Facebook'ta grup kurunca nasıl paylaşım yapılır?,Facebook sayfasında paylaşım,Facebook sayfası,facebook,facebook sayfası kurma








Facebook'ta grup kurunca nasıl paylaşım yapılır?,Facebook sayfasında paylaşım,Facebook sayfası,facebook,facebook sayfası kurma,resimli anlatım,facebook sayfasında paylaşım,facebook sayfasında nasıl paylaşım yapılır,facebook da paylaşım yapma,facebook sayfası kur,facebook sayfası nasıl kurulur,facebook fbml kodları







"While" ve "When" içeren cümle örnekleri,while ve when,"While" ve "When" içeren cümleler,"While" ve "When" içeren cümle,"While" ve "When" örnekleri

"While" ve "When" içeren cümle örnekleri,while ve when,"While" ve "When" içeren cümleler,"While" ve "When" içeren cümle,"While" ve "When" örnekleri

-The telephoe rang-Mr and mrs Thomson were sleeping.

While ile cümle=While Mr.& MRS. Thomson were sleeping, the telephone rang.


When ile cümle=When the telephone rang, Mr.& MRS. Thomson were sleeping

Basketbol saha ölçüleri nedir?,Basketbol saha ölçüleri,Basketbol sahası,Basketbol kuralları


Basketbol Saha Ölçüsü NbaTr.Com - Çarşamba, 18 Nisan 2007 Basketbol, çoğunlukla kapalı salonda oynanır. Dikdörtgen biçimindeki basketbol alanının tabanı sert tahtadan yapılır. Alanın boyutları değişiklik göstermekle birlikte, ideal boyutlar 26 m x 14 m’dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarında bir sac levhadır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet vardır. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur. Basketbol topunun çevresi yaklaşık 75-78 cm, ağırlığı 600-650 gram kadardır.

Basketbol saha ölçüleri nedir?,Basketbol saha ölçüleri,Basketbol sahası,Basketbol kuralları

eski çağ uygarlıklarının kurulduğu bölgelerin özellikleri

HİTİTLER:
M.Ö 2000 yıllarında Anadoluya gelerek Kızılırmak çevresinde devlet kurmuşlardır.
Başkentleri Hattuşaş ( Boğazköy) şehridir. Çorum yakınlarındadır.
Hititliler Suriyeyi ele geçirmek için Mısırlılarla savaşmışlardır.Bu savaşın sonunda iki devlet
arasında Kadeş Antlaşması imzalandı.
Kadeş Antlaşması (M.Ö 1280) Dünya tarihinde iki devlet arasında yapılan ilk antlaşmadır.
Hitit Devleti M.Ö 1200 yılında Anadoluya gelen Frigyalılar tarafından yıkıldı.


FRİGYALILAR:
M.Ö 1200 yıllarında Hititlerin yıkıldığı bölge üzerinde ve Ankara Eskişehir Afyon dolaylarında devlet kurdular.
Devletin başkenti Ankaranın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion şehridir.
Frigyalılar krallarına Midas ünvanı verirlerdi.
Tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır.Tarım ve hayvancılıkla ilgili sert kanunlar koymuşlar tarıma ve hayvancılığa zarar verenleri şiddetle cezalandırmışlardır.
Frigyalılar M.Ö 7.yüzyılda Kafkaslardan Anadoluya gelen Lidyalılar tarafından yıkılmıştır.


LİDYALILAR:
Gediz ve Büyük Menderes ırmakları arasında kurulmuştur.
Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurmuşlardır.
Başkentleri Sard şehridir.( Bugünkü Manisa-Salihli yakınlarındadır.)
Ticaretle uğraşmışlardır.Kral Giges Efesten başlayıp Mezopotamyaya kadar uzanan Kral Yolunu yaptırmıştır.
Ticaretteki bu gelişmeler nedeniyle Lidyalılar tarihte ilk kez parayı icad ettiler.
Lidyalılar M.Ö 547 yılında Anadoluyu işgal eden Persler tarafından yıkıldılar.

URARTULAR:
M.Ö 900 yılında Doğu Anadoluda kuruldu.
Başkenti Tuşpa(Van) şehridir.
Maden işlemeciliğinde ilerlemişlerdir.
Tarımla ve hayvancılıklada uğraşmışlardır.Van ovasını sulamak için yaptıkları su kanalları günümüzde bile kullanılmaktadır.
Urartu Devleti M.Ö 600 yılında Medler tarafından yıkılmıştır.

İYONYALILAR:
M.Ö 1200 yıllarında Yunanistandan göç ederek Ege kıyılarına yerleşen Akalar tarafından kuruldu.
Akalar Ege kıyılarında 12 ayrı şehir kurmuşlar ve şehir devletleri halinde yaşamışlardır.
En önemli İyon şehirleri İzmirEfesMiletFoçadır.
Her şehrin başında ayrı bir kral bulunuyordu.Bundan dolayı hiçbir zaman güçlü bir krallık kuramamışlar ve ayrı ayrı şehir devletleri halinde yaşamışlardır.Siyasi birlik yoktur.
İyonyalılar denizcilikte ileri gitmişlerdir.Ancak zamanla LidyalılarınPerslerin ve Romalıların egemenliğine girerek kaybolmuşlardır.


SÜMERLER:
Mezopotamyada kurulan ilk uygarlık Sümerlerdir. M.Ö 3500de Orta Asyadan gelerek Mezopotamyada devlet kurmuşlardır.
Kanallar açmışlar ve bataklıkları kurutarak tarım ve hayvancılık yapmışlardır.
Tarihte ilk yazıyı Sümerler bulmuşlar ve kullanmışlardır.( Çivi yazısı) M.Ö 3200

Not: Yazının bulunmasıyla tarih devirleri başlamıştır.İlk yazılı kanunlar ilk takvim ilk matematik bilgileri de yine Sümerlere aittir.
Sümerler çok tanrılı dine inanırlar ve Ziggurat adı verilen tapınaklarında tanrılarına tapınırlardı ve kurban keserlerdi.
Sümerler Mezopotamyada kurulan Akadlar tarafından son verilmiştir.

BABİLLER:
Aşağı Mezopotamyada kurulmuştur.
Devletin en güçlü zamanı kral Hammurabi zamanıdır.Kral Hammurabi Sümer kanunlarını geliştirerek uygulamıştır.( Hammurabi Kanunları diye bilinir)
Babil dünyanın yedi harikasından biri olan Babilin Asma Bahçeleriyle ünlüdür.
Babilliler M.Ö 6.yüzyılda Persler tarafından yıkılmıştır.

ASURLULAR:
Yukarı Mezopotamyada kurulmuştur.Ninova şehri başkenttir.
Asurlular ticaretle uğraşmışlardır.AnadoluMısır ve Mezopotamya arasında ticaret yapmışlardır.
Asurlular ticaret amacıyla Anadoluya geldiklerinde yazıyı da beraberinde getirmişlerdir.Böylece Anadolu hem yazıyı öğrenmiş hem de tarih çağlarına girmiştir.
Asurlular M.Ö 612 yılında Pers egemenliğine girmiştir.

AKADLAR:
M.Ö 2300 lü yıllarda Arabistandan gelerek Mezopotamyada devlet kurdular.
Akadlar; ElamAsurDoğu Anadolu ve Akdenizi fethederek imparatorluk kurdular.
M.Ö 2150 yıllarında kuzeyden gelen Gutiler tarafından yıkılmıştır.

galatasaray beşiktaş,galatasaray beşiktaş maçı golleri,beşiktaş galatasaray maçının özeti,galatasaray beşiktaş maçı tahminleri,canlı maç izle,maç izle

galatasaray - beşiktaş maçını canlı ve kesintisiz izle,galatasaray-beşiktaş maçı izle,galatasaray beşiktaş,galatasaray beşiktaş maçı golleri,beşiktaş galatasaray maçının özeti,galatasaray beşiktaş maçı tahminleri,canlı maç izle,maç izle,izle

allahın emri peygamberin kavli ile,allahın emri peygamberin kavli ile cümlesindeki kavli nin anlamı,kavlinin sözcük anlamı,kavli

allahın emri peygamberin kavli ile,allahın emri peygamberin kavli ile cümlesindeki kavli nin anlamı,kavlinin sözcük anlamı,kavli

evreşe yolları türküsü,evreşe,evreşe yolları türküsünde adı geçen evreşe hangisidir,çanakkale,tekirdağ,muğla

evreşe yolları türküsü,evreşe,evreşe yolları türküsünde adı geçen evreşe hangisidir,çanakkale,tekirdağ,muğla

künefe yaparken kullanılacak peynir çeşidi hangisidir,DİL,KAŞAR,TULUM,GRAVYER,künefe malzemeleri,kübefe yaparken kullanılacak peynir çeşidi hangisidir

künefe yaparken kullanılacak peynir çeşidi hangisidir,DİL,KAŞAR,TULUM,GRAVYER,künefe malzemeleri,kübefe yaparken kullanılacak peynir çeşidi hangisidir

Edison ve Ampul,edison,edisonun hayatı,ampulu kim buldu,ampul

Edison bir dinleme gezisi sırasında metal fabrikatörü ve Amerika dinamo makinesinin imalatçısı Willam Wallace�ın yaptığı yeni elektrik lambasını gözden geçirmeye davet edildi. Edison tahta çerçeveyle hareket eden iki koldan ibaret basit cihazın karşısına grafit plaka iliştirilmişti.Her iki plakayı birleştiren elektrik akımı ve mavi ışık yayı gibi görünüyordu.Gözleri kamaştıran bu alev, grafit plakaları çabucak eritiveriyordu.
Edison bu sahneyi konuşmadan seyrediyordu. Elektrik ışığı! Cidden büyük fikirdi bu! İnsanlık öteden beri geceyi gündüze çevirmeye uğraşmış; bunun için mum,yağ ve nihayet 19.yüzyılın başından beri hava gazı kullanmıştı.Madem ki bilim insanlığa elektriği hediye etmişti.Elektriğin ideal bir enerji kaynağı olduğu meydandaydı. Fakat Wallece�in metodu Edison�a doğru bir yol görünmüyordu. Yanındakilere döndü ve �Zannedersem ben daha iyisini yaparım� dedi.


Edison'un 40-50 iş arkadaşıyla işe koyulma tarzı, bilim araştırmaları tarihinde eşsizdir.Ara vermeden çalışıyorlardı.Atölyede yapılan ufak cam ampullerin içerisindeki hava,elektrik akımının kızgın hale getireceği maddenin yanmasına engel olmak için boşaltıyordu. Fakat esas mesele bu maddenin ne olacağı konusundaydı.Kimi maddeler çok az dayanabiliyor, kimileri çok pahalıya mal oluyordu. Halbuki Edison öylesine ucuz bir lamba yapmak istiyordu ki,herkes alıp evine takabilsin.Kömürleştirme işleminden geçmiş mukavva, hindistan cevizi kabuğu, mantar, hatta laboratuarı gezmeye gelen bir misafirin kızıl sakalından bir iki tel bile denendi.

Durmadan çalışmak yüzünden Edison�un gözleri yanıyor, dayanılmaz sancılar veriyordu. Ama o bunları kimseye söylemiyor, sadece hatıra defterine kaydediyordu.

Peşpeşe deneylerin sürdüğü bir gün asistanı �Artık bu işten vazgeçsek!� deyiverdi.
�Niçin?�
�Çünkü şu ana kadar iki bin deney yaptık ve hiçbir sonuç alamadık!�

Edison hemen itiraz etti:
�Bu doğru değil...Evet, amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değildir.Çünkü aradığımız şeyin yaptığımız şeyin yaptığımız bu iki bin deney içinde bulunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.�

1879 Kasım�ında Edison bir gece yazı masasının başına oturmuş, sönük bir puroyu emerek ne yapacağını düşünüyordu. Dalgın dalgın ceketinin düğmelerinden birini çevirirken düğme koptu.Üstünden bir iplik parçası sarkıyordu.Birden yerinden fırladı, laboratuara geçti ve teknisyenlerine iplik parçasını gösterdi. � Böylesini acaba ceyran nakledici olarak kullandık mı hiç? Demek kullanmadık!Öyleyse gidin bir yumak ip alın,ufak parçalar halinde kesin, kömürleştirin ve lambalarınızı takın.�

Asistanları sonuç ummamakla beraber hemen dediğini yaptılar.Edison�un bu fikri, bu sahadaki çalışmalarından vazgeçmeden önce başvurulacak son çare olarak görülüyordu.

Kömürleştirilen iplikler her seferinde kırılmasına rağmen bu hassas ipliklerden biri kırılmadan lambaların birine takılabildi.Lambanın havası hemen boşaltıldı.Lambaya elektrik verildiğinde iplik kızdı ve tatlı sarı bir ışık meydana geldi.Edison ve arkadaşları ışığı meydana geldi.Edison ve arkadaşları ışığa büyülenmiş gibi bakıyorlar.Acaba ne kadar sürecekti?Ampul saatlerce sönmedi.Süren çalışmalar sonunda elektrik santrali yapmak, 900 binada elektrik şebekesi kurmak,binlerce sayaç yerleştirmek,duylarıyla beraber 14.000 ampul yapmak gerekti.

4 eylül 1882�de meşhur mucidin bir işareti üzerine akım verildiği zaman, bütün mahallenin yüzlerce binasında binlerce elektrik hallenin yüzlerce binasında binlerce elektrik ampulü yandı ve etrafa parlak, tatlı ışıklar saçılmaya başladı.

Edison devrinin en büyük meraklısı ilan edildi.Herkes sadece lambaları değil,onu da görebilmek için akın etti. Edison�u tanımayan kimse kalmadı.

Thomas Edison'un icadının çalışma şeklini sergilemek üzere geliştirdiği Menlo Park'taki ilk ampulu

img98/9718/edisonilklambawx2.jpg

MENLO PARK

Edison'un en önemli keşfi Menlo Park, New Jersey'deki ilk endüstriyel araştırma laboratuarıydı. Sürekli olarak teknolojik keşifler ve geliştirmeler-iyileştirmeler yapmak gibi özel bir amaç için kurulmuş ilk kurumdu. Edison birçok icadını resmi olarak bu laboratuarda üretmiş, birçok çalışanı onun direktifleri doğrultusunda bu icatların araştırma ve geliştirmesinde görev almıştır.

Elektrik mühendisi William Joseph Hammer, 1879 Aralık'ında Edison'un laboratuar asistanı olarak görevine başlamıştır. Telefon, fonograf, elektrikli tren, demir madeni ayıracı, elektrikli aydınlatma ve diğer birçok icatta büyük katkılarda bulunmuştur. Hammer'ı özel kılansa elektrik ampulünün icadındaki ve bu aletin geliştirme ve testleri sırasındaki çalışmalarıdır. Hummer 1880'de Edison'un lamba çalışmalarının şef mühendisi olmuş, bu mevkiideki ilk yılında Francis Robbins Upton'ın genel müdürlüğünü yaptığı fabrika 50.000 ampul üretmiştir. Edison'a göre Hammer elektrik ampulünün bir öncüsüdür.

Bilgisayarın İcadı,Bilgisayar,Bilgisayarı kim icad etti,Bilgisayar ne zaman icad edildi


İnsanoğlunun ilk hesap makinesi abaküsdür ve abaküse benzeyen ilk araçlar bundan 3,000 sene önce kullanılmıştır. Otomatik hareketlerden yararlanan ilk toplama makinesini Blaise Pascal geliştirmiştir. Pascal bu makineyi tasarlarken, bir tarafa doğru döndürülen dişli çarkların hareketinden faydalanmıştır. Daha sonra Leibniz aynı prensiple çarpma işlemi de yapabilen bir makine daha geliştirmiştir.

Hesaplamada elektronik sistemin öncüsü İngiliz bilim adamı Charles Babbage'dir. Babbage'nin Analitik Motor adını verdiği cihaz, belli bir programlama içinde hesapları otomatik olarak yapabilmekteydi.

Gerçek anlamda bilgisayarlar, 1941 yılında Berlin'de Kondrad Zuse tarafından geliştirilmiştir. Onun yaptığı bilgisayar, elektron lambalarından oluşuyordu ve aynı yıllarda Busines Machines Corporation adlı firmanın yaptığı otomatik bilgisayardan çok daha hızlı çalışıyordu.

1946'da, Amerikalı J. Presper Erchert ve Jn W. Mauchly, yüksek işlem hızına sahip tam elektronik ilk sayısal bilgisayarı geliştirdiler. 17,500 civarında elektron tüpü, 1,500 röle, 70,000 direnç ve 10,000 kondansatörden oluşmuş 30 ton ağırlığındaki bu dev makine, on haneli 5,000 sayıyı bir saniye içinde toplayabiliyordu.

Sonraki yıllarda inanılmaz bir süratle geliştirilen bilgisayarlar, bilgiyi çabuk ve doğru bir şekilde işleme ve saklama özellikleri nedeniyle, kısa sürede günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldiler. Bilgi üretimi ve dolaşımı hızlandı. Bu gelişmeler sayesinde, bir toplumun bütün bireylerinin bilgiye kolayca ulaşmaları ve onu tüketmeleri mümkün oldu.

Bilgi toplumunun oluşumunu hızlandıran bu gelişmelerin yanı sıra, basımevlerinden uzay gemilerine kadar hemen bütün makine ve araçların kontrolünü de bilgisayarlar üstlenmeye başladı. Böylece insanlar uzun süre alan ve oldukça karmaşık olan yorucu ve bıktırıcı işlerden kurtuldular.

DAHA UZUNCA BİLGİSAYARIN İCADI
İnsanlığın ilk günlerinden beri hesap yapmaya her daim ihtiyaç duyulmuştur. İlk insanlarda hesaplama; varlıkları başka bir grubun elemanlarıyla eşleştirme yapılarak yapılmıştır. Örnek olarak "Bir sürüdeki koyunları çakıl taşları temsil ediyordu ve bu taşlar bir torbada saklanıyordu. Bir koyun eksilirse bu çakıl taşlardan taş çıkarılıyordu, ya da taş ekleniyordu."

İnsanların hesaplama yöntemi ilk defa Abaküsle düzenlenmiştir. Böylece, Pozisyona bağlı sayı gösterimine başlandı.

İşlemler sembolik gösterimlerle ifade edildikten sonra Papirüs denen kağıtlar ve hayvan derileri depolama aracı olmuştur.

Başta Taşkentli alim Muhammed İbni Musa el Harezmi olmak üzere bazı isimler bilgisayar ve parçalarını bir araya getirmiştir. Günümüzdeki adını El Harezmiden almıştır.

Algoritma bilgisayar programının alt adımlarının gösterimidir.

1642�de Blaise Pascal eldeki toplama yapan oyuklu makine geliştirdi. 1673�de Gattfried Leibniz çarpma yapan makine geliştirdi.

1801�de Jasoph - Marie Tacguard otomatik dokuma tezgahı icat etti. Bu makine, insan yerine makine kullanımına geçtiği için Fransa�da isyana neden oldu.

1802 yılında Charles Bobboge çalışmaları yetersiz buldu ve Fark Makinesini icat etti. Bu makine için İngiliz Hükümetinden yardım istediği için tarihe geçti.

1833�te ise Bobbege Analitik makineyi icat etti. Bu yüzden Babbage�a �Bilgisayarın Babası� dendi.
1925�te Vannevar Bush integral ve diferansiyel alabilen bir analiz makinesi icat etti. 1930�da nihayet dünyanın en büyük hesaplama aygıtı yapıldı. 1935�te Alman Konrad Zuse elektrikli ikili tabanda işlem yapan Z-1 adlı bilgisayarı geliştirdi. 1938�de Z2 tasarlandı. Konrod 2. Dünya savaşından sonra Zürih üniversitesinde Z-4 adlı bilgisayarı geliştirdi.

2. Dünya Savaşı boyunca uçaksAvarlar için bilgisayara ihtiyaç duyuldu.

İlk geniş ölçekli otomatik, elektromekanik bilgisayar Howard Aiku ve Messrs tarafından 1944�te gerçekleştirilen MARK I�dır.

1943�te başlanan ENIAL bilgisayarı değişik üniteleri bağlayan, programlanabilen, paralel hesaplama yapan dev bilgisayardır.

1947�de transistör icat edildi.

Transistör bilgisayara güvenilirlik ve hız getirdiğinden bir devrim oldu.

1960�da Gene amdahl kesirli sayılarda işlem yapan, ilk TİCARİ BİLGİSAYARI yaptı.

1957�ye kadar bilgisayarda bellekler kısaydı. 1957�de RAMAL hard diske sahip ilk bilgisayarı üretti.

1958�de elektronik dönem tam anlamıyla başladı.

Uzun yıllar süren çalışmalardan sonra General Electric Firması, bankacılık işlemlerini son derce kolaylaştıran 32 ERMA adlı bilgisayarı geliştirdi. İlk defa bir bankacılık otomasyonu gerçekleşmişti. Bu olay, daha sonra bankamatikler ve elektronik kişisel bankacılık gibi modern teknolojiler için ilk adım niteliğindeydi.

Ticaret ve işletme sektörlerinin ihtiyacı olan programların yazılması için FORTRAN gibi matematiksel amaçlı geliştirilmiş bir dilin kullanılamayacağı, bunun yerine doğal dile yakın komut ifadeleri olan programlama dillerinin daha kullanışlı olacağı düşüncesiyle 1952 yılından itibaren çalışan Grace Murray Hopper 1960 yılında iş hayatı için gerekli programların yazımı için kullanılabilecek FLOWMATIC adlı programlama dilini üretti. Aynı yıl IBM firması da COMMERCIAL TRANSLATOR (Ticari Çevirmen) adlı bir programlama dilini satışa sundu.

1950�li yıllarda bilgisayarlar için yazılan işletim sistemleri programların hızlı bir biçimde sonlanmasını temel ilke olarak alıyor, kullanıcı için hiçbir kolaylık öngörmüyordu. 1961 yılında ilk interaktif (etkileşimli) işletim sistemi olan CTSS (Compatible Time Sharing System), Fernando Corbato tarafından IBM 7090/94 serisi bilgisayarlar için geliştirildi. Bu işletim sistemi, Stibitz�in geliştirdiği uzaktan kumandalı silahlar sayılmazsa, uzaktan erişimi sağlayan ilk bilgisayarların piyasada boy göstermesini sağlamış oldu.
IBM, 1964 yılında ilk geniş ölçekli ve gerçek zamanlı rezervasyon sistemini, Amerikan Havayolları için gerçekleştirdi. Aynı yılın 7 Nisan�ında yine IBM, bilgisayar alanında yeni bir dönemin başlamasını sağlayan, IBM uyumlu bilgisayar ailesinin ilk ferdi olan System/360 adlı makineyi piyasaya sundu. Aynı yıl içinde BASIC programlama dili, John Kemeny ve Tom Kurtz tarafından geliştirildi.

Pek çok firma daha büyük ve daha hızlı bilgisayarlar üretmeye çalışırken, Digital Equipment Şirketi, ilk gerçek minibilgisayar olan PDP-8 adlı bilgisayarı geliştirdi. PDP-8�in küçük bir komut seti, ilkel bir mikroprogramlama dili ve harika bir arayüz yeteneği vardı. Bu yüzden, bu bilgisayarlar, telefon hatlarını kullanarak proses kontrol yapabilen çok kullanıcılı sistemler olarak kullanılmıştır. Aynı yıl içinde MIT ile AT&T Bell Laboratuvarları�nın ortak çalışması sonucu, genel amaçlı, ortak bellekli ve çok kullanıcılı bilgisayarlar olan GE 600 seris ilk makine üretilmiştir.

Fairchild Firması�nın 1961 yılında ilk silikon tabanlı entegre devreleri piyasaya sunmasından yaklaşık 7 yıl sonra, 1967 yılında o teknoloji kullanılarak üretilen üçüncü kuşak bilgisayarlar ortaya çıkmaya başladı.

1969 yılında, internete atalık yapacak olan ARPA net çalışmalarına askeri haber alma amacıyla başlandı. Aynı yıl içinde Rıtchie ve Thompson, günümüzün vazgeçilmez işletim sistemlerinden UNIX üzerine çalışmaya başladı.

1971 yılında ortaya çıkan iki önemli ürün, kişisel bilgisayar döneminin başlamasına öncülük etti. Bu ürünler, ticari olarak piyasaya sürülen mikroişlemciler ile floppy disketlerdi. Intel Firmasının hesap makinelerinde kullanılmak üzere Japon Busicom Firması için ürettiği 4004 mikroişlemcisi ve IBM mühendislerinden Alan Shugart�ın ürettiği 8 inch floppy disket kişisel bilgisayar çağının başlamasına neden olan gelişmeler olmuştur.

1972 yılında ilk kişisel bilgisayar olan MITS 816 üretilmiştir. Bu bilgisayarın ne ekranı, ne klavyesi vardı. Fakat meraklı amatörler için son derece ilgi çekiciydi. Aynı yıl içinde, NASA bilgisayar kontrolü ilk uzay uçusu gerçekleştirdi.

1974 yılında Intel, trafik ışıklarının kontrolü için 8080 mikroişlemcisini üretti. Bu işlemci daha sonra Altair adlı bilgisayarda kullanıldı. Intel�e rakip olarak ortaya çıkan Zilog firması Z80 mikroişlemcisini üretti. Gary Kildall, bilgisayar mimarisinden bağımsız olarak her platformda çalışabilen CP/M adlı işletim sistemini yazdı. Aynı yıl içinde, ilk ATM (bankamatik)�ler kullanılmaya başlandı.

1975 yılında 375 dolara satılan, klavyesiz ve ekransız ALtair 8800 adlı bilgisayar üretildi. Microsoft firmasının kurucusu Bill Gates ile Paul Allen, bu bilgisayar için bir BASIC derleyicisi yazdılar. Bu yıl içinde, IBM firması 5100 adlı ilk kişisel bilgisayarını üretti. Seymour Cray, Cray I adını verdiği ve bugün de hala vazgeçilmez süper bilgisayarlar olan Cray�lerin ilkini tasarladı.

1976 yılında, ekran ve klavyeye sahip bilgisayar olan Apple II adlı bilgisayar, Steve Jobs ve Steve Wozniak tarafından üretildi. Apple II, kıa sürede ortaokullara ve liselere girdi ve ilk �bilgisayar� derslerinde kullanılmaya başlandı.

1978 yılında, Daniel Bricklin ve Bob Fransston tarafından yazılan Visicale, günümüzde kullandığımız Excel gibi gelişmiş yazılımlara öncülük yapacak tablolama programı olarak ortaya çıktı. 1979 yılında is eMicropro International Firması ilk kelime işlem programı olan Wordstar�ı piyasaya sürdü.

1981 yılında, Microsoft firmasıyla anlaşan IBM önceki makinelerinde kullandığı işletim sistemi olan CP/M�in yerine DOS işletim sistemini yazdırarak, bu yeni işletim sistemi kullanan IBM PC�yi üretti. Aynı yıl Commodore firması VIC-20�yi üreterek, 1 milyon adet satmayı başardı.

1982 yılından itibarin bilgisayarlar film sektöründe kullanılmaya başlandı. Disney Stüdyoları�nda yapımı gerçekleştirilen Tron adlı filmin tüm karakterleri bilgisayar tarafından canlandırılmış ve özel efektler bilgisayar aracılığıyla üretilmişti.

1983 yılında Mitch Kapor, Lotus 1-2-3 adlı tablolama programını yazarak Visicalc�in elinden liderliği aldı. 1978 yılında, Amerikan Savunma Bakanlığı�nın çalışmalarına başladığı �modern� yüksek seviyeli bir programlama dili geliştirme çalışmaları bu yıl içinde tamamlandı. Bu yeni dile �ADA� ismi verildi.

1986 yılında, Intel Firması 1980�de ürettiği 80806 işlemciler ve 1994 yılında ürettiği Pentium işlemciler arasında bir geçiş olarak nitelendirebileceğimiz 80386 mikroişlemcisini üretti. Aynı yıl içinde süperbilgisayarlarda da çok önemli gelişmeler yaşandı. CRAY X-MP adlı 4 paralel mikroişlemcili bilgisayar saniyede 713 milyon kesirli sayı işlemi yapabiliyordu. İlk süper bilgisayar olan IBM STRETCH ise saniyede 5 bin kesirli sayı işlemi yapıyordu.

1990�lı yıllara geldiğimizde ise, 10 yıl öncesinin süper bilgisayarlarında kullanılan mikroişlemcilerin gücüne sahip işlemcilerin kişisel bilgisayarlarda kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Yaygın olarak genellikle Intel�in Pentium serisi mikroişlemcilerini içeren bu bilgisayarlar ile yüksek hız gerektiren grafik programları, gelişmiş görsel programlar ve ses ile görüntü ağırlıklı çokluortam (multimedya) programları oldukça iyi performanslarla çalıştırılabilmektedir. Yaptıkları işleme göre fiyatları oldukça tatminkar olan bu bilgisayarlar, hemen her alanda kullanılmaktadır.

Radyonun İcadı,radyoyu kim icad etti,Radyo

İtalyan Mucit Guglielmo Marconi radyoyu icat eden kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak radyonun kendi icadı olduğunu iddia eden birçok kişi ortaya çıkmıştır. Telsiz telegrafpatentine sahip olan Nikolai Tesla, Olive Lodge bu iddiayı ortaya atanların başında gelir. Rus mucit Alexander Stepanovitch Popov ise anlaşılabilen ilk radyo dalgalarını iletmeyi başarmış ancak bu icadı için patent almamıştır. Daha pek çok insan vardır fakat ticari başarıyı yakalayan kişinin Marconi olduğu herkesçe kabul edilir.


Popov, Lodge ve Marconi, Edward Branly'nin bulduğu Branly Tüpü adı verilen ve radyo dalgalarını saptamak için kullanılan bir aracı geliştirmeye çalışıyorlardı. 1890 yılında başlayan bu geliştirme çabaları1895 yılında Marconi ve Popov'un birbirlerinden habersiz bir şekilde geliştirmeleri ile sonlanacaktı. 1896 yılında ise ilk defa Popov tarafından "Heinrich Hertz" ismi Mors alfabesi kullanılarak anlaşılır bir şekilde iletildi.

İtalya'da aradığı desteği bir türlü alamayan Marconi sonunda İngiltere'ye gitti ve burada ilk radyonun patentini aldı. Bu patent alımının ardından birçok farklı versiyonu üretildi. Lee De Forest ve Edwin Howard ArmstrongAmerika'da radyo teknolojisinde çok büyük değişiklikler yaptılar.Tüpler ve devreler kullanrak bambaşka bir hal kazanırdılar. 1947yılında transistörün icadı ise radyo teknolojisi için bir devrim olmuştur.

Lokomotifin İcadı,lokomotifi kim icad etti,lokomotif,

lokomotif

Lokomotifi ilk düşünen, daha doğrusu ilk gerçekleştiren Trevithick oldu. 1801'de inşa ettiği ve kendinden öncekilerden daha başarılı bir sonuç alamadığı buharlı arabası hatırlardadır. Bu başarısızlık buharlı lokomotifin mucitini sarstı; sabırsız, ama hünerli bir kişi olduğundan başka şeyler üzerinde çalışmaya başladı. Ancak, emeklerinin büsbütün boşa gitmesini de istemediğinden, bir süre sonra makinesinin ray üzerinde giden arabaya bağlanmasını madencilere teklif etti.

İcadını yalnız Merthyr-Tydvil Firması kabul etti (1804), fakat bu büyük bir yarar sağlamadı. Araç, beygirin yerini tutmasına tutuyordu ama, ne ondan daha hızlı gidebiliyor, ne de güven verebiliyordu. Perdahlı bir yüzey üzerinde tekerlekli araçla taşıma, ancak hafif yükler için mümkündü. Çünkü belli bir ağırlık aşılınca, kayma yapıyordu. Mühendisler bu sakıncayı giderici çareler aramaya koyuldular. Bu yoğun çalışmalar, kömürün buharlı araçla taşınması işinin gerçek bir ihtiyaç halini aldığını ispatlamaktadır.

Trevithick ve Vivian, artık rahatça lokomotif diyebileceğimiz bu makinenin tekerleklerine çıkıntılar işlemeyi önerdiler. 1811'de John Blenkinsop (1783-1831), ray ve tekerlekleri bir dişli bindirmelik şeklinde imal etmenin gerektiğini ileri sürdü. 1812'de William Chapman (1749-1832), lokomotifi bir yana koyup yol boyunca sabit makineler kurmak, böylece yükü kablolarla ve bu makineler aracılığıyla çekmek gerektiği fikrini ortaya attı. 1813'te Brunton daha da saçma bir fikri, tekerleği bir yana atıp lokomotife atınki gibi ayaklar takılması gerektiğini savunmaya koyuldu. İşin garibi bunları dinleyenler hatta taraftar olanlar da çıktı.

Sonunda havadan sözler etmektense rayda kayma işinin ne olduğunu anlamak için deneyler yapmayı düşünen biri ortaya çıktı: Bu Wylam maden ocaklarında mühendis olan William Hedley idi. Lokomotife belli bir ağırlık verildiğinde tekerleğin raya yapıştığını ve kayma yapmadığını gözlemledi. Bunun üzerine Hedley, bütün ağırlığın yük çekmeye harcanması için çift dingilli bir lokomotif inşa ederek, bu aracın ağır yük taşımaya elverişli olduğunu ispatladı.

Hedley'in lokomotifinin Wylam'da, Blenkinsop'unki Middleton'da başarıyla işleyince yeni yük taşıma aracı dikkati çekmeye başladı. Makineyi görmek için koşanlardan çoğu mühendis ve teknisyenlerdi Bunlardan biri de Killing-worth taşkömürü ocaklarında teknisyen olan Stephenson idi.

Wylam'da 9 Haziran 1781'de doğan George Stephenson'un çocukluğu yoksulluk içinde geçmişti, önce çobanlık yapmış yedi ile on bir yaşları arasında, tarım işçisi olmuştu. Bir süre sonra da babasının çalıştığı maden ocağına kazancı olarak girdi. Görevi, başka birkaç işçiyle birlikte ocağa kömür atmaktan başka bir şey değildi. Buharlı makineye karşı büyük ilgi duymuş ve işleyişini incelemişti. Bu arada aracın değerini takdir etmekle kalmayıp kusurlarını bulmuş, bunları gidermenin çarelerini araştırmaya koyulmuştu, işte çalışmaları bu safhaya vardığında bu konuyla ilgili bilgisinin çok yetersiz olduğunu anladı.

Sıfırdan başlaması ve çok şey öğrenmesi gerektiğini itiraf etmek cahil kişilerde büyük bir zekâ belirtisidir. Bu tekniğin temeli olan bilimi iyice incelemeden ve sindirmeden en o ıfoV Kir teknik aelisme yöntemi ya da bir yenilik ileri sürmenin doğru olmayacağını düşünmesi mucit için takdire değer bir davranıştır.

Stephenson 18 yaşında okuma "yazma öğrenmeye koyuldu. Sonra da gece kurslarına yazılarak matematik, fizik ve mekanik öğrenmeye başladı. Böylece kendi kendini yetiştiren mucitlerin en önemlilerinden birisi oldu. Halk diliyle yazılmış birkaç bilim kitabı okuyup bir konu hakkında az çok bilgi edindiler mi bilgiçlik taslayan insanlara günümüzde de rastlarız.

Stephenson da bu kuralın dışında kalmadı, ama çok zeki bir insan olduğundan Newton mekaniğini yıkmaya varan tasarıları hakkında hayallere kapılmadan önce, yıkmayı kurduğu mekaniği köklü bir şekilde bilmesi gerektiğini anladı. Hemen oğlunun okul kitaplarına sarıldı. Onu, kendisi gibi cahil kalmaması için koleje göndermişti. Kendisi de onun aracılığıyla kolej derslerini izlemeye koyuldu. Newcastle'daki Felsefe ve Edebiyat Derneğinin seminerlerine de katılıyordu. 1820'den başlayarak Edinburg Üniversitesine giden oğlunun teşvikiyle de onunla birlikte üniversitenin kurslarını izlemeye koyuldu.

Bilimsel eğitimi, teknik yeteneklerinin düzeyine yükseldikçe mucit dehası meydana çıkmakta ve şeflerinin dikkatini çekmekteydi. O kadar ki, 1814'te Hedley'in makinesiyle ilgilenip bir benzerini Killingworth'da imal etmeyi önerdiğinde, madende artık bir işçiden çok bir mühendis olarak çalışmaktaydı. Stephenson ilk lokomotifini aynı yıl imal etti. Bu, 4 tekerleğin üzerinde monte edilmiş yatay duran bir silindirdi, iki yanında, bir manivela aracılığıyla tekerlekleri çeviren pistonların işleticisi iki ufak silindir daha bulunmaktaydı.

1816'da Stephenson bu prototipi geliştirdi. Tekerleklerin uyumlu gidişini sağlamak için bunları, birleştirici bir devrim koluna bağladı ve ocağın çekimini artırmak için silindirden çıkan buharın bir bacayla dışarıya atılmasını sağladı. 1817'de yeni bir model sundu. Bunda kazan, bir basmatulumba aracılığıyla sürekli olarak su almaktaydı. 70 ton yükle dolu vagonları 8-10 km. hızla götüren bu son lokomotif Killing-worth demiryolunda on yıl hizmet gördü. Bu başarı Stephenson'un madenden ayrılıp bir lokomotif fabrikası kurmasına yetecek kadar büyüktü ve mucit 1822'de Newcastle'da fabrika açtı.

İlk önemli siparişini 1825'te aldı: Newcastle'ın güneyinde, birbirinden 39 km. uzakta bulunan Stockton-Darlington şehirleri arasındaki demiryolu için üç lokomotif... Hat büyük bir törenle açıldı. 90 ton yük alıp saatte 20 km. hızla gidecek olan lokomotife 'resmi zevatı' ve müzikçileri taşıması için bir de vagon bağlandı. İlk yolcu treniydi bu.

Tekerleğin İcadı,tekerleği kim buldu,icadlar,tekerlek

Tekerlek

Tabiatta hiç bir örneğine rastlanmadığı halde, bize son derece doğal gelen ve modern tekniğin ekseni olacak kadar önemli bir icadı, tekerleği de Güneybatı Asya'ya borçluyuz.

Elimize, tekerleğin hangi tarihte icat edildiğini gösterecek hiç bir belge geçmemiştir. Ancak bu aracın günümüze en eski çağlardan geldiği de kesindir. Amerikalı arkeolog Speiser, Gawra'da, M.Ö. 3.000-2.500 yıllarının kalıntılarında tekerleğe rastlanmış; İngiliz meslektaşı Woolley de Ur'da, M.Ö. 2.950 yıllarından kalma mezardan bir tekerlek çıkarmıştı. Ne gibi bir ihtiyacın bu icada yol açtığı kesinlikle bilinmiyor. General Frugier'nin ilginç ve inandırıcı varsayımına göre; Yontma Taş Çağı'ndan başlayarak insan, avladığı hayvanı, kaya parçaları gibi bazı şeyleri taşıma ihtiyacını duymuştur. Bu soruna çare ararken, kesilmiş bir ağacın yuvarlandığını, böylece taşımayı kolaylaştırdığını fark eden insanlar yüklerini iki ağaç kütüğünün üzerine koymayı akıl ettiler. İngiliz tarihçisi Maccurdy'ye göre; tekerleğin atası, tomar denilen silindir biçiminde durulmuş kağıt ya da deridir. Bu gelişmeyi kazılar da doğrulamaktadır. Yapılan kazılarda Sümer ülkelerinde, M.Ö. 3.000'den kalma kızaklar ve arabalar çıkartılmıştır.

Tekerleğin icadını hemen arabanın izlediği kesindir. Bir çift tekerleği dingille birleştirmek ve buna demirsiz bir saban oturtmak işten bile değildir. Gerçekten de, M.Ö. 3.000 yıllarının Sümer kalıntılarında rastlanan arabalar böyledir. Sürücüsü, iki tekerleğin arasına konmuş bir eyere, ata biner gibi otururdu. Bu taslak çabuk gelişerek dört tekerlekli bir araç oldu; fakat henüz ön tekerlekler sabitti.

Bu araca ilkin hangi hayvan koşulmuştu? Fransız arkeologu Georges Contenau'ya göre, yaban eşeği. O dönemde, bu bölgede at bilinmiyordu ve henüz sözünü etmediğimiz Türkler atı ehlileştirmişlerdir.

Ortaçağda önemli bir rol oynayacak olan bu ulus. Orta Asya, Doğu Sibirya ve Mançurya'da yaşamaktaydı. Henüz Yontma Taş Çağı'nda yaşayan bu göçebe halkın hayatı, Babil ve Mısır uygarlığının tam karşıtıydı. Ama onların buz gibi ve dümdüz steplerde uzanan ülkeleri. Yakın Doğu'nun güneşli ve serin vahasının da karşıtı değil miydi? Asyalı göçebe halkın hayatı, her çeşit yiyeceğe alışan bu yorulmaz hayvanın, atın sırtında geçiyordu. Onu gem'e alıştıran Türklerin Güneybatı Asya'ya akınları sonucunda, bu bölgede atı tanıdı, ilk uygarlıklar, insanlığın bu en soylu buluşunu, paha biçilmez armağanını onlardan aldılar.

Koşum kayışlarıyla arabaya bağlanan atla birlikte ilk savaş aracı da doğmuş oldu. Antik dünya, arabayı ve atları bu korkunç görünümüyle ilk defa tanıyordu. Sonra M.Ö. 2.000 yılında Mezopotamya'da görülen araba, giderek Sami ırkından Hiksosların akınıyla Mısır'a girince, Firavun'un ordusunda, 1917'de ilk müttefik tanklarının Alman askerleri üzerinde yarattığı paniğe benzer bir korku yarattı. Mısırlılar hayvan gücü olarak henüz öküz ve eşekten yararlanıyorlardı. Ancak tecrübeden çabuk ders almayı bildiler. istilâcıları ülkeden atar atmaz bu yeni savaş aracını kullanmaya başladılar. Öyle ki. Mısır tarihinin en parlak dönemi olan Yeni İmparatorluk'tan kalan belgeler, Firavun'u gelecek kuşaklara savaş arabasının üstünde, bir eliyle dizginleri tutar, ötekiyle de düşmanı yere serer biçimde gösterebilmiştir.

Bunu izleyen on yüzyıl boyunca, araba, savaş alanlarında fetih aracı olarak hizmet etti. Asurlular, M.Ö. 1.000 yıllarında bir sürücünün kullandığı, iki savaşçıyı çeken çift at koşulmuş arabaları sayesinde dünyaya egemen oldular. Asur'un ünlü kralları Surgon ve Assurbanipal birçok şehirleri, güçlü savaş makineleri halini alan arabalarıyla kuşattılar. Bu arabaların, tekerlekleri üzerine oturtulmuş ağır koçbaşlarıyla şehir kapılarına saldırdılar; savaşçılar kalkanlarının arkasına saklanarak kale duvarlarının üstüne yürüdüler. Ancak bu ağır "topçu gücü"nün yanı sıra yeni bir silahlı birlik daha meydana getirmişlerdi: Atlılar. Bir halı parçasının üzerinde oturan bu eyersiz ve üzengisiz Asur atlıları, İskender�in fetihlerine yol açan öncüler oldular.

Uçağın İcadı,uçağı kim icad etti,uçağı kim buldu,uçak

1900 yıllarına doğru, bir gün Orville Wright (Örvil Rayt), Ohio (Ohayo)' daki Dayton şehrinin kütüphanesinde bir kitap okumuştu. Bunda bir adamın motorsuz uçağa benzer bir araçla, yani kocaman bir uçurtma ile uçtuğundan söz ediliyordu. Orville Wright bu büyük başarıya hayran oldu, kendisi de uçmak istedi. Onun bu merakı, kardeşi Wilbur (Vilbur)'u da sardı. İki kardeş, uçak yapmak için çalışmaya başladılar. Wright kardeşler bisikletçilikle uğraşırlardı. Dükkânlarının içinde dolambaçlı bir tünel açtırdılar; bu tünelde oluşan rüzgârın kanatlar üzerinde nasıl etkiler yapacağını denemeye başladılar. Ayrıca uçurtmalar üzerinde de denemeler yaptılar. Artık hep bunlarla uğraşıyor ve yaptıkları uçak taslaklarını ilerletiyorlardı. En sonunda büyük bir uçurtma, yani motorsuz bir uçak yapmayı başardılar. Sonra bir de motor yaptılar. Bunları 1903 yılının 17 Aralık günü Kuzey Carolina (Karolayna)'da bir yere götürdüler. Burada motoru uçurtmaya yerleştirdiler, yani uçurtmayı uçak şekline soktular. İki kardeş bu uçakla ilk defa hangisinin uçacağını kura ile tayin ettiler. Kurayı Orville kazandı.

Çok soğuk ve güneşsiz bir gündü; kesici bir rüzgâr esiyordu; uçağın etrafındaki beş kişi ısınmak için kollarını açıp kapıyor ve yerlerinde sıçrıyorlardı. Fakat bu şiddetli soğuğa rağmen, Orviile uçağa fazla ağırlık yükletmemek için sırtına palto bile almadı. Saat onu tam beş geçe Orviile Wright uçağa bindi. Makine gürledi, aksırıp öksürdü ve uçak yükseldi; havada ileri gitti, yana kaydı; on iki saniye uçtuktan sonra 30-35 metre ileriye kondu. Olay, fevkalâde önemliydi ve medeniyet tarihinde bir dönüm noktası teşkil ediyordu. Yüzyılların rüyası, nihayet gerçekleşiyordu: İnsanlar, kendilerini toprağa bağlayan zincirleri kırmış, gökyüzünde uçmaya başlamışlardı.

Hayatımızı Değiştiren İcatlar

Yazı (M.Ö. 3500): Tarih kitaplarımızda yazının Sümerler tarafından bulunduğu yazar. Daha yenilikçi yaklaşımlar ise yazının aynı dönemde Mısır uygarlığı tarafından bulunduğunu, yani yazının dünyadaki iki farklı uygarlığın aynı zamanda bulduğu bir şey olduğunu söylüyor. Yazının bulunması, insanlık tarihinde bilgi adına atılmış ilk adımdır.

Takvim (M.Ö. 45): Takvimler astronomik olaylara göre ayarlanır. Evrende bizim için en önemli iki astronomik hadise de güneş ve ay olduğuna göre takvimlerimizi bunlara göre ayarlamamız son derece doğal. Bugün kullandığımız Gregoryen takvimin babasını, M.Ö. 45 yılında Sezar hazırlamış. Bu takvimin başlangıcı da Cleopatra ile ilk buluşmasıymış. Ancak bu takvim 128 yılda bir 1 gün atarmış. Bunu engelleyecek ince ayar 15 Kasım 1582'de yapılmış.

'HayatımızıPusula (206): Pusula, eski Çin hanedanlıklarından Qin'in bilim adamları tarafından keşfedilmiş. Çinli büyücüler, mıknatıs taşlarını fal bakarken kullanıyormuş. Sonunda birileri mıknatıs taşlarının belirli bir yönü gösterebildiğini fark etmiş ve ilk pusula böylece ortaya çıkmış. Ancak bu pusuladan çok, bir platformun üzerine bırakılmış bir kaşıkmış. Manyetize edilmiş bir iğnenin yuvarlak bir kutuya konması ise 850 ile 1050 arasında bir zamanda, yine Çin'de gerçekleşmiş. Pusula olmasaydı neler olurdu bir düşünsenize!

Matbaa (1439): Yazılı bilgiyi ucuz olarak kitlelere ulaştırmak mümkün olmasaydı Rönesans da olmazdı, Pazar sabahı tam sayfa çengel bulmaca çözme keyfi de. Matbaa için gerekli çabaları Johann Gutenberg göstermiş ama safça bir insan olduğundan sürekli kandırılmış. İlk basılan İncil de Bay Gutenberg tarafından değil, makinesine el koyan ortağının oğlu tarafından matbaaya gitmiş. Neyse ki kitaplarda hep Gutenberg'in ismi var da adamcağızın kemikleri sızlamıyor.

Mekanik saat (16. yy): Saati öğrenmenin tarihi kısmıyla ilgilenmeyelim, o kısım epey uzun. 1577'de dakikayı gösteren ilk saat yapılmış. Jost Burgi'nin amacı, astronomların kullanacağı bir yardımcı üretmekmiş.1656'da sarkaç icat edilmiş, bu da saatleri daha güvenilir hale getirmiş. Koluna saat takan ilk kişi ise Fransız matematikçi ve filozof Blaise Pascal. Yıllardan 1660. Saat kavramını standartlarına oturtan ise 1878'de Sir Sanford Fleming olmuş.

'HayatımızıMikroskop (16. yy): Lensler ve büyüteçler, Antik Yunan uygarlığında bile biliniyormuş. Ancak onlar bu lensleri yapmayı değil, sadece ortası kenarlarından daha geniş kristallerin etkilerini biliyormuş. 1590'da iki gözlük imalatçısı Zaccharis Janssen ve oğlu Hans, bir tüpün içine dizdikleri lenslerin yakındaki bir cismi 10 kat yakına getirdiklerini fark etmiş. 1700'lü yılların başında Anton van Leeuwenhoek, 270 kat büyüten bir mikroskop yapmış ve olaylar gelişmiş!

Teleskop (1608): Cam, M.Ö. 3500 gibi bulunmuş ama lens haline gelmesi için 5000 sene geçmesi gerekmiş. Hans Lippershey, ilk lensi 1600'lü yılların başında yapmış. Aslında doğruyu söyleyelim, mikroskopta da okuduğunuz gibi çok önceleri de lensler yapılıyormuş ama nedense tarihe adını o yazdırmış. Teleskop ise 1609'da, ünlü İtalyan bilim adamı Galileo Galilei tarafından icat edilmiş. Bu teleskop cisimleri 30 kat büyütebiliyormuş. Aynalarla ışığı toplayarak daha performanslı bir teleskobu bulan kişi ise 1704'de Isaac Newton olmuş.

Buhar motoru (1698): Buhar motoru, endüstri devriminin başlamasına, dünya için iyi, o dönemde yaşayan zavallılar için pek fena bir sürü olayın yaşanmasına sebep oldu. İlk kez hayvan gücü aşılıyordu ve insanlar çılgınca sürekli bu gücü kullanacakları yeni alanlar buldular. Bunun için 1968'de buhar motorunun patentini alan Thomas Newcomen'e teşekkür etme nezaketini gösterdiler mi bilemeyiz tabii.

Elektrik (1832): Elektrik, elektron akışıyla enerjinin transfer edilmesi sonucu oluşur. Elektriğin M.Ö. 600'lü yıllarda bilindiği, Antik Yunanistan'da kürklere amber sürülerek statik elektrik elde edildiği yazılır. Amberleri kürklere o kadar çok sürerlermiş ki gözle görülen elektrik akımları bile oluşurmuş. Elektrik denince akla Edison'un gelmesi ise kendisinin başarılı bir halkla ilişkilerci olmasından kaynaklanıyormuş sadece. Yoksa buluşta katkısı olan daha pek çok bilim adamı var. Elektrikli sandalyeyi de maalesef Edison bulmuş. Laboratuvar ortamında elektriği ilk kez elde edebilenler ise aynı yıl ayrı ayrı çalışmalarla Michael Faraday ve Joseph Henry.

Plastik (1862): İnsan yapımı ilk plastik, 1862'de Alexander Parkes tarafından İngiltere'de yapılmış. Selülozdan yapılan bu madde, ısıtılıp yumuşatılarak kalıba dökülüp soğuyunca, kalıbın şeklini alarak çıkıyormuş. Bundan önce buna benzer bilinen tek madde Charles Goodyear'ın bulduğu yollarla işlenen doğal kauçukmuş.

'HayatımızıRadyo (1895): Radyo, gelişimini iki buluşa borçlu: telefon ve telgraf. Bu ikisi olmasaymış radyo da olmazmış. 1860'ta İskoç fizikçi James Clerk Maxwell, radyo dalgalarının varlığını keşfetmiş. İtalyan mucit Guglielmo Marconi, 1895'te ilk kez bilinçli olarak radyo dalgaları gönderip almayı başarmış. Ancak bugün modern radyonun mucidi, bir takım yasal düzenlemeler sonucu Nikola Tesla sayılıyor.

Penisilin (1928): Penisilin'in tüm ekmeğini Alexander Fleming yese de küfün antibiyotik etkisini ilk olarak 1896'da Ernest Duchesne keşfetmişti.

Tabii bilimsel olarak; yoksa taa Mezopotamya'ya, Maya uygarlıklarına dönmemiz gerek. Yani besin zehirlenmelerinin en önemli sebebi olan stafilokok bakterilerinin, penicillium cinsi küfle öldürülebildiğini kayda geçiren kişi Alexander Fleming'dir. Penisilinin tıptaki hayati önemi, ilk kez II. Dünya savaşı sırasında kanıtlanmış.

Bilgisayar (1936): Kişisel bilgisayarı kim buldu diye sorarsak tek bir yanıt almamız biraz zor. Bilgisayar tek bir parçadan oluşmayan komplike bir makine ve haliyle üretimine sınırsız sayıda kişi katkıda bulunmuş. Bütün bu parçalar da ayrı birer icat olarak nitelenmeli belki de. Ancak ilk programlanabilir bilgisayar, Konrad Zuse tarafından üretilen Z1'dir. Yıllardan taa 1936. Ancak bu makinenin tarihini PC'ler için kullanmamız ne derece doğru bilemiyoruz. Aslında aramızda kalsın, hiç değil ama ne yapalım ki ilk örnek bu.

9.sinif edebiyat 1.dönem 1.yazili sorulari cevaplari

edebiyat öğretmenlerimiz tarafından hazırlanan yandaki resim şeklindeki dosyada siz sevgili öğrencilerimiz için lise 1 9.sınıf türk edebiyatı 1.dönem 1.yazılı soruları ve cevapları bu sene uygulanacak bir sınavın soruları ve cevaplarını sizlerle paylaşıyoruz. Buradan çalışarak yazılınıza da hazırlanabilirsiniz. Ekol hoca türk edebiyatı dersi lise 1 1.dönem 1.yazılı soruları ve cevapları nı yandaki resme tıklayarak resmi büyeterek yada farklı kaydet yoluyla indirip masaüstünde açmak ve zoom yapmak suretiyle takip edebilirsiniz. Herkese tüm sınavlarında başarılar...

Lys Matematik özdeşlikler çarpanlara ayirma

matematik dersleri ve testlerin den selamlar sevgili öğrenci arkadaşlarımız. Şimdi sizlere Sedat Öztürk hocamızın değerli anlatımlarıyla ygs lys 2011 özdeşlik çarpanlara ayırma denklemler ve eşitsizlikler konusu nun temel ve önemli bilgilerini aşağıdaki videomuzda bulabilirsiniz. Sizlere bu konuları test şeklinde sorudan konuya biçiminde anlatmaya çalışan hocamız adına başarılar diliyoruz.


Matematik 2 paraboller konusu anlatimi

matematik dersleri kapsamında mat-2 dersleri nin temellerini oluşturan parabollar ve grafik çizme konusu nu şimdi sizlere Sedat hocamızın anlatımlarıyla mat-2 kalitesiyle anlatacağız inşallah. Konuda, ekolhoca mız sizlere parabol nedir önemli parabol formülleri tepe noktası (r,k) nasıl bulunur ? x,y bileşenlerinden grafikte denklem bulma gibi birçok ayrıntıya yer vermeye çalışacağız. Hepinize başarılar diliyoruz.






İlgili Kelimeler: bedava, ekol hoca, izle, mat 2, online, ornek soru cozumleri, parabol, seyret, videolu konu anlatimi, yaprak testi

Özgün Toz,özgün,toz,özgün toz 2010,özgün toz yeni,özgünün yeni şarkısı,toz şarkısı,özgün toz şarkı sözler,toz şarkı sözleri



Uzanıp geçmişe tozlu sayfaları çevirdim
İçine aşk yazılmış sözlerin üstünü çizdim
Dokunur her sarı sayfa o benim olmadı asla
Anlamadan yazılmış bir roman oldu sevda
O benim olmadı olmasın
Unuturum adımı bile anmasa
Önemi yok o beni sormadı sormasın
Yolumu bulmadı kimse karışmasın
Dönüşü yok
Uzanıp geçmişe tozlu sayfaları çevirdim
İçine adı yazılmış sözlerin altını çizdim
Dokunur her sarı sayfa o beni bilmedi asla
Anlamadan okunmuş bir roman oldu sevda
O benim olmadı olmasın
Unuturum adımı bile anmasa
Önemi yok o beni sormadı sormasın
Yolumu bulmadı kimse karışmasın
Dönüşü yok

türkçe test çöz,sosyal bilgiler test çöz,matematik test çöz,fen ve teknoloji test çöz,türkçe online test çöz,matematik online test çöz,fen ve teknolo

Sanal Test Uygulamalarımız Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. Çözmek istediğiniz test gurubuna tıklayarak programı çalıştırabilirsiniz. Her sorunun dört seçeneği vardır. Doğru olduğunu bildiğiniz seçeneğin yanındaki küçük daireye tıklayarak, seçeneğinizi işaretleyiniz. Testleriniz bittiği zaman doğru, yanlış ve netlerinizi hesaplayabilir, kullandığınız sürenizi kontrol edebilirsiniz.
Hepinize başarılar dileriz.





TEST UYGULAMASI - 1




TEST UYGULAMASI - 2




türkçe test çöz,sosyal bilgiler test çöz,matematik test çöz,fen ve teknoloji test çöz,türkçe online test çöz,matematik online test çöz,fen ve teknoloji online test çöz,sosyal bilgiler online test çöz

Fonetik,Kök ve Ekler,Sözcük Bilgisi,Cümle Bilgisi,Türkçe Dil Bilgisi,ünlü düşmesi,edebiyat,ünlü düşmesi örnekleri

Ünlü düşmesi, ikinci hecesinde dar ünlü ( ı,i,u,ü ) bulunan kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıkları zaman ikinci heceye ait ünlünün düşmesi olayıdır.











Türkçe Dil Bilgisi








Kıtaların yüzey alanları hakkında bilgi,Kıtaların yüzey alanları,Kıtalar,Kıtaların yüzey alanları hakkında

Eski dünya karalarından birisi olan Afrika, 30 218 000 km² yüz ölçümü ile kıtalar arasında Asya ve Amerika'nın ardından üçüncü sırada gelir
Eski dünya kara kütlesinin bir parçası olan Asya 44 391 163 km²'lik yüz ölçümü ile dünyanın en büyük kıtasıdır
Antarktika12,4 milyon km²’lik yüzölçümüyle bu kıta neredeyse Afrika’nın yarısı büyüklüğündedir.
Avrupa'nın yüzölçümü 10.523.000 km2 dir
Kuzey Amerika,24.230.000 km2lik bir alan oluşturmaktadır.
Avustralya Yüzölçümü: toplam: 7.686.850 km²


Kıtaların yüzey alanları hakkında bilgi,Kıtaların yüzey alanları,Kıtalar,Kıtaların yüzey alanları hakkında


Sütçü İmam Ali,Sütçü İmam Ali kimdir?,Sütçü İmam Ali nin hayatı,Sütçü İmam Ali ne yapmıştır

Sütçü İmam, (asıl adı İmam , süt satarak geçimini sağladığı için "Sütçü" lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922). Uzunoluk semtinde süt satarak geçimini sağlayan, hem de fahri olarak bugünkü Çınarlı (eski Bektutiye) Camiinde imamlık yapan din adamı. Ayrıca milli mücadelede düşmana ilk kurşunu atmasıyla ün yapmıştır

Sütçü İmam Ali,Sütçü İmam Ali kimdir?,Sütçü İmam Ali nin hayatı,Sütçü İmam Ali ne yapmıştır

Buharlaşma ve kaynama nedir? Arasındaki farklar nelerdir?, Buharlaşma,kaynaşma,buharlaşma ve kaynaşma arasındaki fark

Kaynama, sıvının buhar basıncının dış basınca eşit olduğu duruma denir ve sıvı fokurdayarak buharlaşmaya başlar.

Buharlaşma, sıvının ısı alarak gaz hale dönüşmesine denir. Her sıcaklıkta buharlaşma olur fakat yalnızca tek bir sıcaklıkta kaynama olur.

Buharlaşma ve kaynama nedir? Arasındaki farklar nelerdir?,Buharlaşma,kaynaşma,buharlaşma ve kaynaşma arasındaki fark

Dünyanın yedi harikası,Dünyanın yedi harikası hakkında bilgi,Dünyanın yedi harikası hakkında,Dünyanın yedi harikası nelerdir

Dünyanın Yedi Harikası
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Dünyanın yedi harikası (ya da Antik dönemin yedi harikası), ilk olarak M.Ö. 5. yüzyılda tarihçi Heredot tarafından ortaya atılan bir fikirdir ve M.Ö. 4. yüzyılda Sidon'lu Antipatros tarafından ilk olarak "Dünya'nın yedi harikası üzerine" (Περὶ τῶν Ἑπτὰ Θεαμάτων) adlı eserle oluşturulmuştur. Günümüzde geçerli kabul ettiğimiz 7 harika listesi, M.Ö. 2. yüzyılda son şeklini almıştır.

Dünyanın Yedi Harikası
  • Keops Piramidi
  • Babil'in Asma Bahçeleri
  • Zeus Heykeli
  • Artemis Tapınağı
  • Mausoleum
  • Rodos Heykeli
  • İskenderiye Feneri
En eskiden en yeniye kronolojik olarak harikalar:

1. Keops Piramidi
Keops (Khufu) Piramidi

Sanıldığının aksine Giza Piramitleri'nin üçü de dünyanın yedi harikası listesine dahil değildir. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girmiştir. Keops Piramidi, 4. Hanedanlık zamanında M.Ö. 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Yapımının 20 yılı aştığı sanılmaktadır. Piramit yapıldığında 145,75 m. yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüzyıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir. Keops Piramidi ilk inşa edilen olmasına rağmen dünyanın yedi harikası arasında günümüzde ayakta duran tek yapıdır.

2. Babil'in Asma Bahçeleri
Babil'in asma bahçeleri

Çorak Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik hayvanların bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabo'nun 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu."
Milattan önce 7. yüzyılda Babilonya kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır. Söylentiye göre Mezopotamyanın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.)
Babil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçelerine ait olduğu düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır.

3. Zeus Heykeli
Olimpia'daki Zeus Heykeli

Zeus Heykeli M.Ö. 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı Zeus için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, bir tahta iskelet üzerine altın, fildişi ve metal parçalar yerleştirilerek Partenon'un içinde yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5 m. genişliğinde ve 1 m. yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 13 m. yüksekliğindeydi. Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak değerlendirilip sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Heykel, zengin Yunanlılar tarafından Constantinople’ye taşınmıştı ve 462 yılındaki büyük yangında yok olana dek orada kaldı. Bugün temelleri, birkaç yıkılmış kolon ve enkaz tüm kalıntılarıdır.

4. Artemis Tapınağı
Efes'de Artemis Tapınağı


Artemis Tapınağı'nın temelleri milattan önce 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen yapılmıştır. Tamamiyle mermerden oluşuyordu. Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmıştı ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M.Ö. 21 Temmuz356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunanlı tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat, bu reddedilmiştir.

5. Mausoleum
Bodrum'daki Mausoleum

Mausoleum, Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi Artemisia tarafından yaptırılmış bir mezardır. Bodrum (Halicarnassus) civarında yapılmış ve yapımı M.Ö. 350'de kralın ölümünden üç yıl sonra tamamlanmıştır. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunmaktaydı. Altınla süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası podyumun üstünde bulunuyordu ve İyonya tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört savaş atıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Mausoleum’un toplam yüksekliği 45 m. idi. Mausoleum’un dört tarafındaki dört heykelin her birini ayrı bir heykeltıraş yapmıştır. Bu heykeller, tanrıların değil de insanların ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel yer tutarlar. 16 yüzyıl boyunca Mausoleum iyi bir durumda korundu. 15. yy.da Haçlı Seferleri sırasında St. John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak bilinen kaleyi yaptılar. Kalenin yapımında Mausoleum’un nerdeyse bütün taşları kullanılmıştır. Kale duvarları arasında mezara ait mermer taşlar görülmektedir.

6. Rodos Heykeli
Rodos Heykeli

32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenmiş bronzdan yapılmış bir heykeldir. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı Helios'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başarmıştır. Bunun en büyük sebebi, devasa bir heykel olmasının yanısıra Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin simgesi olması idi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl sürmüş ve heykel M.Ö. 282 yılında bitirilmiştir. Liman girişinde bulunan heykel M.Ö. 226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u istila ettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar. Söylentiye göre bütün parçaları Suriye’ye 900 devenin sırtında taşınmıştır.

7. İskenderiye Feneri
İskenderiye Feneri

Tehlikeli kıyı şeridi boyunca gemicileri yönlendirmek amacı ile İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında yapılmıştır. Proje Büyük İskender'in komutanları Ptolemy Soter zamanında M.Ö 290 yılları sonunda başlamış, ölümünden sonra oğlunun hükümdarlığı zamanında bitirilmiştir. Şehrin batı limanında bulunan fener yaklaşık 166 m. yüksekliğindedir. Sadece harikaların değil bugüne kadar yapılmış fenerlerin de en yükseğidir. Gemicilik için güvenli bir ortam sağlamak isteyen Yunanlı tüccar Sostratus tarafından finanse edilmiştir. Fener’in en gizemli yanı, gündüzleri bile güneş ışığını denize yansıtmak amacı ile tasarlanmış cilalı bronz aynalarıydı. Geceleri ise aynaların önünde ateşler yakılıyor, böylece aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km. mesafeden görülebiliyordu. Yapı bir dizi depreme kadar bozulmadan kaldı. Fakat depremler ve doğal şartlar sonunda çöktü. Üst kısmı 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde çöktü. En sonunda 1480 yılında Memlük Sultanı Kait-bay tarafından fenerin olduğu yere yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkıldı.


Dünyanın yedi harikası,Dünyanın yedi harikası hakkında bilgi,Dünyanın yedi harikası hakkında,Dünyanın yedi harikası nelerdir

Edebiyatta gelenek nedir?,Edebiyat,gelenek

Gelenek:

Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar.

Sosyal bilimlerde gelenek
Gelenek kavramına sosyal bilimlerin farklı alt disiplinlerinin yaklaşımları ile geleneksel toplumların yükledikleri anlamlar arasında hem benzerlikler hem de farklılıklar bulunur. Sosyal bilimler geleneğe toplumların yaşadıkları coğrafya, iklim vb. gibi dışsal koşullara uyum sağlamak amacıyla türetilmiş, beşeri kaynaklı "inşa"lar, "icat"lar olarak bakarken geleneksel toplumlar kendi geleneklerinin kaynağını mitsel atalar, kahramanlar ve Tanrı gibi kutsalda görürler. Sosyal bilimlerde daha fenomenolojik bir yaklaşımla gelenekleri salt işlevsel özellikleri yönüyle görüp kökenlerini bu işleve bağlayan açıklamaların yanısıra gelenekleri belirli bir anlam bütünlüğünü yansıtan fenomenler olarak değerlendiren yazarlar da vardır. Her ne kadar bu yazarlar da geleneğin kaynağını kutsalda görmemekteyseler de onun sadece işlevsel boyutuna indirgenemeyeceğini iddia etmişlerdir. (bkz. Claude Levi Strauss)Özellikle Avrupa'da aydınlanma çağı sonunda gelişen Tarih anlayışı ve Tarihselcilik perspektifi geçmişe ilişkin (ve günümüzdeki de) her düşünce, anlayış ve tavrın kaynağını dönemin diğer olgularının bütünselliği içinde aramak yönünde bir eğilimin gelişmesine yol açmıştır. Aydınlanmanın kaynağı evrimci görüşe kadar giden ilerlemeci tarih perspektifini de meşrulaştıran bu perspektif sosyal bilimlerde hakim görüş olarak varlığını sürdürmektedir.


Gelenek üç bağlamda ele alınabilir. ilki geçmiş yaşam biçimlerinin içinde yaşanılan ana taşıdıkları maddi ve manevi değerler bütünüdür. bu sosyolojik anlamda en fazla rağbet gören izahtır. beşeri düzlemde toplumu tüm dinamikleri ile inşaa eden güçtür.

ikincisi ise geleneğin özünü teşkil ettiği ifade edilen kutsalla olan münasebetten dolayı geleneğin zengin ve kutsi değerler ihtiva eden köklü yanıdır ki, bu anlamda gelenek ilkinden farklı olarak hem fenomenolojik hem de ilahi bir yön taşır. bu sosyolojik ve beşeri anlamından çok daha farklıdır.

üçüncüsü ise geleneğin postmodernist yaklaşımlarla ele alınmasından kaynaklanan aletsel, işlevsel yani kullanıma açık madde yönüdür. bu anlamıyla gelenek bir anlamlar rezervidir. kendisinden her bakımdan istifadeye açık bir hinterlandtır. bahsettiğimiz yönü geleneğin dışsal-formel yönüdür ki sanat ve edebiyata teseri eden bir başka cephe de budur.

Tradisyonalist Ekolde Gelenek Anlayışı
Geleneğe (tradisyona) dair söylenecek sözlerin başında yer alması gereken belki de en önemli ifade, onun aşkınlığıdır (transandantal). Zaten geleneğin bir realite veya ifade olarak ortaya konulması durumunda karşısına oturtulacak kavram olan modernizmin de en mühim sorunsalı onda aşkın bir ilkenin bulunmamasıdır. J. Evola’dan alıntılayarak şunu söyleyebiliriz ki bu yönüyle modernizm sadece ama sadece aşkın ilkeden sapmanın kendisi ve neticesidir. Ki bu durumda moderni geleneğin (tradisyonun) mefhum-u muhalifi addetmek bizce makbul ve meşrudur.

Bu durumda ayrıca geleneğin bir tarifini yapmak acaba çok da gerekli midir? Açıkçası biz onu modernlerin ölçemediği belli bir tanımlama ile sınırlamak ya da belli bir çerçeveyle tasnif etmek istemiyoruz ama bu tutumumuz onun tanımsızlığından değil, modern insanın onu oluşturan ilkelere ve bu ilkelerin aşkınlığına ne denli uzak ve soğuk duruyor olması gerçekliğinden ötürüdür. Bu ise hiç de öyle sanıldığı gibi kolayca aşılacak bir mesele değildir: çünkü modern insan kendine ait bireysel tahakkuk sürecini modernitenin çizdiği çerçeve içerisinde toplumsal ya da çevresel –ve genel manasıyla tarihsel- dayatmaların içinde başlatmış ve tüm algı ve yargısını yine aynı çerçevenin hudutları dahilinde oluşturmak suretiyle kendini hakiki değerlerine yabancı ve neredeyse düşman haline getirmiştir. Bu durum elbette bireysellik ve bireycilik ayrımına da dayanan ilkelerden kopuşun ifadesidir. Öyle ki kişinin kendini ifade edişi olarak toplumsal konumlanışı ve kendindeki hakikati yaşayışı olarak da bireysel tekamülü, hayatın ona sunduğu realitede olgunlaşmanın dışına taşarak –yani tahakkunu reddederek- egonun alanında tamamen belirsizliğe saplanmıştır. Bunun ilkelerden kopuşla alakası ise insanın içkin ve aşkın bilgiden kendini mahrum edişinden başka bir şey değildir. Modern insan için tek bir bilgi vardır o da kudsiyeti reddeden profan bilimin basit ve düzeysiz çıkarımlarıdır ki bilgisi eşyanın varoluşundan ibaret olan aklın yarattığı değerler de doğal olarak oluşların kendisiyle sınırlıdır. Bugün maneviyat ve hikmet üstüne düşünen herkesin Descartes’ın cogito’suna bir anlam verememesi de buna dayanmaktadır.

Tüm eşyayı ilkelerden ayrı olarak incelerseniz size kalan sınırlı ve dar bir hissiyatın sanrılarıdır ki geniş ve derin bir perspektifle profan aklın ötesinde metafizik boyuta dair bir müşahede olmaksızın bunlarla yetinmek kişiyi hakikatten perdeler. Zaten dediğimiz gibi geleneğin ifade edilişinde yaşanan zorluğun temelinde yatan da budur: modern insanın hakikate dair fikriyatının salt hissiyat –beş duyu algısı- ile sınırlandırılmış olması sorunu. Bu ise Platon’un mağara metaforuyla anlattığı halin kısırdöngüsüdür. Yaşadığımız evrende çevremizi kuşatan ve gerçek diye algıladıklarımızın esasen hakikatin birer gölgesi olabileceği ve bu gölgelerin oluşması için hakikatten öte bir ışığın varlığı anlaşılamamaktadır. Doğal olarak gölgenin ve yansımanın olduğu mekanın kaynağına dair hiçbir şey söylen(e)meyerek her şey bir hiçmişçesine unutturulmaktadır. Teknolojik devrimlerdeki zorunlu sürekliliğin kaynağı da zaten bu unutma/unutturma uğraşısıdır: Tüm meşguliyetlerini ilahi ya da aşkın olana rabıta ederek yapan geleneksel insanın tersine modern insan rabıtasız yürüttüğü meşguliyetlerini en kısa bir zaman diliminde tamamlayıp kendini egonun tatminsizliğine terk etmektedir. Konfor, rahatlık ve eğlence -ve bunlara dönük olarak ya da bunlar için zaman yaratacak olan- ve sürekli yenilenen teknoloji, modernizm için bu nedenle olmazsa olmazdır. Toplumsal boyutta da yine aynı şekilde terennüm eden eşitlik, hümanizm ve demokrasi talebi yine aynı gerekçelerle modernitenin prensiplerini belirlemektedir.

Şimdi tüm bu tespitlerden sonra kısaca geleneğin ne olduğunu söyleyebiliriz: Bizce gelenek (tradisyon) aşkın -yani beşer-üstü ve ilahi olan- hakikatin, ilkelerin ve onların ortaya koyduğu tüm doktrin, bilgi ve realitenin kapsayıcı ifadesidir. Salt bu tanımlama aslında geleneğin profan akılca kavranamayacağının da en basit bir delilidir. Bununla birlikte ona dair ortaya konulan bir çok gereksiz ifadenin de kaynağına bir gönderme yapar; bu durum elbette geleneğin aşkınlığıdır ki bugün onun beşer-üstü oluşu adeta görmezden gelinircesine hurafe ya da adet de diyebileceğimiz bir çok saçmalık, topluma ait –uzun ya da kısa- tarihi bir geçmişi olan her tür uygulama ve tavır gelenek olarak isimlendirilmektedir. Bunun altında geleneksel formları, yaşadığı çağın gerekliliklerine adapte etmek gibi halis ve iyi niyetler olabileceği gibi bu formların beşer-üstü doğasını idraksizlikten kaynaklanan ve dejenerasyonun da alameti olan bilgisizlik kökenli kötü niyetler de olabilmektedir.

Tüm bunlarla beraber asli düşüş gerçekliği önünde mevzu bahis “sapma” hakkında bazı şeyler söylemek gerekiyor çünkü içinde yaşadığımız zaman açısından geleneği anlamlandırabilmemiz için geleneğin ne olmadığını da çok iyi anlamak şarttır.

Modernizmin ortaya çıkışına sebep olan da tam olarak akıl ve onun işlevinin yanlış değerlendirilmesidir. Ya da daha net olarak söylersek, aklın bütüncül işlevinin inkar edilmesi suretiyle potansiyelinin madde ile sınırlandırılmasıdır. Ki zaten modernlerin anladığı akıl ile tradisyonalistlerin anladığı akıl arasındaki fark da yine buna dayanmaktadır.

Geleneksel düşünce aklı, müdrike/entelekt olarak değerlendirir ki bu bilfiil olanın bilkuvve ile bilinçte birliğine tekabül eder; değerlendirme için ölçüt asla bilgi değil ama içsel idraktir. Bilgi ise aşkın tezahürün sadece bir imgesi ve yani tek başına hiçbir itibarı olmayan, insan ile kamilleşen bir işarettir.

Profan akıl ise (rasyonalite) yalnız bilfiil olanı kavrayabilir ve bu nedenle şeylerin yani oluşların sebeplerini değil neticelerini, ortaya çıkışlarını değerlendirir. Onun için eşyanın aslı ve ilkesi önemsizdir çünkü bilgi varlıktan tamamen bağımsız ve ikincildir. Varlığın kendisi değil ona dair olandır. Zaten bu sebeple denilmiştir ki Descartes’tan sonra felsefenin ana sapması, varoluşun madde-ruh ikiliğine düşürülmesidir. –Ki bunun da nedeni rasyonalitenin bütünleyici değil analizci olmasıdır ve bu analizci perspektif bugün modern bilimlerin tamamında hakimdir.-

Esasta tüm değerlerin yaratıcısı ilkelerdir, akıl ise ancak bu değerlerin biçimlendiricisidir; gelenek burada –ister bilginin kendisi olsun, ister bireysel tahakkuk olsun, ister toplumsal yapılanış olsun- varoluşu bu mutlak, değişmez, saltık haldeki aşkın olan ilkelere uyumlu olarak tespit eder ve sürdürür. Onu beşeri hükümlerin kurbanı yapmaz, varoluşun çok katmanlı boyutsal derinliğindeki aşkın birliğini görür ve bu birliğin ahengi uğruna tüm tezatlıkları reddeder. Bu asla varoluşta ruh-madde, tarihsel olan ve tarihsel olmayan vs. ikilikler yaratmak demek değildir. Geleneğin kendisi ikiliksizdir. Geleneksel anlayışta varlık ve bilgi bir ve aynı şeylerdir; ruh ve madde ya da tarihsel olan ve olmayan aynıdır, eşdeğerdir.

Bu açıdan oluşlara bakıldığı takdirde zaten geleneğin ne olduğu da ne olmadığı da anlaşılacaktır.

Açıkçası bununla ilgili fazla söze de gerek görmüyoruz. Biz burada elbette geleneğe dair çok fazla bir şey söyleme imkanına da sahip değiliz, belki zaman içerisinde birbirini tamamlar tarzda ve genel perspektifin ortaya konulması babında ilaveler yapılabilir. Ancak maksadımız zaten çeşitli kişi ve kaynaklarca da incelenen ve hakkında bir şeyler söylenmiş ve söylenecek olan bir konuya daha güncel bir ifade ile yaklaşmaktı.

Bunun haricinde geleneğin tüm detaylarını ele alıp incelemek belki bizi aşan ve pek de ihtiyaç duymadığımız bir tavır olur. Hasılında eşyayı tanımak için bütün eşyayı inceleme fikrine sahip değiliz ya da eşyayı komple analiz etme ihtiyacını da duymuyoruz. Zaten “zerre küllün aynasıdır” ifadesinde de işaret edildiği gibi her şeye yalnızca doğru perspektiften bakabilmek her şey için yeterlidir. Ki bu kişiye aşkın birliğin derin hissedişlerinde varoluşu tanıma imkanı verecektir. Bu yazıda da gelenek ilke düzeyinde de olsa okuyucuya kendini ifşa etmektedir; okuyucudan onu dışsal bir bilgi saymak yerine kendindeki yansımalarını aramak ise belki tek beklentimizdir.