Akdeniz Bölgesi'nde hayvancılık faaliyetleri nelerdir?

Hayvancılık
Akdeniz Bölgesi’nde çayır ve otlakların az yer tutmasına karşın beslenen hayvan sayısı bir hayli fazladır. Bu durumun nedeni her zaman yeşil kalabilen ve 800 m’lere kadar çıkabilen maki topluluğunun varlığıdır. Teke Yarımadası, Taşeli Platosu ve Torıs Dağları’nda küçükbaş hayvancılık yaygındır. Özellikle kıl keçisi beslenir. Dağların yüksek kesimlerinde koyun yetiştirilir. Arazinin çok engebeli olması nedeniyle hayvanların et ve süt verimi düşüktür. Antalya Yöresi’nde arıcılık önemlidir.



akdeniz de hayvancilik, akdeniz hayvancilik, akdenizde hayvancilik, akdenizdeki hayvancilik, akdenizin hayvanciligi

Asya Hun Devleti'nin kullandığı silahların farkı nedir?

Sadece hafif zırhla korunmuş ve tamamı atlı okçulardan oluşan bir ordunun, nasıl bunca orduları yok ettiği ve hattâ iyi eğitimli, tam zırhlı ve yüksek tecrübeli Roma lejyonlarını yendiği, ilk bakışta hayret vericidir. Bu zaferlerin sırrını çözebilmek için, Hunlar'ın savaş taktiklerini, silahlarını ve nasıl organize olduklarını iyi bilmek gerekir.

Atlar, Hun askerî kuvvetinin temel taşıydı. Daha sonraları Avarlar ve Macarlar gibi Türk kavimleri de atı, ataları Hunlar gibi iyi kullanmışlardır. Hun atları, Avrupa atlarından farklıdır. Bunlar daha küçük, tüylü ve daha dayanıklı, cesurdular. Bu atlar sayesinde Hunlar, düşmanlarından 5 kat daha uzun mesafeleri, onlarla eşit sürede alabiliyorlardı. Bütün askerler, yanlarında en az iki at taşırlardı ve bu yedek atlar sayısı, 5 e kadar çıkardı. Bunun, iki nedeni vardı. Eğer savaşta atı ölürse, diğer atlardan birini kullanabiliyordu ve üstelik çok sayıda at, düşmanların, Hun kuvvetlerinin miktarını tam olarak kestirmesini engelliyordu. Hun askerleri, ikmal yolları kurmazlardı. Her asker, yiyeceğini, silahını, çadırını, sefere çıkmadan önce ayarlamak zorundaydı ve bunları yedek atlara yüklerdi. Hun atları da, askerleri gibi, çok hafif zırhlı idiler. Hunlar, semeri kullanmasını biliyorlardı, fakat, üzengiyi kullanmamışlardır. Aslında kullanmalarına gerek olmadığı da bazı Çin ve Avrupa tarihçileri tarafından bahsedilmektedir. Çünkü, Hun askerleri, ata, sözleri ile hakim olabiliyorlar, böylece ok ve kılıç kullanırken, çok rahat hareket edebiliyorlardı. Emirlerle atların düşman atlarını ısırması ve yere düşen düşman askerinin ezilmesi sağlanıyordu. Üzengi, Avarlar sayesinde 5. yüzyılda Avrupa'da yayılmaya başlamıştır.

Hun atlı okçuları, "Birleşik Yay" diye bilinen, çok güçlü ve etkili, ağaçtan yapılma, boynuz ve deriyle kaplanmış bir yay kullanıyorlardı. Elbetteki bu yaylar, yerin altında binlerce yıl kaldıklarından, bugün sadece kemikle kaplanmış kısımları mevcuttur. Bir Macar okçuluk uzmanı ve seyisi, Lajos Kassai, yıllar sonra Hun hikâyelerine, buluntulara ve arkeolojik kazılara dayanarak Macar, Hun ve Moğol yaylarını üretmeyi başarmıştır. Bu şekilde bir yayla, bir asker, 2 yaya sahip olmuş oluyordu. Bu yaylar, kuru tutulmak zorundaydılar. Askerler, yanlarında deriden yapılma bir sadak taşırlardı. Bu çeşit bir yayı üretmek, genelde yarım sene alıyordu. Öncelikle kayın ya da akça ağaç diye bilinen uygun ve şekil alabilir bir ağaç olması gerekiyordu. Yay'ın gövdesine, boynuz ve sert odun parçaları yapıştırılıyordu. Deriyle kaplanarak, nem karşısında önlemler alınmış oluyordu. Bu yay sayesinde, Avrupalı askerlerin kullandıkları yaylardan daha etkili ve hızlı bir şekilde atış yapabiliyorlar, daha az yoruluyorlardı. Şimdi düşünün, 10 000 atlı asker, düşman karşısında ve atlarını sadece sözleri ve diz hareketleri ile yönetiyorlar, ellerinde en az 3-4 ok var, yani bu bir dakikadan az bir sürede, aynı anda 40 000 ok demek.

Hun ordusu yakın savaşa pek girmese de, mecbur kaldığında genellikle mızrak ya da pala, hançer kullanırlardı. Askerler, küçük yaştan itibaren eğitilmeye başlanır, onlara at sürmesi, yay ve kılıç kullanması öğretilirdi. Okçuluk talimleri, genellikle fare, kuş, gelincik, daha sonra tavşan ve tilki gibi küçük hayvanlara karşı yaptırılırdı. Böylece, büyüdüğünde mükemmel derecede at süren ve yay kullanan, kusursuz bir atlı okçu savaşçı yetişirdi.

Hunlar gibi atlı göçebe milletler, genellikle savaşlarda mahvediciydiler. Kullandıkları taktikler, Avrupa orduları ve Çin piyadeleri için bilinmeyen ve sezilemeyen tuzaklarla doluydular. Hun askerleri, hep sayıca üstün kuvvetlerle savaştıkları için, öncelikle onların sayılarını etkisiz hale getirene kadar ok yağmuruna tutar, iyice yıpranan düşmana mızrak ve kılıç hücumuna çıkarlardı. Oklara karşı kalkan kullanmayı deneyen ordulara karşı ise, grup halindeki okçularla ateş ederlerdi. Önce havadan ok yağmuru başlar, diğer grup da hemen, kalkanlarını havaya kaldırmış askerleri oklardı. Genellikle, pusu kurarak hücum etme taktiği kullanılırdı. Avrupalı ve Çinli tarihçiler, Hunlar'ın en tehlikeli ve hileli taktiğini, yani bizim bildiğimiz Turan Taktiğini şöyle tanımlamışlardır: Ordu bütün kuvvetleri ile düşman hatlarına hücum eder, kısa bir süre çarpıştıktan sonra, bir işaretle geri çekilir, gözünü hırs bürümüş düşman, zaferi kazandığına inanıp Hun ordusunu takibe koyulur, ancak ani bir işaretle Hun atlıları, eğerlerinin üzerinde ters döner ve 3-5 ok atarak ön hücum hattının saldırısını kırarlar ve bu sırada yanlara açılmış Hun okçuları, düşmanı iyice çevirmiştir. Avrupa tarihçileri bile, bu taktikleri ve iyi organize olmuş savaş düzenini, barbar ve kana susamış ilkel kavimlerin yapamayacağını kabul etmiştir.


hun devletinde kullanilan silahlar, hun devletinin kullandigi silahlar, hun ordusu, hun silahlari, turklerin kullandigi silahlar,

Göz kayması nasıl tedavi edilir?

Miyop için Eximer Lazer başta olmak üzere çeşitli tedavi ve çareler vardır.
Şaşılık ya da göz kayması için ise gözlük ve ameliyat önerilmektedir, ancak aynı zamanda göz tembelliğinin de tedavi edilmesi gerekir. 
Tedavinin zamanında yapılması göz tembelliği gelişmemesi açısından çok önemlidir. Tedavinin amacı gözlerin paralel bakmasını sağlayarak hem görmeyi artırmak, hem derinlik hissinin gelişmesini sağlamak, hem de estetik olarak normal görünüş elde etmektir. Şaşılıkların çoğu gözlükle düzelebilir veya azalır. Bazı şaşılık tiplerinde ameliyat gerekebilir. Gözlük veya ameliyatla şaşılık düzeltildikten sonra vara göz tembelliği de mutlaka tedavi edilmelidir. 

Önerim, zaman geçirmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmanızdır. Yaşadığınız kentin eğitim ve araştırma hastanelerinin göz servislerine gidip muayene olunuz.

goz kayikligi, goz kaymasi lens, goz kaymasi nasil tedavi edilir, goz kaymasi tedavisi, sasilik nasil tedavi edilir,

Eğitim, sağlık, ulaşım , iletişim alanlarında kullanılan teknolojik ürünler nelerdir?

Eğitimde Teknoloji Kullanımının Tarihçesi Eğitimde teknoloji kullanımına bakıldığında ilk karşımıza çıkan teknolojinin üretildiği ülkelerde eğitimde de kullanıldığı gerçeği çıkmaktadır. İlk olarak ABD olmak üzere çeşitli teknoloji üreticileri ülkeler teknolojik gelişmeleri eğitimde kullanmaya başlamışlardır. 

Eğitimde teknoloji kullanımın çeşitli aşamaları şu şekilde belirtilebilir (Özden, 2003):
      • I. ve II. Dünya Savaşlarında askeri amaçlı filmlerle eğitimde görsel malzeme kullanılmıştır.
      • 1950’li yıllarda öğretim amaçlı televizyon kullanılmaya başlamış ve üniversitelerde görsel-işitsel teknoloji bölümleri kurulmaya başlamıştır.
      • 1950-1960 yıları arasında ABD’de Ford Vakfı televizyon aracılığı ile eğitime destek vermiştir.
      • 1967 yılında Amerikan Araştırma Enstitüsü “İhtiyaca Göre Öğrenme” adı verilen bireysel öğretici programlar geliştirmiştir.

Eğitim kurumların özel olarak bilgisayarın kullanımın aşamaları ise şu şekilde sıralanabilir (Özden, 2003):
      • 1950’li yıllarda bilgisayarlar büyük üniversitelerin yönetimsel amaçlı kullanımları ile eğitim kurumlarına girmiştir.
      • 1960’larda bilgisayar temelli öğretim programlarının geliştirilmesi çalışmaları başlatılmıştır. Bu projelerden birisi de PLATO’dur.
      • 1970’li yıllarda daha fazla sayıda okul bilgisayarları idari amaçlı olarak kullanmaya başlamıştır.
      • 1972 yılında TICCIT(Zaman Paylaşımlı ve Etkileşimli Bilgisayar Kontrollü Öğretici Televizyon) sistemi geliştirilmeye başlanmıştır.
      • 1970lerden sonra internetin gelişimi ile kişisel bilgisayardan, ağ sistemlerine ve internete doğru bir yönelim başlamıştır.
      • Türkiye’nin de 1993 yılında dahil olduğu internet omurgası NFSNET ağ omurgasına ülkelerin hızla katılması ve çok hızlı artan ve bir teknoloji yarışının başlaması ile yeni bir döneme girilmiştir.

Türkiye’de ise teknoloji kullanımından 1970lerde 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile yaygın eğitim için radyo ve televizyon kullanımından bahsedilmiş, ardından 4. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile açık yükseköğretim ve yaygın eğitim için ikinci kanal televizyonun açılmasına karar verilmiştir. 1995 yılından sonra ise yeni ileri teknoloji ürünü bilgisayarlar ve internetin kullanımının artması sonucu eğitim sisteminin içerisine de teknoloji hızla girmiştir. 1990’lı yılların sonunda ise MEB’in ortaya koyduğu MLO, ILSIS ve MEBSIS çalışmaları eğitimde teknoloji kullanımında idari süreçlerin yapısını değiştirmeye ve teknolojinin işlerliğinden ziyade sayısına odaklanmaya neden olmuştur (Aksoy, 2003). 

Eğitimde Kullanılan Teknolojik Araçlar 

Eğitimde kullanılan bilgisayar ve ekli araçları şu şekilde sıralanabilir (Aksoy, 2005):
      • Yazı yazma amacıyla yazı tahtası(Karatahta),
      • Yazı yazma ve resim çizme amacıyla kalem, kağıt, boya, daktilo,
      • Ses kaydedici cihaz,
      • Görüntü kaydedici ve üzerinde islem yapılabilen video vb.,
      • Sesli mesaj ve müzik dinlemek için teyp,
      • İnternet aracılığı ile sesli iletişim ve tele-konferans için telefon,
      • Yazılı mesaj olarak e-posta,
      • Yazılı metinleri arşivleme ve kaydetme için kütüphane,
      • İnternet ve medyaya ulaşma işlevi ile gazete ve TV

Eğitimde Teknoloji Kullanımının Varsayımları ve Değerlendirilmesi 

  • Teknoloji kullanımı eğitimi nitelikli hale getirir. Nitelikli eğitim için teknoloji olmazsa olmazdır.
Öncelikle bu varsayımın yanlışlığını ortaya koyan argüman teknoloji karşısında insanın nesneleşmesidir. Sayıca sahipliğin çok önemli görüldüğü teknoloji rekabetinin had safhada yaşandığı günümüzde teknolojiye ulaşan insan sayısı ve kullanım düzey ve amaçları değil, teknolojinin miktarı karşısında insan bir figür olmaktan öte gidemez. Bunun tam tersi olarak insanın teknoloji kullanımının öznesi olma gereksinimi ve kullanımın niteliğinin tartışılması gerekliliği teknolojinin sadece varlığının eğitsel nitelik ölçütü olarak kullanılmasının yetersiz olduğunu kanıtlar. (Aksoy 2003, 2005) 

  • Teknoloji kullanımı eğitimde eşitlik sağlanmasına yardımcı olacaktır. Çünkü aynı içeriğe sahip program her öğrenciye kusursuz bir biçimde aktarılabilecektir.
Ancak bu varsayımda özellikle ülkemizde var olan teknolojik eşitsizlik göz ardı edilmektedir. Teknolojik imkanları yetersiz olan bir okula göre bu imkanlara sahip okulun eğitim olanakları farklı olacaktır. Bu da eşitlik sağlaması bir yana başlı başına eşitsizlik üreten bir konuma denk getirecektir, teknoloji kullanımını. Varlıklı ve yoksul okulların da teknolojiye ulaşma şansları birbirinden farklı olacağına göre bu durum eğitimde bir ikici yapıya neden olacaktır. Bu durum yoksul okuldaki birçok öğrencinin daha temel ihtiyaçları karşılanamamışken, sahip olma hırsıyla teknoloji ile donatılan varlıklı okulda bir kaynak israfına neden olacaktır.(Aksoy, 2005) 

  • Teknoloji kullanımı ile aynı içeriğin zengin bir biçimi, eğitim sistemine aktarılarak, standart ve eşit eğitim sağlanabilecektir.
Bu varsayımla ortaya atılan zenginleşen içerik aslında tam olarak tanımlanamayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Öncelikle bu içeriğin niteliği kuşkuludur. Çünkü özelikle bilgisayar ve internet ile bilgilerin denetim ve takip edilebilme sorunu ortaya çıkmıştır. İnternetin bilgi yoğunluğu yetişkinleri bile saatlerce hiç istemedikleri şekilde oyalayabilirken, eğitim gibi genç kuşakların yetiştirildiği bir sistemde içeriğin bu şekilde başıboş bırakılması düşünülemez. Bu da yoğun anlamda kısıtlama ve denetim gerektiren bir eğitim anlayışını ortaya çıkarır. “Öğrencilerin bilgisayarda kullandıkları içerik tam anlamıyla kısıtlanmalıdır ve istenmeyen hiçbir duruma yer verilmemelidir” katılığında bir anlayışla eğitim sürdürülemez. Burada varsayılan içeriğin ne kadarının eğitimsel değeri olup olmadığı da tartışma konusudur. Çünkü bireyler önlerine gelen içeriğe müdahale edememektedir. Tamamen sanal ve kısıtlayıcı anlamda verilen bu içerik yaşamsal anlamda beklenildiği kadar da öğrencilere zevk vermemektedir.(Aksoy, 2003, 2005) 

  • Teknoloji kullanımı ile eğitimde sınırsız bir kütüphaneye adım atılır ve öğrenmeler bu oranda zenginleşir.
Aslında burada ortaya atılan sınırsızlık düşüncesi mevcut öğretim programı ile karşılaştırıldığında öğrenci ve öğretmenlerde sonsuz bilgi ile karşı karşıya olmak korkusunu da beraberinde getirmektedir. Mevcut program yoğunluğu nedeniyle eleştirilirken bir yandan da bu yoğunluğu daha da anlaşılmaz hale getirecek sonsuzluk duygusu yaratılması eğitimde varsayılan iyileşmeye yardımcı olacak gibi görünmemektedir. Burada internet ile birlikte istenmedik bilgilerin de sürece katılması ve bu bilgilerin kontrolünün neredeyse imkansız olması da birer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kontrol edilmesi güç içeriğin öğrencileri program dışı kaynaklarla meşgul edecek olması da ayrı bir sıkıntı yaratacaktır.(Aksoy, 2003) 

  • Teknoloji kullanımının artırılması eğitim sisteminin amaçlarını gerçekleştirecek davranışlar üretecektir.
Bu varsayımda belirtilen davranışlardan bir kısmının üretilmesi söz konusu olacaktır. Ancak teknoloji kullanımının artırılması bu davranışlar dışında sonuçlar da üretecektir. Bunlardan ilki zaten yıllardır sıkıntı yaşanan eğitimde tesis ve donanımlar için kaynak arayışında olacaktır. Okullar bu süreçte mecbur kalarak kamu finansmanı dışı yollara(veli, öğrenci, zengin işadamları) başvurup kaynak arayacaktır. Bunlarla beraber eğitimin ticarileşmesi ve gelir farklılıklarının oluşturacağı donanım dengesizliği de karşımıza çıkacaktır.(Aksoy, 2003)
Burada teknolojiye sahip olma yarışı ile yararı kuşkulu olan donanımlara okul kaynaklarının harcanması gerekecektir. Okullara hızla giren teknolojik araçlar bir süre sonra okulları teknoloji çöplüklerine dönüştürecektir. Bunlarla birlikte ticarileşmenin sonuçları olarak, eğitim sisteminin ve kurumlarının komple piyasa saldırısına uğraması söz konusu olacaktır. Çünkü teknolojinin güncellenmesi, yazılım, donanım sağlanması devamlı olarak piyasanın kazanç sağlamak istediği bir alan olacaktır. Bu da eğitimde ticari tekellerin oluşmasına neden olacaktır. 

  • Eğitimde teknoloji kullanımı öğretmen ve öğrencilerin işini çok kolaylaştırmaktadır.
Öncelikle öğretmen boyutundan bakıldığında bu bakış açısı şu soruyu gerektirmektedir: “Öğretmen mi teknolojiyi kullanıyor yoksa teknoloji mi öğretmeni?”. Aslında günümüz eğitim ortamlarında teknolojinin tüm sistemi yönlendirdiği bir gerçektir. Bundan, daha önce böyle bir iletişim türüne alışkın olmayan öğretmen de çok yoğun etkilenmektedir. Bunların sonucunda öğretmen işine yabancılaşmakta, aslında faydalı olması beklenen teknoloji eğitime zarar vermeye başlamaktadır. Öğretmen çok fazla ön plana getirilen teknolojiler karşısında kendini niteliksiz hissetmeye başlamaktadır (Aksoy, 2003). Bunların yanı sıra teknoloji öğretmen ve öğrencilerin arasında yeni bir iletişim türünün oluşmasına neden olmaktadır. Ancak burada özellikle ülkemizde, yeterli teknoloji kültürünün olmaması ve farklı kelimelerin kullanılmasının zararlı etkileri söz konusudur. Bu da eğitimde başlı başına bir iletişim sorununa neden olacaktır(Aksoy, 2005). 
Teknolojinin güncellenmesi sorunu ile birlikte başlayan ticari bağımlılık yeni teknolojilerin içselleştirilmesini de zorlaştıracaktır. Bunun sonucunda özellikle öğretmenler teknoloji kullanımı konusunda daha pasif davranma yoluna gideceklerdir (Aksoy, 2005).
Teknolojinin eğitimde yoğun olarak kullanılması ile her istenenin teknoloji tarafından karşılanabileceği yanılgısının taraftar bulması insanlarda eleştirel düşünme yeteneklerinin tükenmesine neden olabilecektir. Her istenen bilginin bulunabildiği, içerisinde her şeyin var olduğuna dair fikirlerin her geçen gün güçlendiği internet olgusunun bunun gibi sonuçlar üretecek olması pek de şaşırtıcı olmayacaktır(Aksoy, 2005).
Teknoloji kullanımı var olan sorunları çözecek kabulü de gerçekleri yansıtmayan bir anlayıştır. Çünkü teknoloji kullanımı sırasında çözülen sorunlar kadar hatta daha da fazla miktarda sorun çıkmaktadır. Bunların en başında ulanıcıları epeyce kısıtlayan donanımsal sorunlar gelmektedir. Kullanıcıların geneli teknolojik aygıtlara özellikle bilgisayara her an bir şey olacakmış gibi korkarak yaklaşmaktadırlar ve en basit bir donanım sorununda tüm verimliliklerini yitirmektedirler. Bunun yanında özellikle interneti kullanırken bireyleri kendine çeken ve çeldiren ilgiye göre değişen içerik yeterince zaman kaybettirmektedir. Ayrıca özellikle bilgisayar ve internet kullanıcılarını etkileyen bir başka eğitsel sorun da dil gelişim problemleridir. Bireyler internet ortamında bulunan argo, şiddet, müstehcenlik içeren sözcükleri kelime dağarcıklarına kolaylıkla almaktadırlar. Bu da eğitimin bir parçası olan dil gelişimini olumsuz etkilemektedir (Aksoy, 2005). 

Eğitimde Teknoloji Kullanımına İlişkin Öneriler 

  • Eğitimde teknolojinin kullanılıp kullanılmayacağı değil, nasıl kullanılacağı, sağlanacağı, dağıtılacağı sorunu üzerinde durulmalıdır.(Aksoy, 2003)
  • Teknolojinin bireyi değil, bireyin teknolojiyi yönlendirmesi gereği göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle ders içerisinde öğretmenleri çok fazla meşgul eden ve zamanlarını kısıtlayan teknolojik materyallerin kullanılmasında gereken tedbirler alınmalıdır.(Bingöl, 1999)
  • Teknolojinin kontrol edilebilir olması için ulusal uygulamalar(Okulnet vd.) ortaya konmalı ve sistemli bir şekilde uygulamalara düzen getirilmelidir.(Aksoy, 2003)
  • Teknoloji kullanımında eğitim olanaklarından daha az yararlananlara pozitif ayrımcılık yapılacak şekilde politikalar izlenmelidir.(Aksoy, 2003)
  • Eğitimde teknolojiyi kullanırken ortaya çıkan maliyetin kaynak sorunu da düşünülerek önlenebilmesi gerekmektedir. Özellikle dış kaynaklara yönelerek hem zaman hem de emek harcayan okul yönetimlerinin sorunları bu yolla çözümlenmelidir.(Aksoy, 2003)
  • Kullanılan teknolojide yerel toplumsal tercihlere uygun üretim ve pazarlanma sağlanması gerekmektedir. Bu yolla teknoloji kullanılırken eğitim sisteminde öğrenciler ve toplum için de bir anlamlılık söz konusu olabilecektir.(Aksoy, 2005)
  • Sadece teknoloji merkezli düşünerek yatırımlar koşulsuz artmamalı, başka ihtiyaçlara sahip eğitim sistemi daha da sorun yaşayacağı bir yapıya dönüştürülmemelidir.(Aksoy, 2003)


saglik alaninda kullanilan araclar, saglik alaninda teknolojik urunler, saglikla ilgili teknolojik urunler, teknolojinin kullanildigi alanlar, ulasimda kullanilan araclar

Coğrafya insan hayatını nasıl etkiler?

Coğrafyanın İnsan Yaşamı Üzerine Etkisi
İnsanın ilk ortaya çıkışından itibaren ve bundan sonraki süreçlerde, coğrafya insanların yaşam biçimlerinde büyük bir etkiye sahiptir. İnsanlar tarihi süreç içerisinde yaşayış özelikleri bakımından birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardır. Buna binaen insanların yaşayış şekilleri toplumdan topluma farklılık arz eder. Bu farklılığın oluşmasında toplumların beslenme, giyim, çalışma, yerleşim biçimleri, uğraş alanları ve dilleri gibi etkenler önemli yer tutar. Toplumların farklılaşmasında, farklılığı oluşturan etkenlerin teşekkülünün temelinde coğrafyanın etkisi söz konusudur. İnsanın ilk olarak karşılaması gereken ihtiyacı beslenmedir. Çünkü insan bütün canlılar gibi beslenmeden yaşamını sürdüremez. Bu nedenle insanlar ilk olarak beslenmeye ihtiyaç duyarlar. 
Beslenme ihtiyacını karşıladıktan sonra ise barınma ihtiyacı ortaya çıkar. Kendini doğa olaylarından ve vahşi hayvanlardan koruma zorunluluğunu hisseder. Bu düşünce ile barınmak için barınaklar yapılır. Bu barınakların hangi maddeden yapılması gerektiğini ise coğrafya tayin eder. Yine İnsanların dillerinin oluşumunda ve gelişiminde, giyim biçimlerinde, yerleşim şekillerinde, uğraş alanlarında, velhasıl kültürel öğelerin teşekkülünde ve kültürün şekillenmesinde coğrafyanın etkisi kaçınılmazdır. Bu saiklerden dolayı, insanların yaşadıkları coğrafyanın bilincinde olması gerekir. Yaşamını sürdürdüğü coğrafi bölgeye bu bilinçle yaklaşılırsa coğrafyanın imkânlarını, coğrafyaya zarar vermeden kendi lehine çevirebilir ve coğrafyadan daha bilinçli imkânlar elde edebilir. 
Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi insanlar ilk olarak beslenme ihtiyacı hissederler. Çünkü insan izole bir varlıktır, yani enerji almazsa yaşayamaz. İnsandaki bu özellik onu enerjiyi(yaşamını sürdürecek besin maddeleri) nasıl bulurum sorusu üzerinde düşünmeye zorlamıştır. Biz buna karnımı nasıl doyururum dersek yerinde olur. Buna bakımdan insan, yaşamını sürdürmeye çalıştığı durumlarda coğrafyadaki enerjiye ihtiyaç duyar. İnsanlar beslenmek için yaşadığı coğrafyanın sunduğu imkânlardan ilk önce asgari daha sonra ise azami derecede faydalanmaya çalışmıştır. Bunlardan en önemlisi ve ilki beslenmek için ihtiyaç duyduğu besin maddelerini coğrafyadan temin etmeleridir. İnsanlar yaşamak için varlıklarını sürdürdükleri coğrafyadaki beslenme olanaklarını kullanmak mecburiyeti içindedir. İlk önce insanlar bu olanakların kendilerine sunduğu maddeye bakmış maddenin sunuluş biçimiyle ilgilenmemiştir. Daha sonraları sunuluş biçimiyle ilgili bilgiler elde etmiş ve böylece tarım denilen faaliyet başlamıştır. 
Coğrafi bölgelerin farklılıklarından, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların beslenme biçimleri, beslendikleri maddeler farklılık arz eder. Bu gayet tabiidir. Ülkemizde deniz kenarında ikamet eden insanların beslenme biçimleri ve beslendikleri maddelerle, iç bölgelerde yaşayan insanların besleme biçimleriyle beslendikleri maddeler farklıdır. İnsanın, yaşamını devam ettirmeyi beslenmesine borçlu olmasında dönüşümlü bir varlık olması söz konusudur. Yani izole olması, enerjisi bittiği zaman tekrar enerjiye ihtiyaç duyan bir varlık olmasıdır. Bu nedenle yaşamak için beslenmesi şarttır. İnsan yaşamını sürdürdüğü coğrafyada bulunan beslenmesi için gerekli besin maddelerini yaşamak için kullanır. Bu, insanı yaşadığı coğrafyaya saygılı olmasına, yaşadığı coğrafyayı bilinçli bir şekilde kullanma ve ondan ihtiyaçları doğrultusunda yararlanmak gerektiği düşüncesinin oluşmasını sağlamıştır. Yaşamak için beslenmek zorunda olan insan coğrafyadan yaşamak için faydalanmak durumundadır. Bunların en başında ise beslenme ihtiyaçlarını karşılama vardır. 

İnsanlar ortaya çıktıktan sonra barınma ihtiyacı duyarlar. Bu iki şekilde vuku bulur: 
1) Kendini doğal durumlardan ve yırtıcı hayvanlardan korumak, 

2) İnsanların sayıları zamanla artar ve ayrı gruplar oluşmaya başlar. Bu durum grupların ya da aile dediğimiz kurumların kendilerini diğer gruplardan koruma ihtiyacı hissetmesiyle olur. 

Bu durumda barınma ihtiyacını karşılamak için yaşamını sürdürmeye çalıştığı coğrafyanın imkânlarından yararlanır. Zamanla bu süreç toplu yaşam birimlerin oluşması ile devam eder. Barındıkları mekân coğrafyada var olan nesnelerle oluşturulur. Toplu yaşam birimlerinin yanında dağınık yaşam birimleri de mevcuttur. Bu durumun oluşması ise coğrafya ile doğrudan orantılıdır. Barınma gibi, insanların vazgeçilmez bir imkânını coğrafi bölge kendi özelliklerine göre tayin eder. Dünya üzerindeki yerleşim birimlerine baktığımız zaman ( günümüz için bu geçerli bir yer tutmaz; ama tarihi sürece baktığımız zaman bunu görürüz ) bulundukları coğrafi bölgelerde var olan nesnelerden yararlanılarak oluşturulmuştur. Ormanlık arazilerin bulunduğu coğrafi bölgelerde barınaklar genelde ağaca bağlı olarak ahşaptan inşa edilmiştir. Taşın ve sert toprağın bulunduğu coğrafi bölgelere baktığımızda barınaklar taştan ya da topraktan inşa edilmiştir. Ülkemize baktığımız zaman bu farklılıkları Karadeniz bölgesinde ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde görürüz. İnsanlar coğrafyaya göre yaşamak zorundadırlar. Var olan imkânlardan, yaşamlarını sürdürmek için yararlanmaları zorunluluktur. Bu durumda coğrafi bölgenin etkisi altında kalmaları ve buna bağlı olarak yaşamını sürdürmeye çalışmaları, coğrafyanın özelliklerini taşıyan barınak oluşturmaları kaçınılmazdır. 
İnsanların yaşayabilmeleri için öncelikle mekâna ihtiyaçları vardır. Mekân olarak coğrafyayı ifade edebiliriz. Bunun ışığında insanlar üzerinde yaşamlarını sürdürdüğü coğrafyanın etkisinde kalmamaları imkânsızdır. Bu nedenle insanlar barınaklarını yaparken coğrafyaya göre(coğrafi bölgenin özelliğine göre) inşa etmek zorunda kalırlar. Tüm bunların sonucunda da ortaya; coğrafyanın belirlediği şartlarda, insanların yaşamak için ihtiyaç duyduğu barınakların coğrafi bölgenin özeliğini yansıtması durumu tezahür ediyor. 
İnsanlar ortaya çıktıktan sonra birbirleriyle iletişim ihtiyacı hissederler ve iletişimlerini dilleri vasıtasıyla gerçekleştirirler. İnsanların dillerinin oluşumunda coğrafyanın etkisi söz konusudur. Dillerdeki kelime varlığı yaşadıkları coğrafyadaki nesnelerin varlığıyla yakından ilgilidir. Toplumların dilleri aynı özellikleri göstermeye bilirler. Bu durum yaşadıkları coğrafyanın insanlar üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkileri ve yaşadıkları coğrafyada var olan nesnelerin kavramsal boyutuyla ilgilidir. 
Toplumların dillerinin oluşumları incelendiğinde, dillerin kelime hazinelerinde ve dilin söyleniş özelliklerinde coğrafyanın etkisi görülür. Deniz görmemiş bir toplumun dilinde “deniz”i ifade etmeye yarayan bir kelime bulunmaz. Yine coğrafi bölgelerin farklılığına bağlı olan iklimlerin farklı olması da dillerin söyleniş biçimlerinde etkilidir. Sıcak bölgelerde yaşayan toplumların dillerindeki söyleniş özelliğiyle soğuk bir bölgede yaşayan toplumların dillerinin söyleniş özelikleri farklıdır. Bu durum dillerin oluşumunda ve gelişiminde coğrafyanın etkisinin kaçınılmaz olduğunu gösterir. Dillerin oluşumunda coğrafyanın etkisi söz konusu olduğundan diller incelenirken ortaya çıktıkları ve gelişim gösterdikleri coğrafyaların özellikleri incelenmelidir. Böyle bir çalışma dillerin özellikleri hakkında aydınlatıcı bilgilere ulaşılmasını sağlar. İnsan gözlem yapan bir varlıktır ve gözlemlediklerini ifade etme gereği hisseder. Bu nedenle dillerin oluşmasında ve gelişiminde coğrafyanın etkisi kaçınılmazdır.
İnsanlar ortaya çıktıkları andan itibaren örtünme(giyinme) ihtiyacı hissetmişlerdir. İnsan ilk olarak doğal olanaklardan yararlanarak belli bir örtünmeyi sağlamıştır. Daha sonraları yine coğrafyadaki imkânlardan yararlanarak bedenlerine giymek için giyim araçları üretmişlerdir. Hangi tür elbise giyme ihtiyacı ise bulundukları coğrafyanın iklim özelliğine göre şekil almıştır. Giyim araçları yaşadıkları coğrafyada bulunan imkânların kullanılması sonucu oluşmuştur, Bunun sonucunda faklı coğrafyada yaşayan toplumların giyim şekillerinin farklı olması kaçınılmazdır. Yaşadıkları coğrafyanın iklim özelliğine göre giyinmek zorunda olan insanoğlu bu engeli aklı sayesinde aşmasını bilmiştir. Tarihi süreçlere baktığımız zaman insanların elbiseleri yaşadıkları coğrafyadaki bitkiler ve hayvanlarla yakından ilgilidir. Günümüze gelindiğinde ise bu durum ortadan kalkmaya başlamıştır. 
Soğuk bölgelerde yaşayan insanların elbiseleri insanları soğuğun etkisinden korumaya yönelik olur. Sıcak iklime sahip bölgelerde yaşayan insanların elbiseleri ise sıcaktan fazla etkilenmemek için daha hafif ve bol elbise türleri şeklindedir. İnsan bedenini doğadaki tehlikelerden koruyamaz, bu nedenle insanoğlu onu doğadaki bitkilerden, yırtıcı hayvanlardan v.b etkenlerden korumak için giyinmek zorundadır. Giyim biçimlerini yaşadıkları coğrafyaya uygun tarzda hazırlarlar. Coğrafyanın insanların giyim tarzını etkilediği ve hala daha etkilemeye devam ettiği ortadadır. Giyim malzemeleri yaşanılan coğrafyada bulunan bitki v.b gibi maddelerden yapılmıştır. Bu durumda coğrafyanın insan yaşamında ne kadar önemli bir yer teşkil ettiği ve etmeye devam ettiği bilinmelidir. İnsan giyimlerini coğrafyaya bağlı bir şekilde sürdürmeye devam etmektedir. Bunların bilincinde olan insan yaşadığı coğrafyaya daha farklı bir gözle bakar.
İnsanoğlu yaşamı için gerekli temel ihtiyaçlarını temin ettikten sonra çalışmaya ihtiyaç duyar. İnsanların hangi işleri yapmaları gerektiği onların ellerinde olmayan bir durumdur. Toplumlar yaşadıkları coğrafi bölgelerde var olan imkânlara göre bir uğraş alanı belirlerler. Bu durum toplumlar arasında uğraş alanlarında farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Toplumlar arasındaki uğraş farklılıklarına misal olarak ormanlık arazide yaşayan toplumların ağaç işleri ile uğraştıkları, taşın bol olduğu coğrafi bölgelerde yaşayan toplumların ise taş işleri ile uğraşmaları verilebilir. İnsanoğlu toplum olarak yaşar ve bu düzen içinde yaşamlarını sürdürmek için toplumun çalışması gerekir. İnsanlar yaşadıkları coğrafyanın özelliğine göre bir iş yapabilirler. İnsanoğlu, yaşadığı coğrafyada var olanı değerlendirmek zorundadır. İnsanoğlunun yaşamına etki eden coğrafyanın toplumların uğraş alanlarına etki etmesi de kaçınılmazdır. Çünkü toplumu oluşturan insanlardır. İnsan ve oluşturmuş olduğu toplumların yapmaları gereken işler coğrafyanın özelliklerine göre ortaya çıkar. Bu da coğrafyanın insanın çalışma biçimine yön verdiğinin açıkça izahıdır.
İnsanlar ilk ortaya çıktıkları andan itibaren yaşamını sürdürdükleri coğrafyanın özelliklerine göre hareket etmek zorunda kalmışlardır. İnsana etkisi her alanda olan coğrafyanın belli başlı etkileri şunlardır: Beslenme, barınma, giyim, dil, uğraş alanları. Bu nedenle insanlar yaşadıkları coğrafyaya göre şekil alırlar. İnsanların ve buna bağlı olarak toplumların yaşam biçimini oluşturan kültür öğeleri coğrafyadan etkilenir. Bu durumda coğrafyanın insan yaşamına etkisini her alanda incelemek gerekmektedir. Coğrafyanın insanların beslenmesinde, barınmasında, dillerinin meydana gelmesinde ve buna bağlı olarak toplumların uğraş alanlarının oluşmasında etkileri söz konusudur. Kısacası kültürün oluşmasında ve şekillenmesinde ana kaynak görevini yerine getirir. 
Coğrafyadan etkilenme insanlar için kaçınılmazdır. İnsanoğlu ilk ortaya çıktığı andan itibaren yaşamlarının her alanında yaşadıkları coğrafyanın özelliklerinden etkilenmişlerdir. Bu etkilenme insanlar için zaruridir. İnsan coğrafyadan etkilenir ve yaşamını bu doğrultuda sürdürür. Günümüz, modern bilimindeki gelişmeler insanların coğrafyaya bağlılıklarını azaltmaktadır. Bilimdeki bu gelişmelere rağmen hala toplumların coğrafyaya bağımlılıkları devam etmektedir. Buna rağmen insan için coğrafya hala çok önemlidir. Çünkü insan coğrafi mekânda yaşar ve yaşadığı yer insan için daima değerlidir. Yaşamını ona borçludur. 
İnsanın evinin kendisi için önemli olması ve ona saygı duyması gerekmez mi?



cografya hayatimizi nasil etkiler, cografya insan hayatini, cografya insani nasil etkiler, cografya insanlari nasil etkiler, cografyanin insan hayatina etkileri