak ele alınabilir ?'' İşte fiziğin tüm gizemi bu atom altı ölçekteki dünyada gizlidir. Tam bu noktada 'alan' parçacığa, parçacık 'ta alan 'a dönüşür. Ve uzay-zaman çizğileri birbirine karışır. Kuantum köpüğünde, kuantum fiziğinin denklemleriyle genel görecelik denklemleri birbiri içerisinde eriyerek tek bir ''etki kuantumunun'' gizli ve derin yapısını anlatan yeni bir denkleme dönüşür.Bu yeni denklemler parçaçıkları; üçboyutlu uzay-zaman kafes çizğilerinin bir dördüncü boyut doğrultusunda kendi üstüne çöküp girdaplaşarak oluşan üçboyutlu küresel ışık vorteksleri olarak tanımlar. Bu durum enerjinin maddesel bir parçacığa dönüşmesidir.Buna göre bir parçacığın yok olması o parçacığı oluşturan 'kendi üstüne düğümlenen uzay-zaman çizğilerinin' açılıp serbest kalması anlamına gelir.Bu bir başka anlamda maddenin enerjiye çevrilmesidir. İyi ama bu durum kendi uzay yada zaman boyutumuzun dışına çıkmak anlamına gelmez! Peki bir parçacık orijinal haliyle zaman-uzayın kapalı çizğileri boyunca nasıl yerdeğiştirebilir.Parçacıkla birlikte parçacığı yansıtan uzay-zaman çerçevesini kesip başka bir uzay-zaman çerçevesi ile kaynaştırıp birleştirmek nasıl mümkün olabilir.Belli büyüklükteki bir parçacık için kuantum vakumu dalgalanmaları hissedilmeyecek kadar zayıftır.Böyle bir parçacık kendi çevresindeki uzay-zaman kafesini bozup yönlendirerek kendisini yerçekimsel bir dalga üstünde uzay-zamanın kafes çizğileri boyunca sörf yaparcasına kaydırıp sevk edebilir. 
Işığın davranışını anlamak için hiperuzaya ve yüksek boyutlara açılmaktan başka çare yoktur. Benim araştırmalarım göstermiştir 'ki ışık enerjisi uzayda yer işgal eden ve uzay dan ayrı bir dalga formu değildir. Işık enerjisi uzay dokusu yada alanı denebilecek vakum enerjisinin kendisidir. Yani buna göre ışık, uzayda yayılan bir şey değildir. Işık, zaman akımı boyunca uzaysal enerji dokusunun ''kaynatılarak köpükleştirilip dalgalar biçiminde'' geçen zaman içerisinde uzayda yayılıyormuş gibi gösterime sokulan bir zaman dalgalanmasıdır. Işığın yayılması, üç boyutlu enerjinin kendini üst boyuta doğru( kendi boyutunu) açarak kendisini titreşimler biçimde uzatıp-açarak-genişleterek- enerjinin sürdürülen hareketi biçiminde kendisini bir zaman akımı olarak -göstermesinden ibarettir. Zaman akımı ve ışığın yayılması -içsel titreşim döngüsü- arasında bir bağlantı vardır.Bu formüle edilebilirse zaman akımının fiziksel bir gerçek olduğu ortaya konulabilir. Işık enerjisinin iç titreşim modlarına doğrudan bir etki ile fiziksel olarak zaman akımını yavaşlatmak hızlandırmak yada zaman akımının ilerisine ve gerisine doğru uzay/zaman da bükülmeler yaratmak olası hale gelir. 
Bu kuramın kuantum biçimindeyse kabaca uzayın her noktasında bir kuantum harmonik osilatörü bulunur. Ve bu ''nokta'' zaman ' la özdeşleştirilebilecek bir parametredir. Zamanın akım hızı ve bu harmonik osilatörün temel ışık hızıyla özdeş hız frekansı birbirine senkronizedir. Enerji ile zaman ilişkisine dair zamanın, enerjinin üretilme ''ritmi'' ne daha doğrusu enerjinin kendi değerini aynen-tekrarlama (yani kendini aynen-yeniden- üretme) frekansına bağlı olduğunu bilmeliyiz. Alan, her yere dağılmış fiziksel bir sistem olduğu için, her noktada aynı dalga frekansı ''f '' geçerlidir; böylece her noktada (uzay-zaman noktası) enerjileri h x f ' nin tam sayı katları olan ''alan tanecikleri '' yani fotonlar üretilebilir.Ve alanı yaratanda yada düz uzay/zaman levhasına neden olan şeyde bu her bir nokta arasındaki eşzamanlılık uyumudur. Evrendeki herşey bu ışık titreşimlerinden bu foton noktalarından oluşur. Titreşim frekanslarında milyonlarca değişmeler vardır. Ancak, bilindiği gibi hiç bir şey ışık hızından daha hızlı titreşmez. Işığa ait her bir renk bandı yada frekansı farklı bir hızda titreşir. Bilim adamları ışığı yada evren denen bu elektromanyetik ışık havuzunu birbirinden ayrı bant ve dalga boylarındaki ışıma gamlarından ve hız frekanslarından oluşmuş bir frekans havuzu gibi görüyorlar. Biz bu alana sıfır nokta enerjisi yada kuantum boşluğu adını veriyoruz. Eğer evreni ışık hızı frekansında titreşen tek bir ışık frekansı ve dalga boyu bandı gibi görebilirsek ( tek bir evrensel dalga fonksiyonu= ZAMAN DALGASI = Bir AN ) ve evreni tek bir bütünsel yapı olarak görebilirsek Einstein' ın salt uzay -zaman alanına ulaşabiliriz. 

Böylece zaman ' ın akış hızı zaman/uzay salt alanının temel titreşim oranına (frekansına) ve devir adedine bağlı olmuş olur. İşte zaman/uzay salt alanının bu temel titreşim devrindeki harmonik sapmalar salt uzay/zaman geometrisinde boyutsal bir faz değişimi olan uzay/zaman eğriliği olarak karşımıza çıkar bu bağlamda yerçekiminide uzay/zamanla birlikte varolabilen bir fenomen olarak ortaya koymuş oluruz. Bir bakıma yerçekimi zaman içerisinde meydana gelen hafif bir zaman kaymasıdır. Yani yerçekimi denen uzay eğriliği, uzay alanı içerisindeki kuantum vakumuna ait her bir noktanın diğer bir noktayla olan eşzamanlılık uyumunun yitirilerek zamansal bir faz farkınının meydana gelmesi olayıdır.Ve bu da kütleçekiminin kuantum harmonik osilatöründeki titreşimsel bir sapma olarak ortaya çıktığını göstermiş olur. Böylece ''uzay/zaman çizğilerine bağlı bir maddeyi'' oluşturan atom-altı zerrelerin elektromanyetik enerjisini hızlandırarak bir tür zaman kayması etkisi denebilecek boyutsal bir faz değişimi yaratabiliriz. Ve böylelikle PHİLADELPHİA DENEYİ' nde sözü edilen geminin, ''alansal enerjilerin karşılıklı rezonansı ve çatıştırılması ilkesiyle'' maddenin (geminin) zaman fazında da bir değişme yaratabilmemiz ve geminin ortadan kaybolması olanaklı hale gelmektedir. Bu deney bir yalan yada bir fantezi ürünü olsada bu düşünce bir gerçektir! 
Zamanın zaman yolculuğuna ilişkin niteliğini açıklarken şu iki soru vardır: Birincisi zaman nelerden oluşur sorusu -birbirine kopmaz zincirlerle bağlı tarih örgüsünden mi ya da üstüste veya yanyana konmuş "AN" lardan mı? 
Bir dördüncü boyutta üst-üste binen ya da yanyana gelen iki ayrı zaman dilimindeki- iki ayrı olayı -üç boyutlu zihnimizle hayal edebilmek oldukça güçtür.Zaman'ı fiziksel bir uzunluk olarak görebilmeyi başardığımızda onu eğip-bükerek geçmişin ve geleceğin fiziksel noktalarıyla bitiştirebileceğimiz gerçeği ortaya çıkar. Zaman, çok plastiksi bükülüp-katlanılabilen bir akıştır, bir boyuttur ya da bir uzamdır derken 'zaman fenomeninin' enerji alanlarına bağlı bir titreşimsel ritmin yansıması olduğunu bilmeliyiz.Uzaya bağlı bu farklı zaman frekanslarının -birbirine devreden zaman titreşimlerinin- uzayda yaratılacak güçlü elektromanyetik uyaranlar karşısında birbirleriyle senkron hale gelebileceğini ve bu frekansların üstüste binip çatışabileceğini ifade etmek istiyorum.Dev elektromanyetik düzeneklerce 'uzay-zamanın enerji vakumu' içerisinde yaratılan çatışma alanlarının ortasına düşen insanlar ve cisimler, gemiler ve uçaklarda uzay-zamanın makroskopik ölçeklerde kendi üstüne bükülüp- eğrilen çizğilerince zamanda ya da mekanda kaymalara uğrayabilirler. Aslında zaman boyutlarının dördüncü boyutta asılı duran elektromanyetik bir frekanslar bütünü olduğunu kavradığımızda, katı sandığımız, gerçek dediğimiz tüm yaşamımızı paylaştığımız herşey tüm binalar, bu gezegen, yıldızlar, hatta uzay boşluğunun kendisi bile ve hatta tüm bunları yansıtan-içine alan 'Geçmiş-Şimdi-Gelecek' dediğimiz zaman kalıplarının bile dev bir elektromanyetik seraptan başka bir şey olmadığını idrak ederiz.Bu bilgi bize kendi zaman boyutumuzu nasıl etkileyerek değiştirebileceğimize dair derin bir öngörü sunar! Sonuçta basit bir anlamda zaman makinesi modeli yüksek güç ve frekanslarda elektromanyetik alanlar üreten bir araç olarak karşımıza çıkar. Bu araç kendi alansal enerjisiyle ''bir alan frekansı yapısında olan zaman'a'' doğrudan etki ederek bir tür frekans bandı yapısında olan zaman dalgaları(boyutu) içerisinde ileri ve geri yerdeğiştirebilir. 
Zaman'ın, maddeyi oluşturan enerjinin titreşimsel bir ritmi oluşu, zaman'ın maddeden ayrılmaz olması anlamına gelir.Zaman burada, maddesel oluşumun yapısına karışan bir öğe durumundadır.Öyleyse enerji denetimi ile zaman'ın akışıda(ritmi) denetlenebilir.Ayrıca konuya şöyle bir yaklaşımda da bulunabiliriz; Evren, doğa, insan ve zamanı ayrı ayrı düşünmek yerine, hepsini içiçe düşünmek ve bir bütünün parçaları gibi algılamak gerekir.Öncesiz ve sonrasız zamanı, evrenin yaratılışına paralel olarak düşündüğümüzde ortaya evrensel zaman çıkmaktadır.Bu zaman kavramı, herşeyi içine alan bir karekterdedir.Zaman deyince, insan aklının sınırlarını zorlayan zaman kavramı budur.Aslında tüm evren tek bir evrensel zaman dalgası kalıbı içerisnde kendini gösterir.Fakat zaman o kadar plastiksi bir yapıdadır ki evrendeki madde ve enerji dağılımına bağlı olarak farklı yerlerde farklı hızlarda akarak zaman/uzay çerçevesini delmeyecek şekilde esneklikler gösterebilmektedir.Yani temel zaman dalgası harmonik sapmalar ve esnemeler yapmaktadır.Ama hiç bir madde ve enerji olağan koşullar zorlamadıkça temel zaman alanının dışına çıkmaz. 
Her varlığın yapı ve konumları itibariyle, izafi zamanları vardır.Zaman, evren boyunca ne kadar esneyip kasılsada ''zaman'ı'' heryerde geçerli olmak üzere genel bir an olarak nitelemek yerinde olur.Buradan hareketle, doğası açısından zamanın tekliği ve sabitliği söylenebilir.Zaman boyutlar içinde farklılıklar gösterir.Bizim için çok önemli olan zaman olgusu, farklı bir boyutta belki hiç önemli olmayacaktır.An,evrenin heryerinde şimdi değildir.Her yerin, her sistemin kendine özgü bir zamanı vardır.Bu nedenle, bir olayla ilgili, her sistemin yaşamakta olduğu zamanı, bu sistemin diğer sistemlere olan relatif, yani izafi durumunu belirlemezsek,o olayın şimdi ve bu anda olduğunu söylememiz imkansız olur.Bizim için şimdi ve sonra kavramları, başka bir boyutta, farklı bir şimdi ve sonra kavramı haline dönüşür.O halde bizim için “an” şimdi olmakla birlikte,başka bir boyutta şimdi değildir.Acaba evren insanın bildiği üç boyuttanmı oluşmuştur?Başka boyutlar varmıdır?Ancak zaman, mekan içinde bir dördüncü boyuttur.Evet başka zaman/uzay süreklilikleride vardır.Zaten boyut farkına neden olan şey farklı zaman akış hızları yada farklı zaman fazları denen şeydir. 
Aslında ne ilginçtirki kendi zaman ve mekanlarına sahip farklı boyutlar burda bizim zamanımızda kesişiyorlar. Yani iç-içe farklı boyutsal realiteler vardır.Ve her boyut bir temel titreşim düzeyini(temel zaman alanını) ifade eder.Buna göre bu boyutlardan birine ait bir maddenin titreşim frekansının bir şekilde diğer boyutlardan etkilenerek bir anda diğerine atlaması anlaşılmaz birşey değil! Cisimler bir anda başka bir boyuta geçiyor ve sonra yeniden kendi boyutunun frekansına dönüyor.Zaman frekansları bizim şu anımızdan geçmiş ve geleceğe doğru açılan bir zaman çizgisini oluşturmakla birlikte, Şu AN'ın zaman frekası dalgasını genişletecek olursak bizim geçmiş ve geleceğimizde yer almayan farklı bir uzay/zaman sürekliliği içerisine doğru kendimizi kaydırmış oluruz.Bu zamanda yolculuk değildir.Sadece farklı bir paralel evrene geçiştir.Oranın kendine göre farklı bir zaman akış hızı vardır. O boyut bizim zaman/uzay sürekliliğimizden ayrı bir maddesel realitedir. 

Bilinmelidir ki geçmiş, gelecek ve şimdi, ardardına gelen, devreler halinde birbirini takip eden titreşimler serisidir.Şimdi'ki zaman'ı belirleyen titreşim dalgasının genliği-dalga boyu ve vuruş genişliği üstünde bir sapma yaratarak zaman frekansları arasında karışıklık yaratarak bir zaman diliminden diğerine sıçrayabiliriz. Zaman çizğisinin kendisi üst- üste binen üç boyutlu elektromanyetik frekanslardan kurulu bir hologramlar bütününü temsil eder. Her bir AN bir uzay/zaman hologramı'nı ifade eder. Bu hologramın fiziksel yapısı 'üç boyutlu elektromanyetik bir ışık havuzu' olarak görülmeli. Matematiksel olarak nokta hareketle çizğiyi, çizği hareketle yüzeyi meydana getirdiği gibi AN'sal noktalar( biribirine devreden titreşimsel atmalar)da hareketle zaman çizğisini meydana getirir. Ve böylece üstüste binerek, yanyana gelerek birbirini tamamlayan boyutlar silsilesi ortaya çıkar. 
Aslında içinde bulunduğumuz gerçeklik zaman yolcuları tarafından binlerce kez değiştirilmiş orijinal gerçekliğin çarpıtılmış bir hali olabilir.İnsan anıları ve belleği de zaman ve uzay matriksinin bir parçası olduğu için zamanın içindeki insan bu değişikliği asla fark edemez! Bize sanki geçmiş hep aynı geçmiş gibi gelir.Ama 'gerçek' görmek istemeyeceğiniz kadar esnek, kaotik ve plastiksi bir yapıdır. Sonsuz geçmiş ve gelecek birbiriyle kuvantum vakumu düzeyinde grift bir bağlantı içerisindedir. Geçmiş ve gelecek iç içe frekanslar halinde yaşanır. Geçmiştekiler bizi kendi ''şimdi'' lerinden algılayabilecekleri gibi bizde şimdiden geleceğe ait görüntü, ses ve bilgileri yakalayabiliriz. Tarihin değiştirilebileceği düşüncesi çatallaşan zaman/tarih düşüncesini de beraberinde getirir. Yani geçmişi değiştirirseniz, özgün zaman akışına -ki özgünlügü her zaman bir soru işareti taşır zaman yolculuğu olasılığının kabullenilmesiyle beraber- paralel yeni bir zaman akışı oluşabilir.. Nazi Almanya'sının dünya savaşını kazandığı bir tarih bunun olmadığı bir tarihle yanyana ayrı bir evren olarak var olabilir. Bunlara en iyi örnekler "alternatif tarih" öyküleridir. "Paralel dünyalar" ya da "paralel zamanlar" evrenin ve zamanın, zaman yolculuğuna izin veren yapısını açıklar.Aslında bir gerçeklik ve tek bir dünya vardır.Fakat olası potansiyeller sonsuzdur.Yani belki dünyada ilk söyleyen kişilerden biri olacağım fakat zamanın derin sırrını anlayanlar sanıldığı gibi aynı AN'da bir çok alternatif dünyanın illede bir arada olmasına gerek olmadığını anlayabilirler.Sanıldığı gibi bir yerlerde varolduğu sanılan ''alternatif zaman çizğileri'' sadece matematiksel olarak evrenin olası eğilimleri dizgesinin soyut bir ölçümü olarakta varolabilir. Fakat gerçekte olan tek bir dünyadır, bir çok dünya gerçeği değil..! Söz konusu olan tek bir gerçekliktir. 

Çok güçlü elektromanyetik dalgalarla uzay/zamanın bir noktasında yaratılacak elektromanyetik fırtınalar uzay/zaman geometrisini bozarak başka boyutlara doğru yerçekimsel bir tünel etkisi denen uzay/zamansal bükülmeleri yaratabilir.Yoğun elektromanyetik alanlar altında uzay/zamanın düz çizğileri bir dördüncü boyuta doğru ''eğrilip sipiralleşerek / bükülerek'' uzay/zaman çizğilerinin burulmasından oluşmuş yerçekimsel bir girdap etkisi ya da bir çeşit tünel etkisi' ne (solucan deliği) neden olur. 
"Zaman'ın var olduğu hangi anlamda söylenebilir?" 
Çünkü Aristo'ya göre kaba bir tanımla sadece şekil ve maddenin karışımı olan şeylerin var olduğu söylenebilir.Geri kalan her şey bunlara atfedilen niteliklerdir.Zaman bir cismin (mesela bir saatin ya da yıldızların) hareketleri ile tanımlanır daha doğrusu bu "hareketlerin sayısıdır zaman".Bununla birlikte hareket cisimlerin bir niteliğidir Öyleyse zaman da cisimlerin bir niteliği olmalıdır.Yani bir uzayda cisim yoksa orada hareketten bahsedilemeyeceği gibi zamandan da bahsedilemez. 
Plotinus bu tanıma pek çok bakımdan karşı çıkar.Herşeyden önce ona göre zaman bir sayı sırası değildir ancak sayılarla "numaralanan" şeydir. İkinci olarak ona göre zaman harekete değil,hareket zamana ihtiyaç duyar.Çünkü hareket bir cismin sürekli bir "anlar serisi" içinde sürekli bir noktalar serisinde bulunmasıyla gerçekleşir.Yani Plotinus'a göre cisimler dursa bile zaman akmaya devam eder,hareket de durgunluk da zaman içinde yer alan şeylerdir fakat zaman hiç birşey içinde yer almaz. 
Esasında Aristotales de tanımındaki bir eksikliğin farkındadır ve şöyle yazar:"Zamanı hareketle ölçüyoruz ve hareketi de zamanla..." 

“Zaman” dediğimiz (Einstein’ın 4. boyut adını taktığı) kavram, tamamen enerji - madde ve mekan üçlüsüne bağlı bir gelişimdir; madde - enerji - mekan sistemleri sabit, değişmez kalırlarsa, zaman diye bir şey oluşmuyor. "Olay" dediğimiz kavram, bir enerji akımı veya aktarımını yansıtır. Sokaktaki insanların ve diğer öğelerin bir an için her türlü enerji dönüşümünü kestiklerini düşünün: Hiçbir insanın hiçbir hücresi enerji alış-verişi yapmayacak; dolayısıyla hiçbir organı hareket etmeyecek ve insanlar bir heykel gibi o anki konumlarında donup kalacaklar; dünya dönmeyecek, sıcaklık değişmeyecek, hava hep aynı aydınlık derecesinde kalacak, rüzgar olmayacak, vs.. Bunun anlamı, her türlü enerji akışının durmuş olması ve hiçbir "olay" olmamasıdır. Düşünün, yukarıda anlatılan film şeridinde sahnelerde hiç bir değişiklik olmasa, her sahne bir diğerinin aynı olsa, “zaman” denilen farklılaşma belirtisi nasıl algılanabilirdi? Bir insan hiç değişmese, çevresindeki hiç bir şey değişmese, güneş hep aynı konumunda kalsa, ağaçlar büyümese, rüzgar esmese, kısacası, her şey bir resim gibi dondurulmuş olsa, zaman kavramıyla neyi kastedecektik? Dolayısıyla, “zaman”, madde -enerji- mekan üçlüsü arasındaki değişim ve dönüşümün göstergesidir. Değişim ve dönüşüm, enerjinin bir yerden başka bir yere akması sonucu oluşan bir olaydır. Bu değişim ve dönüşüm hem canlılar hem de cansızlar aleminde vardır; değişim ve dönüşümün kısa tanımı da “EVRİM” olduğuna göre, evrim hem canlılar aleminde, hem de cansızlar aleminde söz konusudur. Dolayısıyla, evrim(değişim) zaman kavramının eş anlamlısı olmaktadır.Bu anlamda ''hareket -enerji ve zaman'' aynı şeyi ifade eden üç kavramdır.Bu üç kavram tek bir kavramda birleşir bu kavram IŞIK 'tır. 

Akıl ile Zeka arasındaki fark nedir?


Tdk’ya göre zeka; ruh bilimi İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset
Akıl; düşünme, anlama ve kavrama gücü, us
 Uzun süredir insanların tartıştığı bu konuyu tekrardan düşünüp gün ışığına çıkarmak istedim. Gerçekten karmaşık bir konuymuş gibi gözükse de ikisi arasında bazı ayrıntılar vardır.
Akıl, yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir.
Zeka, bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır.
Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.
İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli unsur akıldır. Akıl insanı hayata karşı yönlendiren iyi ya da doğruyu bulmasına yardımcı olur. Zeka daha kaliteli bir yaşam için sürekli soran, algılayan, yaratıcı süreçlerden oluşmaktadır.