Kur'an'a göre müminlerin ve Müslümanların özellikleri nelerdir? İslam dininin öğütlediği temel kavramlar nelerdir? Rabbimiz Müslümanı nasıl tarif ediyor?


Kur'an'a göre yaşayan bir insan, sevgisini de Kur'an'a göre yaşayanlara, yani müminlere yöneltecektir. Müminlerin, onları sevilmeye layık kılan ve Allah'a iman etmelerinden doğan bazı özellikleri vardır. Mümin, diğer müminlerde bu özellikleri arayacak, bunları gördüğü için onları sevecektir. Bu özellikler bir kişide ne kadar çok ortaya çıkarsa, ona olan sevgisi de o kadar artacaktır.
Allah'ın Kur'an'da bildirdiği mümin özelliklerinin belli başlılarını şöyle maddeleştirebiliriz:
• Müminler ancak Allah'a kulluk ederler. O'ndan başka zihinlerinde ilahlaştırdıkları hiçbir varlık yoktur. (Fatiha, 1/1-7; Nisa, 4/36)
• Allah'tan korkup-sakınırlar. Allah'ın yasakladığı veya rızasına aykırı olan bir şeyi yapmaktan çok çekinirler. (Al-i İmran, 3/102; Yasin, 36/11; Tegabün, 64/15-16; Zümer, 39/23)
• Yalnızca Allah'a güvenirler. (Bakara, 2/249; Tevbe, 9/25-26)
• Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar. (Ahzab, 33/39)
• Allah'a şükrederler. Bu nedenle ekonomik yönden darlıkta ya da bollukta olmaları onlara herhangi bir üzüntü ya da böbürlenme vermez. (Bakara, 2/172; İsra, 17/3; İbrahim, 14/7)
• Kesin bilgiyle iman etmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanmaktan dönmek gibi bir düşünceye asla kapılmazlar. Her gün daha şevkli ve heyecanlı biçimde hizmetlerini sürdürürler. (Hucurat, 49/15; Bakara, 2/4)
• Kur'an'a kuvvetle bağlıdırlar. Tüm hareketlerini Kur'an'a göre düzenlerler. Kur'an'a göre yanlış olduğunu gördükleri bir tavırdan hemen vazgeçerler. (Araf, 7/170; Maide, 5/49; Bakara, 2/121)
• Sürekli Allah'ı anarlar. Allah'ın her şeyi gören ve işiten olduğunu bilir, sürekli Allah'ın sonsuz kudretini hatırda tutarlar. (Al-i İmran, 3/191; Rad, 13/28; Nur, 24/37; A'raf, 7/205; Ankebut, 29/45)
• Allah karşısında acizliklerini bilirler. Mütevazidirler. (Ancak bu, insanlara karşı aciz görünmek ve ezik tavırlar sergilemek demek değildir.) (Bakara, 2/286; A'raf, 7/188)
• Her şeyin Allah'tan olduğunu bilirler. Bu nedenle hiçbir olay karşısında telaşa kapılmaz, her zaman serinkanlı ve tevekküllü davranırlar. (Tevbe, 9/51; Teğabün, 64/11; Yunus, 10/49; Hadid, 57/22)
• Ahirete yönelmişler, asıl hedef olarak ahireti belirlemişlerdir. Ancak dünya nimetlerinden de faydalanır, dünyada da cennet ortamının bir benzerini oluşturmaya çalışırlar. (Nisa, 4/74; Sad, 38/46; A'raf, 7/31-32)
• Sadece Allah'ı ve müminleri dost ve sırdaş edinirler. (Maide, 5/55-56; Mücadele, 58/22)
• Akıl sahibidirler. Her an ibadet bilincinde olduklarından sürekli dikkatli ve uyanıktırlar. Devamlı olarak müminlerin ve dinin lehine akılcı hizmetler yaparlar. (Mümin, 40/54; Zümer, 39/18)
• Tüm güçleriyle Allah adına inkarcılara, özellikle inkarcıların önde gelenlerine karşı büyük bir fikri mücadele verirler. Hiç yılmadan ve gevşemeden mücadelelerini sürdürürler. (Enfal, 8/39; Hac, 22/78; Hucurat, 49/15; Tevbe, 9/12)
• Hakkı söylemekten çekinmezler. İnsanlardan çekindiklerinden dolayı gerçeği açıklamaktan geri kalmazlar. İnkar edenlerin haklarında söylediklerine, alay ve saldırılarına aldırmazlar, kınayıcıların kınamasından korkmazlar. (Maide, 5/54, 67; A'raf, 7/2)
• Allah'ın dinini tebliğ etmek. Çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh, 71/5-9)
• Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. (Nahl, 16/125; Tevbe, 9/128; Hud, 11/75)
• Öfkelerine kapılmazlar, hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar. (Al-i İmran, 3/134; A'raf, 7/199; Şura, 42/40-43)
• Güvenilir insanlardır. Son derece güçlü bir kişilik sergiler, etraflarına da güven telkin ederler. (Duhan, 44/17-18; Tekvir, 81/19-21; Maide, 5/12; Nahl, 16/120)
• Baskı ve zulüm görürler. (Şuara, 26/49, 167; Ankebut, 29/24; Yasin, 36/18; İbrahim, 14/6; Neml, 27/49, 56; Hud, 11/91)
• Zorluklara katlanırlar. (Ankebut, 29/2-3; Bakara, 2/156, 214; Al-i İmran, 3/142, 146, 195; Ahzap, 33/48; Muhammed, 47/31; Enam, 6/34)
• Zulümden ve öldürülmekten korkmazlar. (Tevbe, 9/111; Al-i İmran, 3/156-158, 169-171, 173; Şuara, 26/49-50; Saffat, 37/97-99; Nisa, 4/74)
• İnkarcıların saldırı ve tuzaklarıyla karşılaşır, alaya alınırlar. (Bakara, 2/14, 212)
• Allah'ın koruması altındadırlar. Aleyhlerinde kurulan tüm tuzaklar boşa çıkar. Allah, onları tüm iftira ve tuzaklara karşı koruyarak, onları üstün kılar. (Al-i İmran, 3/110-111, 120; İbrahim, 14/46; Enfal, 8/30; Nahl, 16/26; Yusuf, 12/34; Hac, 22/38; Maide, 5/42, 105; Nisa, 4/141)
• İnkarcılara karşı tedbirlidirler. (Nisa, 4/71, 102; Yusuf, 12/67)
• Şeytanı ve yandaşlarını düşman edinmişlerdir. (Fatır, 35/6; Zuhruf, 43/62; Mümtehine, 60/1; Nisa, 4/101; Maide, 5/82)
• Münafıklara karşı mücadele eder, münafık karakterlilerle birlikte olmazlar.(Tevbe, 9/83, 95, 123)
• İnkarcıların zorbalıklarına engel olurlar. (Ahzab, 33/60-62; Haşr, 59/6; Tevbe, 9/14-15, 52)
• Birbirlerine danışarak (istişare ile) hareket ederler. (Şura, 42/38)
• İman etmeyenlerin gösterişli yaşantısına özenmezler. (Kehf, 18/28; Tevbe, 9/55; Taha, 20/131)
• Zenginlik ve mevkiden etkilenmezler. (Hac, 22/41; Kasas, 28/79-80; Nahl, 16/123)
• İbadetlere titizlik gösterir, namaz, oruç ve benzeri ibadetleri dikkatle yerine getirirler. (Bakara, 2/238; Enfal, 8/3; Müminun, 23/1-2)
• Çoğunluğa değil, Allah'ın verdiği kıstaslara uyarlar. (Enam, 6/116)
• Allah'a yakınlaşmak, örnek bir mümin olmak için gayret sarfederler. (Maide, 5/35; Fatır, 35/32; Vakıa, 56/10-14; Furkan, 25/74)
• Şeytanın etkisine girmezler. (A'raf, 7/201; Hicr, 15/39-42; Nahl, 16/98-99)
• Atalarına körü körüne uymazlar. Kur'an'a göre hareket ederler. (İbrahim, 14/10; Hud, 11/62, 109)
• İsraftan kaçınırlar. (Enam, 6/141; Furkan, 25/67)
• İffetli davranırlar ve Allah'ın istediği şekilde evlenirler. (Müminun, 23/5-6; Nur, 24/3, 26, 30; Bakara, 2/221; Maide, 5/5; Mümtehine, 60/10)
• Dinde aşırılığa kaçmazlar. (Bakara, 2/143; Nisa, 4/171)
• Fedakardırlar. (İnsan, 76/8; Al-i İmran, 3/92, 134; Tevbe, 9/92)
• Temizliğe dikkat ederler. (Bakara, 2/125, 168; Müddessir, 74/1-5)
• Müminlerin arkasından konuşmaz, kusurlarını araştırmazlar.(Hucurat, 49/12)
• Haset etmekten kaçınırlar. (Nisa, 4/128)
• Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. (Bakara, 2/286; Al-i İmran, 3/16-17, 147, 193; Haşr, 59/10; Nuh, 71/28)

"Deccal" ve "Süfyan" nedir? "Deccal" ve "Süfyan" hakkında bilgiler

Deccal

Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (a.s.m.), ümmetine özellikle onu haber vermiş, fitnesinden sakınmış ve ümmetini de sakındırmıştır. "Hz. Adem'in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur."(1) buyurmakla da, onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrudların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.

Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimizin bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)

Şer ve fitnesinin büyüklüğü, dehşeti sebebiyledir ki, Allah Resûlü çoğu zaman olduğu gibi, ana hatlarıyla İslâmın bir özetini verdiği Veda Haccında okuduğu Veda Hutbesinde de Deccaldan bahsetmeyi gerekli görmüş, diğer peygamberler gibi, o da ümmetini uyarmıştır.(5)

Deccal, Arapça bir kelimedir, "decl" kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, "yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel'ûn bir kişidir."

Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, “yalancı, dalâlete sürükleyici"(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.

Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür.

Deccala, “Mesih” kelimesi eklenerek Mesih-i Deccal da denilir. Onun bu ünvanla anılmasının sebebi, gözlerinden birinin silik olmasıdır. Sözlüklerde Mesihe değişik bir çok mânâlar verilmiştir. Deccala sıfat olabilecek tarzdaki bu mânâlardan bir kısmı şöyledir: Yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı, çok öldüren. 

Bir hadis-i şerifte ondan, “Mesihü'd-Dalâle," “Sapıklık Mesihi” diye söz edilir.(7)

Süfyan

Bir hadis-i şerifte, “Âhirzamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek”(8) buyurulmaktadır. Mahiyeti ise : "Sahih hadislerde bildirildiğine göre âhirzamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır."(9)

Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10)

Büyük Deccal, dinsizliği program edinip daha çok Hıristiyanlığa savaş açarken, İslâm Deccalı Süfyan, Allah katında yegâne hak din olan İslâma hem de açıkça savaş açmaktadır. Onun için de daha dehşetli görülmüştür. Elbette, yürürlükten kalkmış ve tahrif edilmiş bir dini terk etmek hak, ebedî ve hükmü devam eden bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmayacaktır.(11)

Deccal hakkında tevatür var

İlim adamlarının çoğu Deccal hakkında tevatür bulunduğunu, inkârının mümkün olmadığını söylerler.(12) Hatta bu konuda Allame Şevkanî, Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması adında bir kitap bile yazmıştır. Şevkanî, bu eserinde Mehdî ve İsa Aleyhisselâmın inişi hakkındaki hadislerin olduğu gibi Deccal hakkında rivayet edilen hadislerin de tevatüre ulaştığını anlatır.(13)

İbni Mende, Deccalın çıkışına inanmanın vacip olduğunu söyler.(14) Onun geleceğini inkâr etmek ise en azından dalâlettir.

Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi nasıl olur?

Nefsin tezkiyesi iki ayrı mânâya geliyor: Birincisi nefsini temize çıkarmak, ona toz kondurmamak, kusurlarını örtmek, hatta elinden gelirse bunları faziletmiş gibi göstermektir. Yukarıdaki ifadelerde, tezkiye bu mânâda kullanılmıştır. 

“Nefislerinizi temize çıkarmayın” (Necm Sûresi, 32) âyet-i kerimesi bize bu mânâyı ders verir. 
Nur Külliyatında tezkiye edilmemiş bir nefsin hali şöyle tasvir edilir:
“Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla, kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevemez. Eğer zâhirî sevse de, samimi sevemez; belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeğe ve sevdirmeğe çalışır ve kusuru nefsine almaz. Mübalâğalar ile, belki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek âdetâ takdis eder.” (Lem’alar)

Bir de: “Muhakkak, nefsini temizleyen kurtuluşa erdi.” (Şems Sûresi, 9) âyetinde teşvik edilen nefis tezkiyesi vardır. Âlimlerimiz bunu, nefsin kötülüklerden arıtılması, yâni iman etmekle şirkten, takva ile günahlardan temizlenmesi ve salih amellerle de bu temizliğinin artırılması şeklinde izah buyururlar.

Namazda rükudan kalkarken neden Semi'allahu limen hamideh denilir?


Namaz kılan kişi, rükûya eğildiği zaman “Sübhane Rabbiye’l-Azim” diyerek,“Azim olan Rabb’imi yaratılmışlara ait bütün eksikliklerden tenzih ederek O’nu güzel isim ve sıfatlarıyla tesbih ederim.” anlamına gelen ifadeyi okumaktadır.

Mevlânâ’nın tabiriyle insan, Rabb’inin hesap anındaki sorularına cevap veremeyerek iki büklüm utancından rükûya eğilirken, Rabb’in lütfuyla tekrar ayakta huzura durma imkanıyla sevincini “Allah, kendisine hamd edenleri işitir (Semiallahu limen hamideh)”, “Hamd, Rabb’imiz içindir (Rabbena leke’l-hamd)” diyerek ifade eder.

Mevlânâ bu manevi hali şöyle anlatır:

Kıyam esnasında kişi, Hakk’ın huzurunda kıyamette safların kurulduğu anı yaşar, münacat ve hesap vermek için insanların durduğu gibi divanda durur. Kıyam anında kişi; kıyamet korkusuyla şaşkın, Hakk’ın divanında gözyaşı döker.“Mahsulün nerede? Verdiğim mühlet içinde işlediklerin nedir?” gibi dertlendirici binlerce sual, Allah tarafından kendisine sorulur. Kıyama kalktıkça kul, bu gibi suallerden utanır; iki kat olup rükûya varır. Utancından ayakta durmaya mecali kalmayıp, rükûda Hakk’ı tesbih ederek, yalvarır.

Hakk’ı “Sübhane Rabbiye’l-Azim” diyerek tesbih eder. “Yüce olan (Azim) terbiye edicim ve sahibim (Rabbî) Seni kullara ve yaratılmışlara ait bütün eksik sıfatlardan tenzih ederim. (Sübhan) ‘Sen Vafisin, ben değilim. Sen Kerimsin, ben değilim, Sen Vedudsün, ben değilim. Sen Rahmansın, ben değilim…’ diyerek haddini bilir…
 
Hatalarını itiraf eder. “Yüce olan Rabb’imi O’na layık güzel isim ve sıfatlarıyla tesbih ederim” (Sübhane Rabbiye’l-Azim) diyerek Vâfi ile vefayı, Sabûr ile sabrı, Mütekebbir ile tevazuyu, Rahman ile merhameti, Şekûr ile şükrü idrak eder. Böylece kul, bu isimlerdeki İlahi tecellileri ruhuna ve ahlakına zerk edebilir. Sübhan şırıngadaki ilacın bedene verilmesi gibi İlahi isim ve sıfatlardaki vitaminleri ve tecellileri ruha ve ahlaka verecektir. Bu nedenle “Sübhan” karakter gelişiminin özünü oluşturan bir kavramdır.