diyabet nedir ? belirtileri nelerdir ? gizli şeker nedir ? kaç çeşit diyabet vardır ?

Diyabet nedir? Nasıl meydana gelir?
Diyabet, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile gösterir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun (şekerin) hücrelerin içine girememesidir. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glükoz pankreas tarafından salgılanan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içine girer ve orada yakılarak enerjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar vardır. Bu kapılar normalde kilitlidirler ve uygun anahtar varlığında açılırlar. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glükoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar işlevi gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısındaki kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.

Kaç tip diyabet vardır? Diyabet sıklığı ne kadardır?

Nedenlerine göre bir çok diyabet tipi olmakla birlikte diyabet vakalarının çok büyük bir kısmını Tip 1 ve Tip 2 diyabet vakaları oluşturmaktadır.

Tip 1 Diyabet

Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması) sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.

Tip 2 Diyabet

Sıklıkla erişkinlerde ve şişman (obes) kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç (rezistans) sonucunda glükoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.

Diyabetin bulguları nelerdir?

Diyabete bağlı klinik bulgular vücuttaki karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasının bozulmasına bağlıdır. İnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci nedeniyle hücrelere giremeyen glükoz belli bir serum düzeyini (180mg/dl) aştığında idrarla atılmaya başlar. Böbreklerden atılan glükoz beraberinde sıvı atılımını da arttırır ve sonuçta ÇOK VE SIK İDRAR YAPMA (POLİÜRİ) olur. Vücut, poliüri ile olan sıvı kaybını karşılamak için ÇOK SU İÇİLİR ve bu da POLİDİPSİ olarak isimlendirilir. Organizma, enerji kaynağı olarak glükozu kullanamayınca bir taraftan İŞTAH ARTAR diğer taraftan yedek enerji depoları olan yağlar ve proteinler yıkılmaya başlar ve bunun sonucunda iştah artmasına rağmen KİLO KAYBI olur. Bu klasik bulguların dışında diyabet hastalarında ÇABUK YORULMA, GÖRME BULANIKLIĞI, SIK DERİ ENFEKSİYONU, KADINLARDA VAJİNAL MANTAR ENFEKSİYONU gibi bulgular da görülür.

Diyabet tanısı nasıl konur?

Diyabet tanısı, çeşitli uluslararası kuruluşların (WHO, Amerikan Ulusal Diyabet Veri Gurubu=NDGG) belirlediği ölçütlere göre konmaktadır. Bu ölçütler:

    - Klasik diyabet bulguları olan bir kişide herhangi bir zamanda ölçülen plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması, - En az 8 saatlik aç (kalori almayan) bir kişide plazma şekerinin 140 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması. Yakın zamanda Amerikan Diyabet Birliği açlık kan kekeri sınırını 126 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olarak belirlemiştir.
    - Şeker yükleme testinde (OGTT) 2. saatdeki plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması.

Gizli şeker nedir?

Halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum, normal glükoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. İşte açlık plazma şekerinin 110 mg/dl'nin üzerinde fakat 140 mg/dl'nin altında (yeni kriterlere göre 126 mg/dl) olması bozuk glükoz toleransı olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saatdeki plazma glükoz düzeyininin 140 mg/dl'nin üzerinde fakat 200 mg/dl'nin altında olması da bozuk glükoz toleransı olarak isimlendirilmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabetin klasik bulguları görülmez. Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.

Emperyalizm ne demek, emperyalizm'in ingilizcesi, sözlükte emperyalizm

Sözlükte "emperyalizm" ne demek?

1. Bir devletin başka bir devleti siyasal ve ekonomik egemenliği altına alması ya da almak istemesi, sömürgecilik.
2. Anamalcılığın tekelcilik biçiminde görülen en yüksek, en son aşamasıemperyalizm

Cümle içinde kullanımı

İslav emperyalizminin vahşet ve dehşetini tecrübe etmiş olarak yakından tanıyordu.
- S. Ayverdi

Emperyalizm kelimesinin ingilizcesi

n. imperialism
Köken: Fransızca

Emperyalizm ne demek? (Ticari terimler kategorisi)

(Imperialism) Fransızca "imperialisme" kelimesinden geçme. Bir devletin, diğer devletler aleyhine genişlemesi, onları siyasal ve ekonomik egemenliği altına almasına dayanan yayılmacı politikalar izlemesi. Siyasal emperyalizmin tarihte pek çok örnekleri vardır. Kendisini güçlü gören birçok ülke veya imparatorluk, diğerlerini kendisine katarak veya boyunduruğu altına alarak genişlemeye çalışmıştır. Günümüzde daha çok söz konusu olan iktisadi emperyalizm’dir. İktisadi Emperyalizm, sanayi devriminin ortaya çıkarttığı bir sonuçtur. Bir yandan yabancı ülkelerdeki ham madde kaynaklarını, diğer yandan da dış pazarları ele geçirme amacı güder.

Göçlerin Neden ve Sonuçları beyin göçü,işçi göçü,mübadele göçü

Kavimler Göçü
- Tarihteki en önemli kitlesel göç hareketidir.
- 4 yy. gerçekleşen bu göçün nedenleri
• Boylar arası mücadele
• Çin baskısı
• Kuraklaşan iklim
• Artan nüfusa yeni yerler bulma isteği
• Ekonomik zorluklar gibi nedenler sayılabilir.
- Bu nedenler ile göç eden Türk kavimleri şu yolları kullanmıştır;
• Kuzeye gidenler Sibirya’ya
• Güneye gidenler Hindistan ve Afganistan’a
• Doğuya gidenler Uzak Doğu’ya
• Batıya gidenlerin bir kısmı Hazar Gölü Kuzeyinden Avrupa’ya bir kısmı ise Hazar Gölü güneyinden Anadolu, Mısır, İran ve Irak’a gitmişlerdir.
- Atın evcilleştirilmiş olması, araba ve tekerleğin bilinmesi bu göçleri kolaylaştırmıştır.
- Kavimler göçü il çağın kapanıp orta çağın açılması, Avrupa’nın etnik yapısını değiştirmesi ve bu kıtanın bugünkü temellerinin atılması, Roma imparatorluğunu parçalaması açısından önemlidir.
- Kavimler göçünün gerçekleşmesinde doğal, sosyal, ekonomik ve siyasi birçok neden ortaklaşa etkilidir.
Yenidünya Göçleri
- Kilise baskısı ile oluşturulan Haçlı orduları her ne kadar amaçlarına ulaşamadılarsa da bu olumsuz durumdan pusulayı bularak yarar sağlamayı bildiler
Yenidünya göçlerinin ortaya çıkmasında;
• Siyasi ve dini baskılar
• Özgür yaşama isteği
• Macera arayışı
• Ekonomik nedenler
• Coğrafi bilgilerdeki artış gibi faktörler etkili olmuştur.
- Coğrafya bilgilerini ilerleten Magellan, Kristof Kolomb, Vasco Dö Gama, Bertelmi Diaz gibi pek çok denizci 19 yy. sonlarına doğru Hindistan-Afrika, Amerika ve Avustralya (Okyanusya) gibi yerleri keşfederek burada pek çok koloni kurmuşlardır.
- İngilizler Kuzey Amerika, Hindistan, Yeni Zelanda ve Afrika’nın bazı yerlerinde
- Fransızlar Kuzey Amerika ve Güney Amerika’nın kuzeyi ile Afrika’nın bazı yerlerinde
- İspanyollar Brezilya hariç Güney Amerika’da
- Portekizler Brezilya ve Kuzey Afrika’da koloni kurmuşlardır.
- Bu ülkeler kolonilerinden topladığı bir çok insanı kendi ülkelerinde köle olarak kullanmak için zorla göç ettirmişlerdir.
- Yenidünya göçlerinin oluşmasında çekici ve itici faktörler birlikte etkili olmuştur.
Mübadele Göçleri
- Mübadele değiş-tokuş, takas ve değişim gibi anlamlar taşımaktadır.
- Dolayısıyla bu göçlerde ülkelerin karşılıklı göç vermeleri söz konusudur.
- Bir antlaşmanın esaslarına dayanarak yapılır.
- Bu göçler zorunlu göç kapsamındadır.
- Kurtuluş savaşı sonrası Türk-Yunan mübadelesi, Kıbrıs barış harekatı sonrası Türk-Rum mübadelesi, 1947 yılında Hindistan ve Pakistan’ın ayrılması ile Hindu-Müslüman mübadelesi bu göçlere örnektir.
Mülteci Göçü
- Siyasi, dini etnik baskılar ile savaşlar sonucu başka ülkelere göç edenlere mülteci bu göçlere ise mülteci göçü adı verilir.
- Mülteci diğer anlamıyla sığınmacı olduğu için bu göçlere Sığınma göçleri de denilebilir.
- Bu göçler zorunlu göç kapsamındadır.
- II. Dünya savaşı sonrası Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin Filistin’e sığınması, 1989 yılında Bulgar hükümeti baskısından kaçan Bulgar Türkler ile 1997 Yugoslavya’nın soykırımından kaçan Boşnakların Türkiye’ye sığınması bu göçlere örnek verilebilir.
İşçi Göçleri
- İşsizliğin fazla olduğu gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru yapılan göçlerdir.
- Bu göçlerin oluşmasında itici faktörler etkilidir.
- II. Dünya Savaşı sonrası işçi gücünü büyük ölçüde yitiren ve ekonomileri bozulan Almanya, Belçika, Avusturya ve Fransa gibi ülkeler ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek için 1952-54 yılları arasında işçi göçü antlaşmaları imzaladılar.
- Bu ülkeler Türkiye, Yunanistan Portekiz ve İspanya gibi ülkelerden işçi göçü aldılar.
- Ülkemiz ilk göçünü Almanya’ya daha sonra diğer Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri, Rusya ve Orta Asya ülkelerine göndermiştir.

İşçi göçünün nedenleri:

• İşsizlik
• İstihdam sorunları
• Gelir dağılımındaki düzensizlikler
• Yatırım eksikliği
• Nüfus artış hızının yüksek olması
• Düşük işçi ücretleri
İşçi göçünün olumlu sonuçları:
• Ülkelerin ve kültürlerinin başka ülkelerce tanınmasını sağlar
• Ülkeyi yurt dışında temsil olanağı sağlar
• Ülkeye döviz girdisi sağlar
• Ülkedeki istihdam yükünü hafifletir.
İşçi göçünün olumsuz sonuçları:
• Nitelikli ve iş görür eleman kaybı
• Göç eden ailelerde kültür çatışması ve kültürel yozlaşma
• Yabancı ülkelerde doğan çocukların milli kültür ve tarihinden uzak kalmaları
Beyin Göçü
- İyi eğitilmiş ve belli bir alanda uzmanlaşmış, ülkedeki bilim ve tekniğin gelişmesine katkı sağlayacak nitelikli (vasıflı) elemanların ülkelerini terk etmesidir.
- Bu göç yeni çıkmış bir olgu olmamasına rağmen günümüz koşullarda göç veren ülkelere büyük zararlar sağlamaktadır.
- Nedeni ülkeler arası gelişmişlik farkının günümüzde daha fazla olması ve bu durumda göç veren ülkenin düşük olan kalkınma hızını daha çok düşürmesidir.
- Sonuç olarak bu göçler ülkeler arası gelişmişlik farkını daha çok arttırmaktadır.
En çok beyin göçü veren ülkeler: Hindistan, Pakistan, Çin, Atlas ülkeleri (Fas-Cezayir-Tunus), Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
En çok beyin göçü alan ülkeler: ABD, Güney Afrika Cumhuriyeti, İngiltere, Almanya, Fransa
Hem beyin göçü alan hem de veren ülke: Kanada
Beyin göçünün nedenleri:
• Düşük ücret
• Bilimsel projelerin desteklenememesi
• Uygunsuz çalışma koşulları
• Mesleğe uygun iş bulunamaması
• İşyerlerindeki adaletsiz uygulamalar
Doğal Afet Göçleri
- Beşeri ve doğal faktörlerin etkisiyle gerçekleşen, can ve mal kaybına neden olan olaylar doğal afet adını alır.
- Deprem, sel-taşkın, kütle hareketleri (heyelan), kuraklık gibi pek çok doğal afet insanların göçüne sebep olur.
- 4 yy.daki Kavimler göçü (kuraklık), 1999 Marmara Depremi sonucu göçler, 1940 İrlanda’daki sel felaketi göçleri ile 1994’te Kırgızistan’daki heyelanın sebep olduğu göçler buna örnektir.
- Bu göçler zorunludur.
Göçün Mekansal Etkileri
Göç Veren Yerlerdeki Etkiler
- Sosyal yatırımların verimsiz olması
- Tarım ve hayvancılıkta üretim kaybı
- Kamu ve özel sektöre ait yatırımların azalması
Göç Alan Yerlerdeki Etkiler
- Çevre kirliliği
- Görüntü kirliliği (Plansız-Çarpık kentleşme, gecekondulaşma, sanayi tesislerinin kent içinde kalması)
- Gürültü kirliliği
- Konut sıkıntısı
- Doğal kaynakların hızla tükenmesi (orman-tarım alanı-mera kaybı)
- Alt yapı yetersizlikleri (Belediye hizmetlerinde aksama)
- Sosyal hizmetlerde aksama
- Kent dokusunun bozulması
- Farklı kültürler arası çatışma

Türklerin Orta Asyadan Göç Etme Nedenleri Nelerdir?

Orta Asya'nın iklim ve toprak koşulları yönünden tarıma elverişli olmaması, İklim değişikliği sonucu meydana gelen kuraklık ve soğuklar
Hayvan hastalıkları,
Nüfusun hızla artması ve var olan geçim kaynaklarının yetersiz kalması,
Türk Boyları'nın arasındaki siyasi anlaşmazlıklar ve yol açtığı savaşlar,
Çinliler, Moğollar gibi kavimlerden gelen dış baskılar. Türkler yabancı kavimlerle yaptıkları mücadeleleri kaybettikleri zaman, başka bir ulusun egemenliği altına girmektense yurtlarını terkedip yeni bölgelerde bağımsız olmak istemişlerdir.

doğal kaynaklar ve çeşitleri

Canlı doğal kaynaklar denilince Bitki hayvan ve mikro organizmalardan oluşan biyolojik çeşitlilik anlaşılır. Cansız doğal kaynaklar ise biyolojik çeşitliliğin bağımlı olduğu Hava Su ve topraktan oluşan yaşam ortamları ile madenler ve fosil yakıttan kapsayan ' yeraltı zenginlikleridir.
1.Biyolojik Çeşitlilik
Genel olarak belirli bir yerdeki tüm bitki hayvan ve mikro organizma türleri biyolojik çeşitlilik olarak tanımlanır. Bir ülkenin temel doğal kaynaklarını oluşturan bu çeşitliliğe kimi bilim adamları biyolojik zenginlik adını da vermektedirler insan türünün geleceği büyük ölçüde biyolojik çeşitliliğin değerlendirilmesine bağlıdır. Kaba bir tahminle bugün için Dünyadaki biyolojik çeşitliliğin çok az bir bölümünün örneğin bitki türlerinin ancak yüzde birinin yeterince incelendiği hayvan türlerinde ve mikro organizmalarda bu oranın giderek daha da düştüğü ileri sürülmektedir.
Tarım hayvancılık balıkçılık ormancılık tıp eczacılık ve endüstri alanlarında kullanılan türler önemli bir ekonomik kaynak özelliği göstermektedirler. Bunun yanı sıra bu türlerin değişik çeşitleri ve yakın akrabaları da ekonomik değeri olan bitki ve hayvanların gen rezervi olarak kullanılmaktadır. Biyolojik çeşitliliğin ekonomik açıdan gösterdiği önem bu konuda yapılan bilimsel araştırmaları özendirmiş bu araştırmaların insanların geleceğinin güvence altına alınmasında büyük bir paya sahip olacağı ileri sürülmeye başlanmıştır.
Biyolojik zenginlik kavramı genetik çeşitlilik ve ekolojik çeşitlilik kavramlarını birlikte içermektedir.
Genetik çeşitliliğe değinmeden önce gen kavramına açıklık getirmek gerekir. Canlıların tüm özellikleri ile ilgili bilgiler gen denilen DNA (deoksiribonükleik asit) molekülleri içinde bulunurlar. DNA molekülün bir kısmını oluşturan gen Canlının herhangi bir özelliğini belirleyen en küçük ve temel kalıtım birimidir.
Genetik çeşitlilik bir türün değişen çevre koşullarına uyum sağlayabilmesi için gereken gen havuzundaki kalıtsal bilgilerinin çeşitliliğidir. Gen havuzu üyeleri arasında doğal yolla bilgi alışverişinde bulunabilen bir evrenin bireylerindeki ortak ve farklı genlerin toplamıdır. Genetik çeşitliliğe sahip olmayan canlı türler değişen çevre koşullarına dolayısıyla evrime Ayakuyduramayıp tükeneceklerdir.
Ekolojik çeşitlilik ise; belirli bir bölgede yer alan farklı ekosistemleri ifade etmektedir. Belirli doğal bir sınıriçinde yer alan bitki hayvan ve mikro organizmalar tür topluluğu denilen bir bütün oluştururlar. Ekolojik çeşitlilik tür topluluğunun yanı sıra bu topluluk içindeki tür sayılarım da içerir.
Biyolojik çeşitlilik hem Dünya hem de her ülke için ayrı ayrı canlı doğal kaynak zenginliği olduğundan ekonomik kalkınma açısından büyük bir önem taşır. Çünkü ülke ekonomisi kaçınılmaz olarak doğal kaynaklara dayanır. Bu nedenle söz konusu zenginliklerin korunması ve geliştirilmesi günümüzün eh önemli çevrebilimsel sorunudur. Piyasa ekonomisinin günlük çıkarlara dayanan kısa vadede kâr maksimizasyonu türlerin ve ekosistemlerin korunmasının uzun sürede sağlayacağı kârın göz ardı edilmesine yol açmaktadır.
Biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilmesinde üç temel sorun ile karşılaşılmaktadır. Bunlar sıra ile; çeşitlerin kaybolması türlerin kaybolması doğal alanların bozulmasıdır.
Zaman içinde kolay bozulmayan yaygın bir biçimde piyasaya sürülen dolayısıyla ticari değeri yüksek olan çeşitler yerel çeşitleri ve bunların yabani akrabalarını ortadan kaldırmaktadırlar. Böylece bir çeşit azalması ve giderek yok olması tohum ıslahında gerekli genetik kaynakların yavaş yavaş ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
Çeşit kaybını izleyen bir bakıma onun tamamlayıcısı olan bir •on» da tür kaybıdır. Türlerin sayıca azalması denilebilen tür kaybı da doğrudan ekonomik yaran olmayan türlerde yoğunlaşmakta ekolojik dengedeki yeri henüz saptanamamış bir çok tür yok ol- '
Biyolojik çeşitliliğin yaşam ortamı bir diğer deyişle ekolojik çevresi çeşitlerin ve türlerin varlıklarını sürdürmelerini belirleyen temel öğedir. Canlı doğal kaynakların içinde bulunduğu doğal alanların korunması biyolojik zenginliğin sürdürülebilmesinin ilk koşuludur. Biyolojik çeşitlilik insanlığın refahına büyük katkıda bulunmaktadır. Günlük yaşamında insanlar çok ayırımına varmasalar bile bitki hayvan ve mikrop kökenli yüzlerce Madde kullanmaktadırlar. Canlı doğal kaynaklar ekonomiyi doğrudan etkilemekte tarım sanayi tıp ve eczacılık kesimlerine katkıda bulunmaktadır.
insan ekonomik ussallığı içinde geleceğini güvence altına almak için doğaya sürekli müdahale etmektedir. Bunun son aşamasına örnek olarak DNA'nın yeniden dizilişi ve DNA'nın çözülüp yeni bileşikler biçiminde yeniden birleştirilmesi gösterilebilir. Genetik malzemelerin oynanmasına dayanan bu yeni bilgi ve teknoloji genetik Mühendisliği olarak tanımlanmaktadır.
DNA ile oynama olanağı veren bilgi birikimi 1970'li yıllarda fen işin biliminden teknolojisine geçmeye başlamış biyoteknoloji adı akında endüstrinin konusu olmuştur. Biyoteknoloji biyolojik ••temlere ve organizmalara uygulanan kendilerinden yararlanılması ve istenilen biçimlere ve ürünlere dönüştürülebilmekti amacıyla kullanılan bilimsel teknikler ve endüstriyel yöntemler olarak mumlanmaktadır.
Günümüzde biyoteknoloji tarımsal üretimin artırılması tıp ve eczacılıkta etkinliğin sağlanması endüstrinin geliştirilmesi çevre kirliliğinin önlenmesi gibi konularda bir kurtarıcı gibi görülmektedir. Bir bakıma Dünya'nın geleceğine ilişkin karamsar görüşler biyoteknoloji aracılığı ile aşılmak istenmektedir.
2.Cansız Doğal Kaynaklar
Cansız doğal kaynaklar kavramı canlıların doğal yaşama alanı kavramı ile eş anlamlıdır. Hava su ve Toprakdiye sıraladığımız bu asıl çevre öğelerine yeraltı zenginlikleri denilen madenler ve fosil yakıdan da eklemek gerekir.
Cansız doğal kaynakların toplumların gözündeki göreli önemi çevrebilimsel kaygılardan çok ekonomik yararlılıktan kaynaklanmaktadır. Sınırsız ekonomik büyüme tutkusu kaynakların tükenmesine işlevlerini yerine getirememesine neden olmuştur.
Hava su ve topraktaki bozulma insan faaliyetleri sonucunda bu alıcı ortamlara binen yükün artması aşın yüklenme yüzünden kaynağın kendi kendini yenileyememesi temizleyememesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Toprak altı zenginlikleri oluşturan madenler ve fosil yakıtlar ise yenilenemeyen kaynak kümesine girmektedirler. Sınırlı miktarda bulunan ve işletilmelerine koşut olarak belli bir sürede tükenecek olan bu kaynakların kullanılması ekonomik yeğlemeye bağlı kalmaktadır.
Uzun yıllar hava ve su serbest mal sayılmış üretime katkısının maliyeti sıfır olmuştur. Buna karşılık yeraltı ve yüzeysel su kaynaklan su yollan toprak ve toprakaltı zenginlikleri bireysel ulusal ve uluslararası düzeyde sürekli bir ekonomik çıkar ve bir çatışma konusu olmuştur. Bugün de söz konusu kaynaklar önce küresel ekonomik ve siyasal sorunların kaynağı olarak ele alınmakta savaş
ve bansın nedeni olmaktadır. Küresel çevre sorunları başlığı altında doğal kaynaklara bakış ancak kaynaklarla birlikte ekonomik gelişmenin de sona ereceği korkusu ile gerçekleşmektedir. Henüz kaynak kullanımı ve çevre yönetimi alanında bilimsel gereklilik ekonomik çıkarlara kendisini kabul ettirememiş durumdadır.
Ancak belirtmek gerekir ki doğal kaynakların korunması bu konuda stratejilerin belirlenmesi son yıllarda uluslararası toplumun önde gelen uğraşı olmuştur. Doğal kaynakların ekonomik gelişmenin kaynağı olduğu doğanın yeni bilimsel ve teknik ilerlemelere olanak sağladığı doğal kaynakların gelecek kuşaklara aktarılmasının moral olarak gerekli bulunduğu düşünceleri tartışmasız kabul görmeye başlamıştır.