Turp yetiştiriciliği hakkında bilgi,Turp nerelerde yetişir?


Anayurdu Akdeniz bölgesidir. Ama, günümüzde tüm ılıman iklim kuşağındaki yerlerde ve ülkemizde yaygın olarak yetiştirilmektedir. Turplar ılık ve serin iklim sebzeleridir.
İklim isteği: Turplar serin iklim bitkileridir. Yüksek sıcaklık ve kuraklıktan hoşlanmazlar. İklim şartları turp yetiştiriciliğinde çok önemli rol oynar. Tohumlarının çimlenebilmesi için toprakta sıcaklığın 12-15 °C arasında olması gerekir. Çimlenmeden sonraki gelişme döneminde bitkiler 14-15 °C sıcaklık ister. Sıcaklığın artması vegetatif büyümeyi hızlandırır. 22-25 °C arasındaki sıcaklıklarda bitkilerde yaprak sayısı artar. Yaprak sayısının artması turp büyümesine olumsuz etki yapar ve turpların küçük kalmasına neden olur. Sıcaklık derecesi yükselecek olursa turplar çabuk koflaşır, odunlaşır ve acılaşırlar. 14-16 °C’lik sıcaklıklar kaliteli turp gelişmesini sağlar. Yüksek sıcaklıkar turp oluşumunda olduğu gibi tohum elde etmede de olumsuz etki yapar, dişi organ tepeciğinin kurumasına ve polen tozlarının ölmesine neden olur.
Bitkiler genç devrede düşük sıcaklıklara maruz kalırsa, bazen turp oluşturmadan, bazende küçük bir turp meydana getirdikten sonra sürgün meydana getirerek çiçeklenmeye başlar. Sıcaklığın 10 °C’nin altına düşmesi halinde bitkilerde sapa kalma oranı artar, pazarlanabilir. Turp elde edilemez. Turp üretiminde bitkilerde düşük sıcaklığın olumsuz etkisini ortadan kaldırmak için ekim zamanını iyi ayarlamak gerekir. Turplarda su yüzdesi fazla, kuru madde miktarı az olduğunda bitkiler düşük sıcaklıklardan daha çok etkilenirler. 14-16 °C sıcaklıkta yetiştirilen turplarda kuru madde oranı en iyi seviyededir.
Turplarda gün uzunluğu da turp oluşumu ve çiçeklenme üzerine etkilidir. Uzun gün koşulları bitkilerde çiçeklenmeyi teşvik eder. Ayrıca uzun gün koşullarında turp oluşumu gecikmekte, hatta hiç turp oluşmamaktadır. 15 saatten daha uzun günde çiçeklenme başlar en iyi turp oluşumu 7-12 saat arasındaki gün uzunluğunda meydana gelir.

Meddah örnekleri,Meddah nedir?

Meddah
Dinsel ya da dindışı öyküleri bir gösteri niteliğinde anlatan meddahlar doğuya özgü sanatçılardır. Öykülerin arasına tekerle­meler, mâniler, taklitler katarak, kahraman­larını hareketlerle, mimiklerle canlandırarak dinleyenlerin ilgisini çekmeye çalışırlardı. Gösterilerini saz eşliğinde sunan meddahlar da vardı. Asya'da ve Afrika'da köklü bir geleneği olan meddahlık Türkler arasında da İslam öncesi dönemden beri yaygındı. Asya'daki bazı Türk topluluklarında hâlâ yaşayan meddah geleneği İslam ülkelerinden İran ve Fas'ta da canlılığını korumaktadır. Anadolu' da meddahlığın 14. yüzyıldan beri var olduğu bilinmektedir. 16. yüzyılda kahvehanelerin çoğalmasıyla birlikte kentlerde de yaygınlaş­maya başlayan meddahlık en parlak dönemini 17. yüzyılda yaşamıştır. Bu yüzyılda yetişen Tıfli Çelebi meddahların piri sayılır.
Meddahlar Hamzaname, Battal Gazi, Ebu Müslim Horosani, Hz. Ali'nin cenkleri, Kerbela Olayı gibi konusunu İslam tarihinden alanların yanında Şehname, Binbir Gece Ma­salları, Ferhad ile Şirin gibi Hint-İran kökenli masallar, söylenceler, destanlar da anlatırlar­dı. Ayrıca meddahların günlük olaylardan yola çıkarak oluşturdukları öyküler de çok sevilirdi. Örneğin İstanbul'da doğmuş med­dah öyküleri arasında Hançerli Hanım, Letaifname, Çevri Çelebi, Tayyarzade, Tıfli ile İki Biraderler ve Sansar Mustafa 20. yüzyıla kadar anlatılagelmiştir.

Meddahlar gösterilerini daha çok kapalı mekânlarda yüksekçe bir yerde oturarak su­narlardı. Omuzlarına attıkları mendille elle­rinde tuttukları sopayı anlattıkları öyküdeki olayları betimlemek, kişilerin, karakterlerini yansıtmak için kullanırlardı. Gösterilerine ka­lıplaşmış sözlerle başlarlar, öykünün sonunda bir ibret dersi çıkarıp gene belirli tümcelerle sözlerini bağlarlardı.
20. yüzyılda Karagöz, ortaoyunu gibi öbür geleneksel gösteri sanatlarıyla birlikte hızla kaybolan meddahlık yalnız Doğu Anadolu'da destan ve halk öyküsü anlatıcılığı biçiminde bir süre daha varlığını sürdürebilmiştir. Gü­nümüzde zaman zaman televizyonda yer alan meddah gösterileri ise çoğunlukla sinemanın teknik hilelerine başvurularak hazırlandığın­dan geleneksel özellikleri yansıtmayan birer taklit niteliğindedir.

GÜNLÜK GÜNCE NEDİR ? ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ

Öğretmeye bağlı, gerçekçi anlatım türlerinden biri olan günlükler, bir kişinin önemli ve kayda değer bulduğu olayları , gözlem , izlenim duygu düşünce ve hayallerini günü gününe tarih belirterek anlattığı yazdığı yazı türüdür. Latincedeki “dies ( gün ) sözcüğünden “diarium” ( günlük ) sözünden gelir
Edebiyat ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin kaleminden günü gününe yazılan günlükler, tüm gerçekliğiyle yaşamı yansıtan birer ayna olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Günlükler, yazarlarının iç dünyasını kurgusuz bir biçimde sergileyerek günlüğün sahibine ilişkin ayrıntılı bilgilere birinci elden ulaşmamızı sağladıkları gibi, yazıldıkları dönemin önemli olaylarına ilişkin tarihsel belgeler olarak da önem kazanırlar
Örneğin 1409 – 1431 yılları arasında Fransız bir papanın tutuğu “ Parisli Bir Burjuvanın Günlüğü”vı. Ve vıı. Charles dönemini araştıran tarihçiler için önemli bir kaynaktır. İngiliz Günlük yazarı John Evelyn’in “Diary”  ( günlük ) adlı günlüğü17. yüzyıl İngiltere’sinin toplumsal ve kültürel yapısına ışık tutar.
ÖZELLİKLERİ 
1-   Yaşan olayların, izlenimlerin günün gününe yazılması ile oluşurlar
2 -  Birinci kişi ağzından yazılmış kısa ve özlü yazılardır
3 – İnandırıcı, içten ve samimidirler.
4 – Konuşma diline yakın bir dil kullanılır.
5 – yazarın kişiliğini, görüşlerini ve ruhsal yapısını yansıtırlar.
6 – Gerçekler, yaşanılanlar değiştirilmeden, çarpıtılmadn yazılır
7-  Tarih, biyografi anı, … için birer belge değeri taşırlar.
GÜNLÜK ÇEŞİTLERİ 
1 – İçe Dönük Günlükler ( özel ruhbilimsel günlük ) Yazarın bir bakıma kendi kendi ile konuşmasıdır içinde bulunduğu doğal ve toplumsl çevreden yazgısından yakınır. Bu metinlerde yazarın yaşadığı duygusal coşkunluğu bulabileceğimiz gibi, çeşitli kavramlar hakkındaki düşüncelerin yazarın bilincindeki açılımlarını da bulabiliriz. Stendhal’ın günlüğü, Rus yazar Alexander Sergeyeviç Puşkin’in “ Gizli Günce” bu metinlere örnek gösterilebilecek niteliktedir. Fransız yazarı Andre Gide ve bizde Nurullah Ataç bu türün başta gelen ustalarındandır.
2 – Dışa Dönük Günlükler : . Bu tip günlüklerde yazarlar, alaycı bir tavırla dönemin olaylarını, siyaset ,sanat ve edebiyat adamlarını ya da gündelik sıkıntılarını öykü tekniği kullanılarak anlatmaktadırlar. Bu tür günlüklerde yazar kendi zaman dilimi içindeki tutum ve davranışlardan,düşünsel akımlardan haber verir. Bu nedenle de bu günlükler birer belge değeri taşır.. Ünlü ressam Paul Gaugin’in o dönemde Fransız kolonisi olan Markiz adalarında yazdığı günlük, dışa dönük günlüklere örnek olabilir
Yaşadığı hayat kesitlerini, çeşitli konulardaki izlenimlerini öykü tekniği ve zengin betimlemeler aracılığıyla günlüğüne yansıtan ünlü öykücümüz Tomris Uyar’ın günlükleri de dışa dönük niteliğe sahiptir.
Bu türler dışında bir de sanat esarlerinin oluşumu ve gelişini ile ilgili günlüklerde vardır. Yazar eserinin gelişme evrelerini günü gününe anlatırken çektiği sıkıntıları, kaygılar çalışma yöntemini de bize göstermiş olur. A. Gide’nin “Kalpazanlar” Thomas Man’ın “Doktor Faustas” bu tür günlüklerin başarılı örnekleridir.
TARİHSEL GELİŞİMİ 
Günlük isimli yazın türünün tarihsel gelişimini ve geçirdiği evreleri incelemek istediğimizde bu yazın türü için iki ayrı dönem olduğunu fark ederiz. Bu dönemlerden ilki günlüklerin edebi bir nitelik kazanmasından önceki dönemdir. Tarihte ilk defa Romalılar günlük kullanmıştır. Edebi içerikten yoksun, bir takım kamu kuruluşlarında yapılan işlemlerin unutulmaması amacıyla tutulan ve “commentarii” adıyla anılan bu ilk günlükler, duygusallıktan uzak notların kabaca birleşiminden oluşmaktadır. Tarihte, bu çeşit günlüklerin savaşlar ve askeri hareketleri not etmek amacıyla kullanıldığı da görülmüştür. Edebiyat değeri taşımayan bu günlükler şüphesiz tarihçiler için önemli kanıtlardır.
Osmanlı Teşrifatçılarından Ahmet Ağa Kara Mustafa Paşa’nın İkinci Viyana kuşatmasını günü gününe kaydettiği “Vakay-ı Beç “adlı eseri( Aslı Viyana Milli kütüphanesinde olup “Viyana Önlerinde Kara Mustafa Paşa “ ve “Viyana Kuşatması Günlüğü “ olarak Türkçeye çevrilmiş ) , Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferini anlatan “Haydar Çelebi Ruznamesi “ bu dönem ve olaylara ışık tutmuştur .
Günlükler edebi değer kazanmaya ancak. Rönesans sonlarına doğru başlamıştır. 1768-1840 yılları arasında İngiltere Kraliçesinin nedimesi ve roman yazarı olan Fanny Burney, saray dedikodularına ve pek çok olaya kendi duygusal izlenimlerini ekleyerek yazdığı günlükle İngiliz edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur
19. yüzyılın ortalarına doğru, romantizm akımının en yoğun dönemini yaşamasıyla birlikte günlükler, edebi değeri ve içeriği bakımından çoğalmaya, yaygınlaşmaya ve yazarlarının iç dünyasını yoğun duygularla yansıtmaya başlamıştır.
Türk edebiyat tarihi düşünüldüğünde, Divan edebiyatı döneminde tutulan “Ruzname” isimli savaş notları ileEvliya Çelibi’nin “Seyahatname”si tam bir günlük niteliği taşımasa da içerdikleri bazı bölümlerle bu yazın türüne yakınsamakta ve tarihimizdeki ilk günlük örneklerini oluşturmaktadır. Asıl olarak günlüklerin, batı edebiyatındaki biçim ve içeriğiyle Türk edebiyatında yer alması Tanzimat dönemine denk gelmiştir. Direktör Ali Bey’in “Seyahat Jurnali”(1897) adlı gezi kitabı batıdaki anlamıyla Türk edebiyatında görülen ilk günlüktür.Bunu şair Nigâr Hanım ın “ Hayatımın Hikayesi” adlı eseri izler.
Günlükler ,1950 yılında Nurullah Ataç’ın bir gazetede günlük yazıları yazmasından ve yoğun ilgi çekmesinden sonra önem kazanmaya başlamıştır. Nurullah Ataç bu yazılarına başlık olarak “Günlük” yerine “Günce” deyişini kullanarak bu deyişi yazın hayatımıza kazandırmıştır. Nurullah Ataç’ın günceleri içe ve dışa dönük içeriğin uyumlu bir sentezi olarak edebiyat dünyasına bu türdeki en bilinen eser olarak geçmiştir.
Türk edebiyatındaki en seçkin günlüklerin başında Oğuz Atay’ın günlüğü ile Cemal Süreya’nın “Günler” adlı eseri gelmektedir Bunlar dışında edebiyatımızda kitap olarak basılan en önemli günlükler ve yazarları şunlardır .
Günce, Uçuş Günlüğü, Gazi Günlüğü Avusturya Günlüğü : Nurullah Ataç
Günlük , Kuşları Örtünmek, Nezleli Karga, Bay sessizlik, Aynalar Günlüğü : Salah Birsel
Yeryüzü Korkusu, Geçmişin Kuşları, Anılarda Görmek : Oktay Akbal
“Kafkas Yollarında : Refik Ahmet Altınay
Yolculuk Defteri : Falh Rıfkı Atay
Gündökümü, Sesler, Yüzler, Sokaklar, Günlerin Tortusu : Tomris Uyar

Öğretmenler Günüyle ilgili Yazı

ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Öğretmenlik insanlık tarihinin en anlamlı en kutsal ve ölümsüz mesleğidir. Muhatabı  insan olan onu hayata hazırlayan tohumdan yeşermesini sağlayan bir meslektir öğretmenlik…
Öğretmenin görevi; erdemli bir toplumun temellerini atmaktır. İnsan yaratılanların en yücesi en donanımlısıdır çünkü akla sahipler fakat bazen en vahşi, en acımasız, en dengesiz davranışları da sergileyen yine insandır. Bu yanlışlara düşmemek için insan hayatında eğitim almalıdır. Eğitim alsın ki davranışlarını kontrol etsin ve diğer insanların haklarına saygı duymayı öğrensin. İşte öğretmenler küçük yaşta insanlara bunları aşıladıkları için kutsaldırlar.
“Bir insanı kötülüklerden alıkoyup iyiliğe sevk etmek, üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır” sözü bu mesleğin ne kadar şerefli bir gayeye hizmet ettiğini gösterir.
Her şeyin ekonomik menfaat olduğu günümüzde bu kutsal görevi hakkıyla ifa etmek büyük başarıdır. Bunun için de heyecanımızı ve ideallerimizi yeniden kaybetmemeliyiz.
Karşı karşıya kalacağımız bütün durum ve şartları göze alarak ruhumuzu her daim canlı tutmalıyız. Mesleğinizi sonsuz sabır ve istek doğrultusunda yürüten herkes başarılı olacaktır.
Kazanılması gereken asıl büyük servet;  para, makam ve şan şöhretten ziyade erdem, bilgeliktir ve başarının verdiği iç huzurdur. Bu nedenle amaçlarımızdan vazgeçmeden meslek hayatında sabırla merdivenleri çıkmalıyız.
Çağdaş medeniyet düzeyine çıkmamız, bu onuru taşıyan fedakâr ve cefakâr öğretmenlerimiz sayesindedir.
Tohumları yeşertip ağaç seviyesine getiren bütün öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlarım.

EROZYON'UN TANIMI VE ÇEŞİTLERİ

    Erozyonun kelime anlamı: 

Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile  kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.

Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri
 Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.
 
 
1- Su Erozyonu  
 Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su  erozyonu sonucu meydana gelmektedir.
   2- Çığlar   
Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına       neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu     satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.      
3- Rüzgar  Erozyonu  
  Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi       olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.   
         Mevcut Durum   
  Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.  
Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana    gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir.

EROZYONUN NEDENLERİ              

         Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler

         1- İklim  
         İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.        
         2- Topografya  
         Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.  
         Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.    

 3- Jeolojik ve Toprak Yapısı

         Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını       tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir.          Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol  açmıştır.  
         4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü  
         Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.