Hz. Muhammed'in lakabı nedir? Neden lakap takılmıştır?

Peygamber efendimizin lakabı-ünvanı Muhammed-ül Emin'dir. Bu lakap O'na güvenilir-kendinden emin olduğu için takılmıştır. Muhammedül emin yani güvenilir insan demektir.insanlar canlarını dahi çekinmeden emanet ederlermiş efendimiz (sas)'e . Güvenilir kişi emanete hıyanet etmeyen kişi demek...


Hz. Muhammed nasıl bir çocukluk geçirmiştir? Çocukluğunda onu etkileyen önemli olaylar nelerdir?


Hz Muhammed'in Çocukluk Dönemi

Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı’nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke’nin doğusunda bulunan “Hâşimoğulları Mahallesi”nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil Vak’ası”, Peygamberimiz (s.a.s.)’in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.(18)
Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:
“Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O’nu hayırla yâdetsinler…” cevâbını verdi.
Annesi de “Ahmed” dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk’ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir.(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)’in doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)’nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran’da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan “ateşgede”leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi’nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe’deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O’nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.


2- SOYU (NESEBİ)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)’in babası, Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah; annesi ise Vehb’in kızı Âmine’dir. Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır. Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, “Kilâb”da birleşmektedir. Her ikisi de Mekke’lidir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim’in büyük oğlu Hz. İsmâil’in neslindendir. Soyu Adnân’a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile Hz.İsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum ‘Hâşimoğulları’ âilesinden neş’et ettim”, buyurmuştur.
Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır.
“Allah, Hz İbrâhim’in oğullarından Hz. İsmâil’i, İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir.” Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl'i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem’den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır”. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)’de hastalanarak 25 yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)’e, babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.

3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmediği için, daha sonra amcası Ebû Leheb’in azatlı câriyesi Süveybe tarafından emzirildi.
Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)’in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa’doğlulları kolundan Halîme oldu.
Mekke’nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.)’de bu âdete göre süt annesi Halîme’ye verildi. Halîme, yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket getirdiğini görmüş ve O’nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur.(28)
Hz.Muhammed (s.a.s.) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima ilgilenmiştir. Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu “anacığım” diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29)
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında Halîme çocuğu Mekke’ye götürerek annesine teslim etti. İslâm târihçileri, bu esnada “şakk-ı sadr” (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin Halîme’yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine teslime mecbûr kaldığını naklederler.(30)

4- MEDİNE ZİYÂRETİ
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile kaldı, O’nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken, babasının Medine’de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık hizmetçileri Ümmü Eymen’le beraber Medine’ye gittiler. Medine’deki akrabaları Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine’nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü’nde Âmine hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu. Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü.
Masûm yüzüne bakarak
“Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek, Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,
Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum…” anlamına bir şiir söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti.(32)
Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke’ye götürüp dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.
Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû Tâlib’e bıraktı.(33/1)
Yıllar sonra, Hicret’in 6′ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı döktü.
Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu.

Hz. Muhammed'in doğduğu çevrenin özellikleri, Hz. Muhammed'in doğduğu çevrenin dini yönden, ekonomik yönden,sosyal yönden özellikleri

Müslümanlıktan önce, Arapların çoğunluğu putperestti. Yapmış oldukları bir takım heykellere ilâh diye tapıyorlardı. En önemli putlar, Hubel, Lât, Menât, Uzzâ, Vedd, Suva', Yeğûs, Yeûk ve Nesr adlarını taşıyanlardı. Mekke'de Kâbe ve civârına 360 kadar put yerleştirilmişti. Her kâbîlenin ayrı bir putu, her putun özel bir ziyâret günü vardı. Böylece yılın her gününde putlarını ziyârete gelenlerle dolup taşan Mekke, bir ticâret merkezi olduğu kadar, putperestliğin de merkezi hâline gelmiş bulunuyordu.

Arabistan'da putperestlerden başka, Mûsevî, Hıristiyan, Mecusî (ateşe tapan) ve Sâbiî dinlerine mensup kimseler de vardı. Bunlardan başka, çok az sayıda, Hz. İbrahim'in tebliğinden o devre ulaşan dinî esasları benimsemiş tek Tanrı inancında olan "Hanîf"ler vardı. Nevfel oğlu Varaka, Cahş oğlu Abdullah, Huveyris oğlu Osman ve Sâide oğlu Kuss bunlardandı.

İslâmiyetten önce Araplar arasında okuyup yazma bilenlerin sayısı son derece azdı. Cömertlik, konukseverlik, sözde durma, düşmanları bile olsa kendilerine sığınanları koruma, cesâret gibi bazı iyi özellikleri yanında, soygunculuk, faizcilik, zenginleri üstün, fakirleri hor görme, içki ve kumar düşkünlüğü, kabilecilik gayreti ile kan dökme gibi son derece çirkin âdetleri de vardı. Özellikle köle ve kadınlara hiç değer vermezlerdi. Kadınlar, ölen kocasından, babasından ve diğer yakınlarından mirâs alamadıkları gibi, kendileri mirâs malları arasında, mirâsçılara kalırdı. Erkekler istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi. Bazı kimseler kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek derecede vahşet göstermişlerdi. 


Hz. Muhammed'in doğduğu çevrenin özellikleri, Hz. Muhammed'in doğduğu çevrenin dini yönden, ekonomik yönden,sosyal yönden özellikleri

Elbiselerin Temiz Tutulmasının Yararları Nelerdir?,

Elbiselerin Temiz Tutulma: Giyeceklerimizi temiz tutmak, güzel kullanmak ve kirlenen giysilerimizi hemen değiştirip yıkatmaktır. Temiz elbise, yeni elbise demek değildir. Temiz ve ütülü olan bir elbise eski de olsa güzel görünür. Hor kullanılmayan bir giyecek, uzun ömürlü olur.

İslamda elbise temizliği için yapılması gerekenler


İslâm’da çevre temizliği, kişinin giydiği elbisenin de temiz olmasını gerektirir Müslüman toplumdaki bir fert, görünüşü güzel, tertipli ve temiz elbiseli olmalıdır Bu hususta Allah Teâlâ: 

* Ey Âdem oğulları, her mescid için namaz kılacağınız vakit, yatak ve namaza mani kiri bulunan iş elbisesi gibi, elbiseleri değil, güzel elbisenizi giyin *
buyurmaktadır Hz Peygamber insanların görünüş ve elbise itibariyle en güzel olanıydı Arkadaşlarını, elbise temizliğine dikkat etmeleri için teşvik ederdi 

* Bir gün, üzerinde kirli elbise bulunan bir adam gördü ve: Bu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu *
dedi Hz Peygamber bu sözüyle Müslümanları, bu adamın giydiği şekilde kirli elbise giymemeye davet ediyordu İslâm, elbise temizliğini her gün yapılan ve devam eden ibadetlerin sıhhati için şart kılmıştır Bu durum da, insanı bilerek veya bilmeyerek elbiseye temas eden bütün pisliklerden devamlı olarak uzak durma hususunda dikkat ve teyakkuza teşvik etmektedir 

Allah Teâlâ: 
* ve elbiseni temizle *
buyurmaktadır Hz Peygamber de: 
* Kimin bir elbisesi varsa, onu temiz tutsun *
buyurmuşlardır Hz Peygamber özellikle insanların birlikte oldukları cuma ve bayram namazları gibi yerlerde elbiselerin temiz olması gerektiğini bilhassa vurgulamaktadır 

Beden temizliği için neler yapılmalıdır?

İyi ve güzel olanı ifade eden "temizlik" kelimesi, beden ile ilgili olarak kullanıldığında, çeşitli kirlerden uzaklaşmayı ve paklığı ifade eder.
İnsan elinin karışmadığı tabiatın ortak özelliği, temiz olmasıdır. Kara deliklerden temizlikçi mikroorganizmalara kadar, çeşitli mekânizmalarla en güzel şekilde yerine getirilen görevlerden biri temizliktir. Bu da gösteriyor ki, fıtrî prensiplerin başında temizlik gelir. Ölen hemcinsini toprağa gömen kargadan, gözü temizleyen kapaklardan, yeri süpüren rüzgâr ve tozunu yatıştıran yağmurdan temizlik dersi alınabilir. İnsan da yaratılış itibariyle temizdir. İnsanlar arasında temizliğe atfedilen değer dikkat çekicidir. Semavî dinlerin beden temizliği ve su temizliğine verdiği ehemmiyet büyüktür.
İnsanlığın henüz temizliğin ne olduğunu tam olarak bilmediği bir dönemde, İslamiyet'in maddî ve manevî temizliği esas alan inanç sistemi; yüzlerce yıldan beri insanlığın hâlâ ulaşmaya çalıştığı temizlik ufuklarına ışık tutmuş ve tutmaktadır. Aşağıdaki âyetler buna güzel bir misaldir:

"... Allah çok temizlenenleri sever." (Tevbe, 108).
"Şüphesiz, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." (Bakara, 222).
"Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terket.." (Müddesir, 4-5).
İnsanlığın numunesi olan Zât'ın temizliğini, hadislerine de yansımış buluruz: "Tuhûr, yani maddî temizlik ve tövbe, imanın yarısıdır." (Müslim, Tahare-1) Peygamberimiz (sas)'in daha nice ibadete ve beşerî hale ait temizlikle ilgili beyanları vardır.

Nasıl bir beden temizliği 
Beden temizliği, vücudumuza ait bazı kısımların temizlik ve bakımı ile elbise, çorap ve ayakkabıların temizliğini içine alır. Temizliği önem arz eden vücut kısımları şunlardır: eller, ayaklar, tırnaklar, ağız ve dişler, gözler, burun ve kulaklar, saç-sakal ve avret bölgeleri...