Veziriazam (Sadrazam)
Osmanlıların ilk devirlerinde, veziriazamlar, ilmiye sınıfından gelmişlerdir. Padişahın mutlak vekilidirler. Kanunnamelerde yazıldığına göre veziriazamlar, imparatorluktaki ilmiye tevcihleri (görev, rütbe veya makam verme) de dahil olmak üzere, bütün tayin ve aziller, katiller, terfi ve ilerlemelerde, birinci derecede merci olup, her iş onun emir ve müsaadesiyle olurdu. Sefer dışındaki zamanlarda vezir, kazasker ve şeyhülislam gibiler hakkındaki muamelelerde, padişahın muvafakati alınırdı. Sadrazamlar sefere gittikleri zaman, devlet merkezindeki işleri görmeleri için, vekil olarak bir veziri kaymakam bırakırlardı. Buna “Rikab-ı Hümayun” veya “Sadaret Kaymakamı” denilirdi. Sadaret kaymakamı da, gerek Divan-ı hümayunda, gerekse Paşa Kapısı'nda divan toplandığı zamanlarda görülen işleri, müstakil defterlere yazdırır, buna da Rikab Defteri ismi verilirdi. Divan-ı hümayun üyelerinin seferde bulunması halinde, bu divanlara vekilleri gelirdi.
Kubbe vezirleri
Veziriazamdan sonra gelen diğer vezirler ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir vb. şekilde adlandırılırdı ve sayıları yediye kadar çıkabilirdi. Divan müzakerelerinde ve siyasi herhangi bir işin hallinde de tecrübeli devlet adamları olan bu kubbe vezirlerinin fikirlerinden istifade edilirdi.
On yedinci yüzyılın başlarından itibaren defterdar, nişancı ve kaptan paşaların vezirlikleriyle beraber, vezirlerin adedi artmıştır. Hatta bazı beylerbeyliklere tayin edilen kişilere de vezirlik rütbesi verilmiştir.
Kazasker (Kadıasker)
1480 tarihine kadar bir adetken bu tarihten sonra Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ismiyle iki olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun fethi üzerine, 1516’da Arap ve Acem Kazaskerliği ismiyle, üçüncü bir kazaskerlik kurulmuş, Diyarbekir de bu kazaskerliğe merkez olmuştur. Daha sonra Suriye ve Mısır’ın da ilhakıyla, Arap ve Acem kazaskerliği, merkeze nakledilmiştir. 1518’den sonra da lağvedilmiş ve kazaskerlik tekrar ikiye inmiştir. Kazaskerler, divanda, şer’i meselelere bakarlardı.
Kazasker (Kadıasker) Osmanlı Devletinde askerî sınıfa âit şer’î ve hukukî dâvâlara bakan hâkim. Kazaskerlik, ilmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri olup, teşkilât târihi bakımından ordu kâdısı demektir.İlk olarak Abbâsîlerde kâdılkudâtlık şeklinde görülen kazaskerlik; Harizmşahlarda, Anadolu Selçuklu Devletinde, Eyyûbîlerde, Memlûklerde hattâ Karamanoğullarında da vardı.
Nişancı veya Tevkıi
Devlet kanunlarını iyi bildiğinden, gerektiğinde bu meseleler hakkında fikri alınırdı. Divandan padişah adına sadır olan (çıkan) fermanlara tuğra çekmek de, bunların göreviydi. Divan üyesi olmasına rağmen, vezir rütbesinde olmadıkça, arz günlerinde padişahın huzuruna giremezlerdi. Defterhane'deki tahrir defterine, bizzat nişancılar yazı yazabilirdi.
Defterdarlar
Osmanlı devlet teşkilatında, Dîvân-ı Hümâyûn üyelerinden olup, pâdişâh adına yazılacak fermanlara, beratlara, nâmelere, hükümdârın imzâsı demek olan tuğrayı çekmekle görevli memur. Bâzı târihî kaynaklarda “muvakkî, tevkıî ve tuğrâî” isimleriyle de anılır. Pâdişâhın emrini ihtivâ eden ve baş tarafına tuğra çekilmiş vesikalar, Osmanlı teşkilât dilinde “Nişan-ı şerîf-i sultânî, nişan-ı hümâyûn, tuğra-i garrâ-i hakânî, tevki-i hümâyûn, tevki-i refî” gibi isimlerle anılırdı.
Fatih Kanunnamesi’ne göre defterdar, padişahın malının vekilidir. Defterdarlık teşkilatına “Bab-ı Defteri” de denilir. Başdefterdardan sonra Anadolu mali işlerini görmek için Anadolu Defterdarı geliyordu. Yavuz Sultan Selim devrinde, buraların mali işlerini görmek üzere, Halep’te bir defterdarlık daha kuruldu. Fakat bu, devlet merkezinde değildi. On altıncı yüzyıl ortalarında, devlet merkezinde, Şıkk-ı Sani adı ile bir defterdarlık daha kurulmuştur. Bu şekilde Başdefterdar, Anadolu Defterdarı ve Şıkk-ı Sani isimlerinde üç defterdarlık olmuştur.
Divan-ı hümayun, sabah erkenden toplanır ve kuşluk zamanına ve bazen de öğleye kadar devam ederdi. Divan-ı hümayuna gelecek olan devlet adamları, sabah namazını çoğu zaman Ayasofya Camii'nde kılar, Yeniçeri ocağı ile süvari bölük ağaları ve bir miktar yeniçeri, sarayın Bab-ı Hümayun denilen ve Ayasofya Camii'ne bakan kapısı önünde iki sıra üzerine dizilirler, divan erkanı, namazdan sonra buradaki yerlerini alırlardı. Bu sırada duacı dua ettikten sonra Bab-ı Hümayun kapıcıları, kapıları açarlardı. Divan-ı hümayunda, divan üyelerinden başka reisülküttab, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hizmet görürlerdi. Divanda nişancı, tuğra çekilmesi lazım gelen ferman, berat, menşur gibi evraka tuğra çekerdi. Örfi işleri ise, veziriazam kararlaştırırdı.