Buğday nerede yetişir?

TAHILLAR
Ekili-dikili alanlar içinde en geniş alanı olan, en çok yetiştirilen ürünler tahıllarıdır.Topraklarımızın %70’i tahıl tarımına ayrılmıştır.
UYARI:Tahıl ekim alanlarının geniş olmasının temel nedeni:Ülkemizin büyük bölümünde yaz kuraklığı yaşanması ve yeterince sulama yapılmamasıdır.
A-BUĞDAY:Büyüme döneminde nem, olgunlaşma döneminde sıcak ve kurak iklim ister.Bu nedenle Her mevsim yağışlı olan Karadeniz kıyılarında ve Doğu Anadolu’nun düşük sıcaklığa sahip yüksek yerlerinde üretimi yapılamaz.
*Doğu Anadolu’da yazlar kısa sürdüğü için yazlık , diğer bölgelerde kışlık ekim yapılır.
*Üretimde İç Anadolu, Marmara, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu
Not: 1950 yılından sonra tahıl üretiminde artış meydana gelmesinin nedeni tarımda makineleşmedir
Not: İhraç ürünlerimiz içinde yer almamasının nedeni nüfusumuzun fazla olmasıdır

B-ARPA:Tahıl üretiminde 2. sırada yer alır.Buğdayın ekildiği her yerde ekilir. Yetişme ve olgunlaşma dönemi buğdaydan kısadır.
*İç Anadolu ve Doğu Anadolu en fazla buğday üreten bölgelerdir.
Not: Sıcağa ve soğuğa, buğdaya göre daha dayanıklı olduğu için Doğu Anadolu’nun yüksek kesimlerinde de üretilir
Not: Hayvan yemi ve bira sanayinde kullanıldığı için üretimi yaygınlaşmıştır
Not: Her mevsimi yağışlı Karadenizin kıyı kesiminde yetişmez
Not: Orta Doğu ülkeleri ile bira sanayi gelişmiş ülkelere ihraç edilir
C-MISIR:Fazla su ve sıcaklık ister. Karadeniz Bölgesinde her mevsim yağışlı olduğu için sulamadan doğal yetişir.
*Ülkemizde en fazla Akdeniz ve Karadeniz’de yetişir.daha sonra Marmara ve Ege’de yetiştirilir.İç bölgelerde üretimi az ve sulanabilen alanlarda yetişir
*Karadeniz Bölgesinde buğdayın yerini mısır almıştır
Not: Karadeniz Bölgesi’nde mısır üretimi fazla olmasına rağmen bölge ticaretinde önemli olmamasının nedeni, Halkın temel besin kaynağı olmasından dolayı üretilenin bölge içinde tüketilmesidir
Not:Mısırdan yemeklik yağ üretilmeye başlandıktan sonra üretimi yaygınlaşmıştır.
D-PİRİNÇ: Sıcak ve nemli bir iklim ister Yetişmek için en fazla suya ihtiyaç duyan tahıldır.Daha çok akarsu vadi tabanlarındaki düzlüklerde yetişir
*Karadeniz(orta ve Batı Karadeniz), Marmara (Ergene),Akdeniz(Amik Ovası) yetiştirilir.
Not:Ülkemizde ekim alanı geniş olmasına rağmen ekim alanları dar ve dağınıktır.Nedeni Ekiminin devlet kontrolünde olmasıdır (sıtma hastalığına neden olan sivri sineklerin üreme alanı olduğu için
E-ÇAVDAR ve YULAF:verimi düşük topraklarda yetiştirilebilir.Düşük sıcaklığa dayanıklıdır.Hayvan yemi ve alkol sanayinde kullanılır.
2-BAKLAGİLLER
*Olgunlaşma döneminde sıcaklık ve az nem ister.
Not:Toprağı azot bakımından zenginleştirdiği için diğer bitkilerle dönüşümlü ekilir.Üretim dünya ortalamasının üzerindedir
A-MERCİMEK:Nem ihtiyacı çok azdır.En çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde yetişir.2. sırada İç Anadolu yer alır
B-NOHUT: İç Anadolu,Akdeniz, İç Batı Anadolu, Güneydoğu Anadolu’da yetiştirilir
C-FASULYE: Üretimi sulama ve neme bağlıdır. İç Anadolu, Karadeniz, Akdeniz
D-BAKLA: Seracılığın gelişmesine bağlı olarak Akdeniz ve Ege Bölgelerinde en fazla yetiştirilir
3-SANAYİ BİTKİLERİ:
Endüstride hammadde olarak kullanılan tarım ürünleridir(gıda, ilaç, kağıt, dokuma,kimya vb.)
*Tahıllardan sonra ekim alanı en geniş olan bitkilerdir.
*Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sınırlı bölgeleri hariç her bölgemizde yaygın ekim alanları vardır.
Not:Türkiye’de sanayinin gelişmesiyle son yıllarda sanayi bitkileri ekim alanları ve türleri artmıştır.

A-TÜTÜN:Sigara sanayinin hammaddesidir.Kıraç arazide iyi yetişir.Çimlenme ve büyüme döneminde bol su, olgunlaşma döneminde sıcak ve güneşli iklim ister.Kumlu, hafif eğimli, geçirgen toprak kalitesini artırır.
*Ege(%63),Karadeniz(%20), Marmara(%13) Bölgeleri üretimin büyük kısmını karşılar.
*Bunun dışında Bitlis, Siirt,Gaziantep ve Malatya’da üretilir.
*Türkiye tütün üretiminde dünyada altıncıdır.
UYARI:. Tütünde kaliteyi korumak amacıyla ekim alanı ve üretimi devlet kontrolünde yapılır.
UYARI:Devlet kontrolünde üretimi yapıldığı için üretimde dalgalanmalar olmaz
B-PAMUK:Dokuma sanayinin hammaddesidir.Çekirdeklerinden (Çiğit) yağ elde edilir
*Yaz mevsiminin sıcak ve kurak geçtiği sulama imkanlarının bulunduğu bölgelerde yetişir.
Not:İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun yüksek yerlerinde düşük sıcaklıktan dolayı pamuk tarımı yapılmaz.
Not: Karadeniz Bölgesi’nde yaz kuraklığı olmadığı için pamuk tarımı yapılamaz.
*En çok Ege(Büyük Menderes ovası), Akdeniz (Çukurova)Bölgelerinde yetişir.Ayrıca GDA,Marmara, Doğu Anadolu(Elazığ,Malatya,Iğdır) yetişir.
*İhracatta ilk sıralarda yer alır.
UYARI: GAP ile sulamanın artması pamuk üretim alanının genişlemesine ve üretim artışına neden olmuştur.
UYARI: Hasat döneminde pamuk ekim bölgeleri geçici göç alır.
C-ŞEKERPANCARI:Yetişme döneminde bol nem, olgunlaşma döneminde fazla yağış istemez.(Bu nedenle Doğu Karadeniz kıyılarında fazla yetişmez).Şekerpancarı tarımı büyük ölçüde insan emeğine dayanır.
*Şekerpancarı daha çok iç bölgelerimizde üretilir.İç Anadolu Üretimin yarıya yakınını karşılar.II.Karadeniz,III. Sırada Marmara Bölgesi yer alır.
*Sulama yetersizliğinden dolayı Güneydoğu Anadolu’da ekim alanı yaygın değildir.
UYARI:Kıyı bölgelerimizdeki ovalar ekonomik değeri yüksek tarım ürünlerine ayrıldığı için Şekerpancarı tarımı yapılmaz.
UYARI:Şekerpancarı hasattan sonra hemen işlenmesi gerektiği ve uzun mesafeler taşıma giderini artırdığı için ekim alanları şeker fabrikalarına yakındır.Bu nedenle şekerpancarının coğrafi dağılışı şeker fabrikalarının coğrafi dağılışına paralellik gösterir.
UYARI:Küspesi hayvan yemi olarak kullanıldığı için besi ve ahır hayvancılığı şeker fabrikaları çevresinde yoğunlaşmıştır.
D-HAŞHAŞ,KETEN ve KENEVİR(Kendir),ANASON:
*Haşhaş Tohumlarından elde edilen yağ yemeklik ve yağ sanayinde kullanılır.İlaç sanayinde kullanılır.
*Afyon,Burdur;Denizli,Isparta,Uşak,Kütahya,Konya’da yetiştirilir
UYARI:Her türlü toprak ve iklim şartlarında yetişmesine rağmen uyuşturucu yapımında kullanıldığı için ekimi devlet kontrolünde yapılır.
-Kenevir, halat, urgan ve çuval yapımında kullanılır
*Kastamonu,İzmir,Samsun,Urfa, Çorum ve Yozgat
*Taşköprü’de kenevir lifi işleme fabrikası vardır.Üretimde Karadeniz Bölgesi ilk sırada yer alır.
UYARI: Tohumlarından uyuşturucu elde edildiği için ekimi ve üretimi devlet kontrolünde yapılır.
-Keten: Lifleri dokumacılıkta, tohumları bezir yağı üretiminde kullanılır.
*Batı Karadeniz(Sinop-Kastamonu),Marmara (Kocaeli çevresi) nde en fazla üretilir.
UYARI: Ekimi devlet kontrolünde yapılır
-Anason:hamur işlerin et yemeklerinde kullanılır.Rakı sanayinin hammaddesidir.
*Burdur başta olmak üzere Denizli,Muğla,Antalya’da yetiştirilir.
4-YAĞ BİTKİLERİ
Zeytin,ayçiçeği,haşhaş,soya fasulyesi,keten-kenevir,Pamuk(çiğit,susam
A-AYÇİÇEĞİ:En önemli yağ bitkisidir.hayvan yemi ve çerez olarak kullanılır.Büyüme döneminde su, olgunlaşma döneminde bol güneş ister.
*Üretimde Marmara(Ergene Havzası) ilk sırada yer alır.Orta Karadeniz,İç Anadolu ve Ege’de yetiştirilir.
B-SOYA FASULYESİ:Yağ bitkisidir.Unu hayvan yemi olarak kullanılır.
Akdeniz(Çukurova)Ege, Orta ve Doğu Karadeniz.

C-YERFISTIĞI: Sıcak iklim bitkisidir.Yağ ve çerez bitkisidir.Üretimin %90’ını Akdeniz Bölgesi karşılar.
D-ZEYTİN:Kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak olan Akdeniz ikliminde yetişir.Bu nedenle don olayının görüldüğü iç bölgelerde yetişemez
*En çok üretim yapılan bölge Ege’dir(Edremit,Aydın).(yağ sanayi)
*Güney Marmara kıyılarında(Bursa-Gemlik( sofralık zeytin tarımı yapılır.
*Hatay,Gaziantep ve Doğu Karadeniz kıyılarında kış ışıklığından dolayı yetişir
Not:Ağacın özelliğinden dolayı üretimde yıllara göre dalgalanmalar olur.Bir yıl az bir yıl çok ürün verir.
UYARI:Doğal koşullar bakımından zeytin yetişmesine en elverişli bölge Akdeniz olmasına rağmen zeytin üretimi Ege ve Marmara’dan azdır.Akdeniz kıyılarının daha fazla gelir getiren tarım ürünlerine ayrılmış olmasıdır.

Marie Curie kimdir, hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?

Marie Curie


Marie Curie, Madam Curie olarak da bilinir. (Asıl adı Maria Skłodowska), (7 Kasım 1867 – 4 Temmuz 1934), Polonya asıllı Fransız fizikçi.
Radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalarla iki kez Nobel Ödülü kazanmıştır. Uranyumla yaptığı deneyler sonucu radyoaktiviteyi keşfetti. Toryumun rayoaktif özelliğini buldu ve Radyum elementini ayrıştırdı. 1903 Nobel Fizik ödülü, 1911 Nobel Kimya ödülü sahibi ve Radyoloji biliminin kurucusudur. Çalışmalarıyla bir çığır açan Curie, Nobel Ödülü'nü alan ilk kadın, bu ödülü iki kere alan ilk biliminsanı olmuştur.

Yaşamı

Polonya'nın Varşova kentinde doğan Marie Curie (doğduğunda adı Maria Skłodowska), ablası Brenya ile birlikte öğretmen anne-babanın eğitimi ile yetişti. Gençlik yıllarında Varşova, Rus yönetimi altındaydı. Siyasi aktifliği, Varşova'dan ayrılmasını gerektirdi. İlk olarak Kraków'a giden Maria orada istediği bilimsel eğitimi alamayacağını gördü. Ailesinin parasal desteğinin az olması sebebiyle Paris Sorbonne'da tıp eğitimi alan ablası Brenya'ya eğitiminde yardım etmeye karar verdi. Ablası da karşılığında matematik ve fizik eğitimi alması için yardım edecekti.
1891 yılında Paris'e ablasının yanına gitti. Küçük bir tavan arasında kötü koşullarda yaşayarak eğitimini sürdürdü. İki yılda sınıfının birincisi olarak fizik derecesi aldı. 1894 yılında ikinci derecesi olan matematiği de bitirdi. Bir sonraki hedefi ise öğretmenlik diploması alıp Varşova'ya dönmekti.
1894 yılında, kardeşi Jacques ile piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanıştı. 35 yaşındaki Pierre Curie, Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu laboratuvarının başkanıydı. Maria ve Pierre, ortak bilimsel ilgilerinin de katkısıyla birbirlerine bağlanıp, Temmuz 1895'te evlendiler. Bu tarihten itibaren Maria Skłodowska yerine Marie Curie adını aldı.
1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897'de, daha önce Henri Becquerel (okunuşu: Bekerel)'in duyurduğu, uranyum tuzlarının yaydığı, sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak ışın üzerine detaylı araştırmalara başladı. Fakat Eylül 1897'de ilk kızı Irene'in dünyaya gelmesi, çalışmalarına ara vermesine sebep oldu.
1898 başlarında çalışmalarına hız veren Marie toryumun da bu ışınları yaydığını farketti. Bu noktada eşi Pierre de kendi çalışmalarını bırakarak Marie'ye yardım etmeye başladı.
Bu arada Becquerel, iki farklı uranyum mineralinin daha aktif olduğunu keşfetti. Mineralleri çeşitli kimyasal işlemlerden geçirdikten sonra polonyum ve radyum elementlerini elde etti. Temmuz 1898'de Curie'ler yeni radyoaktif bir element olan ve uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını duyurdular. (İsmini Marie'nin vatanı Polonya'dan esinlenerek koydular). Eylül 1898'de Fransız kimyacı Eugene Demarçay'ın spektroskopi yöntemi ile tanımlanmasına yardım ettiği, doğal radyoaktif element radyumu duyurdular.
Marie, 1903 yılında doktorasını vererek Fransa'da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü'nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.
1904 yılında eşi Pierre Sorbonne'da öğretmenliğe başladı. Marie de Sevr'deki bir kızlar okulunda fizik öğretmenliği yapmaya başladı. Aynı yılın sonlarına doğru ikinci kızları Eve doğdu. O sıralar Marie ve Pierre,radyasyondan kaynaklanan rahatsızlıklar geçirmeye başladılar. Radyumun dokuya verdiği zarar, araştırmacılar tarafından kabul edilmeye başlanmıştı. Aynı zamanda, radyumun etkisinin kötü dokulara uygulanarak tedavide kullanılabileceği fikri de doğmaya başlamıştı. Amerikalı mucit Alexander Graham Bell, kanserin tedavisi için tümöre radyum verilmesini önermişti.


19 Nisan 1906'da Pierre Curie bir at arabasının çarpması sonucu öldü. İki çocuğu ile dul kalan Marie, kocasının Sorbonne'daki öğretmenlik görevini sürdürdü ve 1908'de Sorbonne'daki ilk kadın profesör oldu.

1911 yılında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldü. Böylece tarihte iki Nobel ödülüne sahip ilk kişi oldu. Yaptığı çalışma bir elementin radyoaktif işlemlerden sonra başka bir elemente dönüşebileceğini gösteriyordu. Bu kimya alanında yepyeni bir sayfaydı.
Bu başarılarının yanı sıra kişisel saldırılara maruz kaldı. İlk olarak tümü erkeklerden oluşan Fransız Bilim Akademisi bir oyla üyeliğini reddetti. Ardından, Paul Langevin ile arasında aşk ilişkisi olduğuna dair dedikodular yayılmaya başladı. Evli ve Pierre Curie'nin yakın dostu olan Paul Langevin ile Marie arasındaki bu dedikodu gazetelere Langevin skandalı olarak yansıdı ve Marie'nin ikinci Nobel Ödülünü alması bile arka plana atıldı. Langevin gazetenin baş editörünü halkın önünde yapılacak düelloya davet etti. Editörün silahını çekmemesi ile o zamanın anlayışıyla gülünçleşen olay, konunun kapanmasını sağladı.
Marie Curie, Aralık 1911'de Nobel ödülünü almak için Stokholm'e gitti. Buradaki konuşmasında, Pierre Curie'nin yardımlarını küçümsemediğini de belirterek, radyoaktivitenin atomun bir özelliği olduğu hipotezinin kendi çalışması olduğunu duyurdu. Fransa'ya geri dönen Marie Curie, çalkantılı geçen yılın etkisi ile depresyona girdi.
1914 yılında Paris Üniversitesi'nde Radyum Enstitüsü kuruldu ve Marie Curie ilk müdür olarak atandı. Hayatı boyunca radyumun tıptaki önemine dikkat çekti. I. Dünya Savaşı sırasında kızı Irene ile birlikte, genç kadınlara x ışını teknolojisini öğretti. Ayrıca fizik tedavi uzmanlarına savaş ortamında radyoloji ekipmanını nasıl kullanacaklarını gösterdiler. Bu esnada yüksek dozda radyokaktif ışına maruz kaldılar.
1920'li yıllarda bilime katkısını sürdürdü. Varşova'daki Radyum Enstitüsü'nün kurulmasında önemli rol oynadı. Başkan Herber Hoover'ın kendisine verdiği 50.000 dolar ödülle Varşova'da yeni kurulan laboratuvara radyum aldı.
1934 yılında Fransa'nın Savoy kentinde kan kanserinden öldü. Hastalığı, aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına bağlandı. Bu yüzden ona "bilim için ölen kadın." denildi. Radyokaktivite çalışmalarından dolayı, radyokativite birimine "curie" denilmektedir.Ayrıca o dönemlerde atomla ilgili çok şeyler bulmuştur.

Ödülleri
  • 1903 - Nobel Fizik Ödülü
  • 1903 - İngiliz Kraliyet Birliğinden Davy madalyası
  • 1911 - Nobel Kimya Ödülü
  • 1921 - Bilime katkılarından ötürü, Amerika'nın kadınları adına, başkan Warren Harding'ten 1 gram radyum

Kervansarayların yapımı ve işlenmesine önem verilmesinin sebepleri nelerdir?

Kervansaray kervanların ticâret yolları üzerindeki konak yeri.
Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, han adını alırdı.
İslamiyetin yayılış dönemlerinde askeri maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticari maksatla kullanıldı ve bu binalara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslam toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu'da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.
Uzaktan bakılınca bir kale gibi görünen, içlerine girildiği zaman kervan kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir teşkilata sahib olan bu binalar, Selçuklu sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani 30-40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı. Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında bir köprü vazifesini gören Anadolu toprakları üzerine, İkinci Kılıç Arslan, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci İzzeddin Keykavus ve Birinci Alaeddin Keykubad gibi iktisadi ve ticari hayatın önemini bilen Selçuklu sultanları; Antalya ve Sinop gibi giriş ve çıkış limanlarıyla önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde büyük kervansaraylar kurdular. Bu merkezlere yerleştirdikleri tüccarlara her türlü yardımda bulundular.
Anadolu'ya gelen yabancı tüccarlara da büyük kolaylıklar gösterdiler. Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve malları denizde batan tüccarların zararlarını devlet hazinesinden tazmin ederek, bir nevi devlet sigortası kurduları. Antalya ve Alanya'dan (Alaiyye) başlayıp Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan'a ulaşan doğu-batı istikametindeki yol üzerinde; Konya-Akşehir istikametinden İstanbul'a ve Batı Anadolu vadilerine ulaşan yol üzerinde; Konya, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Durağan, Sinop istikametindeki ve Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon, Samsun hattıyla Sinop'a ulaşan güney-kuzey ve Elbistan, Malatya, Diyarbakır üzerinden Irak'a giden yollar üzerinde pek çok kervansaray yaptırdılar.
Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan yol güzergahları, Osmanlılar zamanında değişti. Bunun sonucu olarak bazı yerler ticari merkez olma durumunu kaybettiler.
Zaten Ümit Burnu yolunun bulunması ile Hindistan'a ulaşan ticaret yolunun ağırlık merkezi de Atlas Okyanusuna kaymıştı. Anadolu'da ticaretin önemini kaybetmesi üzerine, Selçuklular zamanındaki kervan yolları da ıssızlaştı. Mesela Osmanlı Devletine başşehir olan İstanbul'u, Suriye ve Irak'a bağlayan yol, Konya-Adana istikametini takib ettiği için, Antalya'dan Sivas'a veya Elbistan'dan Kayseri ve Sivas'a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tali yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergahlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devam ettiler. İstanbul'u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine'ye bağlayan yol üzerinde hac farizasını ifa etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular.
Zengin ticari malları taşıyan kervanlar için hudut civarında düşman çapulcularından, içeride göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak ve yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek maksadıyla kurulan kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescidler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastahane ve eczahaneler, ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı.
Umumiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nisbetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler.
Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman gayri müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak görebilirdi.
Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir, hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi.
Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılır, vazifeliler tarafından kandiller yakılırdı. Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmaz, fakat dışarıdan gelenler içeriye alınırdı. Şafak atınca davullar çalınır, herkes uyandıktan sonra hancılar; Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı? diye sorarlar, herkes; Tamamdır. Allahü teala hayır sahibine rahmet eylesin. diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi. Herkes gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılır, misafirlere; Gafil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan (kolay) getire. diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırdı.
Sulh zamanında ticari maksatlar için kullanılan kervansaraylar, harb zamanında o belde ahalisinin düşman hücumundan korunmak için sığındığı veya sefer esnasında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı. Bilhassa hudut boylarına yakın kervansaraylar, hudut kalesi vazifesini görürdü. Aksaray yakınındaki Sultan Hanı, 20.000 askerle kuşatan bir Moğol komutanına iki ay dayanacak ve alınamayacak ölçüde muhkem idi.
İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği ehemmiyet sonucu, ortaya çıkan kervansarayların bir benzeri, ortaçağ Avrupasında olmadığı gibi, düşüncesi bile mevcut değildi. İslam tarihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu güzel ve faydalı eserler uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanıldılar.

Kitle iletişim araçlarının zararları nedir?

Kitle iletişim araçları denince akla gelen Gazete, TV, Radyo, Telefon, İnternet vb araçların ve onların ilettikleri bilgilerin insanlar ve hatta toplumlar üzerinde etkileri vardır. Bu etkiler olumlu ve olumsuz olarak net bir şekilde birbirinden ayrılamaz. Eğer etkilenen kişinin yaşı, eğitimi, yaşadığı ortam uygun değilse, faydalı olması için iletilen bir bilgi bile zararlı olabilir.

Bu zararları şöyle ifade edebiliriz:
  • Sarf edilen zaman
  • Bu araçların üretim ve dağıtımı için ayrılan kaynakların miktarı
  • Bu araçların ilettiği politik, sosyal ya da kültürel bilgi (kişiye göre uygunluğu değişir)
  • Bilginin geçici olması
  • Yayılan bilgilerin düşünce farklılığı olması durumunda yaratacağı sorunlar
  • Bu araçların yapıldığı maddelerin sağlığa zararı (kağıt vb)
  • Bu araçların yaydığı zararlı maddeler (radyasyon vb)
  • Reklama yönelik iletişimin yaratabileceği olumsuzluklar
  • Kaynağı belli olmayan adreslerden alınacak yanlış ve zararlı bilgiler (İnternet vb)
Doğru kullanıldığında, her alanda faydası olacak kitle iletişim araçlarından doğru yararlanmamız dileğiyle.

Eş zamanlı tarih şeridi hakkında bilgi verir misiniz?

Eş zamanlı tarih şeridi hakkında bilgi verir misiniz?

buluşlar,eserler ve çalışmaların fakllıklarını ,benzerliklerini eş zamanlı tarih şeridini kullanarak gösteriniz. bu soruya bir örnek istiyorum sşteye koyarmısınız.