Onlar, New York’un yerinde yeller eserken, gök kubbe gibi yüksek ve haşmetli kurşun kubbeler kurmuş, kurdurmuştu Asya’nın dört bir yanına. İpeği, elleriyle Bursa bahçeleri gibi nakışlamışlar, mermeri halı dokur gibi yontmuşlar, nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına ebemkuşağı gibi atmışlardı kırk gözlü köprüleri. Sömürgeci devletlerin lügatinde henüz hürriyet ve kardeşlik gibi kelimelerin olmadığı çağlar boyunca zulme karşı savaşmışlar, bağımsızlık uğruna milletleri kardeş sofrasına çağırmışlardı.
Onlar; Seul, Pusan, Tegu ve daha birçok şehirde Güney Kore bayrağının dalgalanışına omuz veren Türk bayrağını göndere çekerek, Güney Kore’nin istiklali için can verdiler. Onlar, belki geride bıraktıkları bir çift göze sevdalı idiler… Belki toprak gibi akıllı, belki gençlik gibi cesur… belki ömürlerinde ilk defa denizi gördüler…
Sakin sabahlar ülkesi olarak da bilinen Kore, henüz Kuzey-Güney bölünmüşlüğünün gerçekleşmediği 1945 yılına kadar bir Japon kolonisi olarak kalmıştı. II. Dünya Savaşı’nda Rusya ve Amerika’ya karşı verdiği mücadeleyi kaybeden Japonya’ya bağlı kolonilerin işgali sırasında Kore toprakları da Japon işgalinden çıkıyordu. Kuzey Kore, Ağustos 1948’de komünist Rus işgaline uğrarken, Güney Kore, Eylül 1948’de bölgede dönemin şartlarında demokratik sayılabilecek bir rejim inşa eden Amerikan işgaline uğrayacaktı. Amerika ve Rusya, söz konusu işgallerle Kore’nin aslında 1890’lı yıllardan itibaren yapılmaya çalışıldığı gibi, Kuzey-Güney şeklinde bölünmesinin de yolunu açıyorlardı. 1948 yılında Kuzey ve Güney Kore’de seçimler yapılmasını öngören BM Konseyi’nin kararlarına rağmen Kuzey Kore seçimlerin yapılmasını reddedecekti. Mayıs ayında Güney’de yapılan seçimlerin ardından Ağustos 1948’de Kore Cumhuriyeti kurulmuş, yaklaşık bir ay sonra Kuzey Kore hükümeti komünizm rejimini ilan etmişti. Dünyadaki komünist-antikomünist çatışmanın sembolü ve alanı haline gelen Kore’deki gerginlik, Kuzey Kore’nin 38. paralel boyunca saldırıya geçmesiyle savaşa dönüştü. Güney Kore askerlerinin 38. paralel boyundaki sınırı geçtiklerini bahane eden Kuzey Kore, 25 Haziran 1950’de Güney Kore topraklarına girdi. BM Güvenlik Konseyi aynı gün Rusya’nın katılmadığı bir toplantıya çağrılmış, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırarak bölgedeki barışı bozduğuna karar verilmişti. Birleşmiş Milletler’in saldırıyı durdurmak ve anlaşmazlığı barış yoluyla çözmek amacıyla yaptığı girişimleri hiçe sayan Kuzey Kore, yeni bir taarruz başlatarak Seul’ü ele geçirdi. Bunun üzerine 27 Haziran 1950’de Birleşmiş Milletler, üyelerini Güney Kore Cumhuriyeti’ne yapılan saldırıyı karşılama ve bu bölgedeki milletlerarası barış ve güvenliği geri getirecek yardımlarda bulunmaya çağırdı.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 devlet, asker gönderme kararı alarak Birleşmiş Milletler’in çağrısına cevap vermişti. Güney Kore’ye asker göndermeyi teklif eden ilk ülke olan Türkiye, 30 Haziran 1950 tarihli meclis oturumunda, askerî yardım yerine bölgeye doğrudan asker gönderme kararı alıyordu. Türkiye’nin Güney Kore’nin yanında olacağını açıklayarak bölgeye asker göndermesinde, NATO’ya üyeliğini hızlandırmak istemesi de etkili olmuştu. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya sahnesinde yeniden şekillenmekte olan siyasi kamplaşmaların uzağında kalan ve yalnızlaşan Türkiye, Kore Savaşı’na katılarak mevcut dış politika sorunlarını çözmeyi de planlıyordu. Nitekim savaş devam ederken NATO üyeliğine alınan Türkiye, 1952 yılında bir NATO üyesi bir ülke haline gelecekti. Türkiye’nin NATO’ya alınmasında etkili olan Türk askerleri, dönemin siyasi hesaplarından ve askeri manevralardan habersiz, Kore’de Güney Kore bayrağıyla omuz omuza dalgalanan Türk bayrağı için gençliklerini feda edecek, doğmadıkları bir toprağa canlarını vereceklerdi.
Anadolu’nun farklı şehirlerindeki yoksul köylerden toplanan askerlerle oluşturulan tugayın komutanlığına, Çanakkale Savaşı’nda da görev alan Tuğgeneral Tahsin Yazıcı atandı. Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki binlerce askerden oluşan 1. Türk Tugayı, 3 ayrı gemiyle 25 Eylül 1950’de İskenderun Limanı’ndan yola çıktı. Tugayımız; Süveyş, Kızıldeniz, Colombo, Singapur, Filipinler ve Formoza Adaları’nı geçerek 21 gün sonra, 6 Ekim’de Kore’nin güneydoğusundaki Busan Limanı’na ulaşmıştı. Türk tugayının Kore’ye giderken kullandığı güzergâh, 1889’da Miralay Osman Bey komutasında Japonya’ya gönderilen Ertuğrul gemisi tarafından da kullanılmıştı.
Kuzey Yıldızı
Busan Limanı’ndan kamyonlarla tren istasyonuna taşınan Türk askerleri, oradan vagonlarla Seul’un kuzeyindeki Tegu’ya intikal ederek BM kuvvetlerine katılmıştı. Toplam 22 devletin katılımıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler Kuvvetleri’nin başkomutanlığında Amerikalı General Douglas Mac Arthur bulunuyordu. General Mac Arthur, kendi komutasındaki Türk Tugayı’na “Kuzey Yıldızı” kod adını verecek, tugay bir süre Tegu’nun emniyetini sağlamakla görevlendirilecekti. BM kuvvetlerinin Güney Kore’nin yanında bölgeye müdahale etmesi üzerine Çin ordusu da Birleşmiş Milletler’e karşı savaşa dâhil olmuş, bölgede yeni cepheler açılmıştı. Kuzey Yıldızı askerleri, beraberlerinde zırhlı araç getirmemiş oldukları için Kunuri bölgesine intikal ederken, sınırdaki Yalu Nehri boyunca yaya olarak hareket ediyorlardı. Çin ablukası altına alınan askerler bir yandan Çin tümeninin ateşine karşı koyarken bir yandan da son kırk yılın en soğuk kışında şiddetli soğukla mücadele ediyorlardı. 260 bini aşkın Çin askeri ve 100 bin kadar Kuzey Kore gerillası geceleri, çok iyi bildikleri bölgede ilerliyor, gündüzleriyse kolaylıkla köylülerin arasına karışabiliyordu. Bölgenin arazi koşullarına yabancı olan Türk askerleri, sessiz hareket edebilmek için soğuğa rağmen ayakkabı giymiyorlar, parlamaması için de eldivenlerini süngülerine geçiriyorlardı. Kunuri Savaşları olarak adlandırılan savaşlardan birinde verilen talimatları İngilizce bilmedikleri için anlamamış, pusuya düşürülmüşlerdi. Ancak birçok esir ve kayıp vermiş olmalarına rağmen, Sunchon Boğazı’nda BM askerlerini ve Kunuri’de Amerikan 8. ordusunu ablukadan kurtarmayı başaracaklardı.
Dünyanın en dağlık arazilerinden birinde gerçekleşen savaşlar boyunca cepheler defalarca el değiştirmiş, Kore dağları binlerce askerin mezarı haline gelmişti. Ocak 1951’de yaşanan artçı çarpışmaların ardından, Moskova Radyosu, Amerikalılara “Bu defa sizi Türkler kurtardı!” anonsunu yapıyordu. Türk askerleri başta başkent Seul olmak üzere bölgedeki çeşitli şehirlerde BM komutanları tarafından verilen madalyalarla ödüllendirildi. Bu ödül törenlerinden birinde General Mac Arthur “Kunuri’de 8. Ordu’yu kurtaran Türkler, kahramanlar kahramanıdır; Türk Tugayı için yok yoktur.” diyordu.
Ankara Suwan Okulu
Kuzey Yıldızı, Güney Kore’de kaldığı yıllar boyunca sadece savaşmakla kalmamış, Seul’de tugay karargâhının içinde Ankara Suwan Okulu ve Yetimhanesi’ni de kurmuştu. Savaşta ailelerini kaybeden öksüz ve yetim Koreli çocukların koruma altına alındığı bu yetimhane, başlangıçta 70 kadar çocuğun bir çadırda toplanmasıyla kurulmuştu. Ancak çok geçmeden çocuk sayısının 100’ü aşması üzerine civardaki bir harabe onarılarak okul ve yetimhane binasına çevrildi. Okuldaki dersler, Ankara Demirlibahçe İlkokulu’nun gönderdiği kitaplar ve çeşitli kırtasiye malzemeleriyle araç gereç desteği sağlanarak gerçekleştiriliyordu. Eğitimin Türkçe, İngilizce ve Korece olmak üzere üç dilde yapıldığı okulda savaş mağduru çocukların yorulmaması için hafif bir müfredat bilgisi veriliyordu. Türk subayları ve beraberlerindeki on kadar Koreli tarafından verilen eğitimler sırasında, çocukların savaş nedeniyle bozulan psikolojilerinin düzelmesine yardımcı olabilmek için beden eğitimi ve müzik dersleri de veriliyordu. Türkiye’den getirtilen ekiplerin halk oyunu gösterileri sayesinde çocukların morali sürekli yüksek tutulmaya çalışılıyordu. Verilen Türkçe eğitimi sayesinde kısa zamanda Türkçe öğrenmeye de başlayan Koreli çocukların arasında İstiklal Marşı’nı ezberleyenler de bulunuyordu. Ankara Suwan Okulu, 1953’teki ateşkesin ardından bir müddet daha eğitime devam etmiş, yetimhane 200 kadar çocuğu barındırmıştı. Ancak Türk askerlerinin bölgeden çekilmesiyle okulda eğitime devam eden öğrenciler, yakınlardaki diğer okullara transfer edildi. Kimsesiz çocukların kaldığı yetimhane ve okul binası geçen yarım asrı aşkın sürenin ardından yıkılmış olsa da o yetimhanede Türkler tarafından koruma altına alınan birçok Koreli hâlâ hayatta bulunuyor.
Aslında Kore Savaşı, dünya siyasetinin iki önemli gücü olan Amerika ve Sovyetlerin Uzakdoğu’daki siyasi rekabetinin, silahlı rekabete dönüşmesinden başka bir şey değildi. BM üyesi devletlerden birisi olan Türkiye’nin de asker gönderdiği bu kurtarma harekâtı, yaklaşık 3 yıl sonra Temmuz 1953’te yapılan Panmunjom Ateşkesi’yle sonuçlandı. Savaşa BM üyesi 21 ülkeden 1.7 milyondan fazla asker katılmış, 40 binden fazla asker hayatını kaybetmişti. Türkiye, 1000’i aşan şehit sayısıyla savaşa katılan ülkeler arasında Amerika ve İngiltere’den sonra en fazla asker kaybeden ülke olmuştu.
Savaşta ölen askerlerin naaşlarının defnedilebilmesi için 6 geçici mezarlık alanı kullanılmış, Ocak 1955’te Pusan şehrinde yeni bir mezarlık inşa edilmişti. Güney Kore hükümeti Kasım 1955’te Pusan şehrindeki bir araziyi daimi mezarlık ve kutsal alan olarak kullanılmak üzere BM’ye tahsis etti. BM Anıt Mezarlığı adıyla açılan şehitliğin adı 2001 yılında BM Kore Anıt Parkı olarak değiştirilmiş, 2007 yılında Kore’nin kültür mirası listesine alınmıştı. Dünyada Birleşmiş Milletler tarafından kurulan ilk ve tek şehitlik olan BM Kore Anıt Mezarlığı, Kore’de şehit düşen Türk askerlerinin de ebedi istirahatgâhları arasındadır. Burada yatan askerlerin ölüm yıldönümlerinde mezarlarına, doğdukları ülkenin bayrağı ve bir çiçek konulmaktadır. Ayrıca BM Kore Anıt Mezarlığı web sitesindeki Bugünün Kahramanı linkinden (http://www.unmck.or.kr/) Türk askerleri ve diğer milletlere mensup askerlere çiçek gönderilebilmektedir. Anıt mezarlıkta, Kore bayrağıyla omuz omuza dalgalanan Türk bayrağı, Seul yakınlarındaki Yongin Türk Zafer Anıtı ve Kore Savaş Müzesi’nde de gökleri süslemektedir. Kuzey Yıldızı kod adlı 1. Türk Tugayı, Kasım 1951’e kadar Kore’de savaşmış, 6 farklı Türk tugayının sevkiyatı 27 Mayıs 1960’a kadar sürmüştü. Güney Kore’de bulundurulan asker sayısı 1965 yılından itibaren giderek azaltılmış, Haziran 1971’de asker sevkiyatına son verilmişti.
Kore Savaşı ve Türklerin Güney Kore’nin bağımsızlığı için yaptıkları fedakarlıkların izlerini, günümüzde ülkenin her yerinde görmek mümkün. Güney Kore, savaşın ardından giriştiği çok yönlü kalkınma programı sayesinde kısa zamanda dünyanın ekonomi devleri arasına girdi. Nüfusu yaklaşık olarak 30 milyonu bulan bölgedeki ateşkesin ardından, iki ülkenin birleşme umutları sürekli canlı tutulmaya çalışılmışsa da yaklaşık yarım asırdır herhangi bir somut adım atılamadı. Kore Savaşı’nda Güney Kore’nin istiklali için destek veren Türkiye ve Türkler, dünyanın bilim ve teknoloji devleri arasında bulunan Güney Kore’nin modernleşmesi sırasında ülkenin akademik hayatında da etkili olacaktı. Ülkedeki birçok üniversitede Türkçe ve Türkoloji bölümleri açılmış, Güney Koreli birçok saygın akademisyen Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görmüştü. Ülkelerinin bağımsızlığı için can veren Türk askerlerini saygıyla anan Güney Kore, 1999 depreminde Türkiye’ye maddi ve manevi yardımlarda bulunan devletler arasındaydı. Güney Kore’deki Türk sempatisi 2002 Dünya Kupası’nda da kendisini gösterecek, Güney Kore milli takımı -maçı kaybetmesine rağmen- Seul yakınlarındaki stadyumda “Türkiye!” tezahüratları yankılanacaktı.
(Yedi Kıta Dergisi'nin Ekim 2010 tarihli 26. sayısandan alıntılanmıştır. Dergide ayrıca konuyla ilgili olarak Güney Kore Ankara Büyükelçiliği Siyasi İşler Eski Müsteşarı Sang-ki Paik ile yapılan ilginç bir de röportaj yer almaktadır...)
0 Yorum var "Kore dağlarında can veren Türkler"
Yorum Gönder