Yahya Kemal Beyatlı
- Yahya Kemal Beyatlı Hayatı ve Eserleri
- Yol Dusuncesi - Yahya Kemal Beyatli
- Yahya Kemal Beyatlı- Siste Söyleniş
- Yahya Kemal "Süleymaniye'de Bayram Sabahı"
- Sessiz Gemi - Yahya Kemal Beyatlı
- Yahya Kemal Beyatlı Ezansiz Semtler
- Yahya Kemal Beyatlı-Aziz İstanbul
- Ezan-ı Muhammedi - Yahya Kemal Beyatlı
- Geçmiş Yaz - Yahya Kemal Beyatlı
- Yol Dusuncesi - Yahya Kemal Beyatli
- Yahya Kemal Beyatlı - Sessiz Gemi
Yahya Kemal Beyatlı Hayatı ve Eserleri
Yahya Kemal Beyatlı
(Hayatı)
(Hayatı)
2 Aralık 1884′te Üsküp’te doğdu. 1 Kasım 1958′de İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Ahmed Agâh. Üsküp Belediye Başkanı Nişli İbrahim Naci Bey’in oğlu. Annesi Nakiye Hanım ise şair Lefkoşalı Galib’in yeğeni.
Çocukluk yılları Üsküp’teki şiirlerine de yansıyan Rakofça çiftliğinde geçti. İlköğrenimini özel Mekteb-i Edep’te tamamladı. 1892′de Üsküp İdadisi’ne girdi. Bir yandan da İshak Bey Camii Medresesi’nde Arapça ve Farsça dersleri aldı. 1897′de ailesi Selanik’e taşındı. Annesinin ölmesi, babasının tekrar evlenmesi yüzünden aile içinde çıkan sorunlar nedeniyle Üsküp’e döndü. Tekrar Selanik’e gönderildi. 1902′de İstanbul’a geldi.
Vefa İdadisi’ne (lise) devam etti. Jön Türk olma hevesiyle 1903′te Paris’e kaçtı. Bir yıl kadar Meaux okuluna devam edip Fransızca bilgisini geliştirdi. 1904′te siyasal bigiler yüksek okuluna girdi. Jön Türkler’le ilişki kurdu. Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet, Samipaşazade Sezai, Prens Şahabettin gibi dönemin ünlü kişilerini tanıdı. Şefik Hüsnü ve Abdülhak Şinasi Hisar’la arkadaşlık kurdu. 1912′de İstanbul’a döndü.
1913′te Darüşşafaka’da edebiyat ve tarih öğretmenliği yaptı. Medresetü’l-Vaizin’de uygarlık tarihi dersi verdi. Mütarekeden sonra Âti, İleri, Tevhid-i Efkâr, Hakimiyet-i Milliye dergilerinde yazılar yazdı. Arkadaşlarıyla “Dergâh” dergisini kurdu. Yazılarıyla Milli Mücadele’yi destekledi. 1922′de barış anlaşması için Lozan’a giden kurulda danışman olarak yer aldı.
1923′te Urfa milletvekili oldu. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Varşova ve Madrid’de ortaelçisi olarak görevlendirildi. Daha sonra sırasıyla Yozgat, Tekirdağ, 1943-1946′da da İstanbul milletvekili oldu. Halkevleri Sanat Danışmanlığı yaptı. 1949′da Pakistan Büyükelçisi iken emekli oldu. Yaşamının son yıllarını İstanbul’da Park Otel’de geçirdi. Tutulduğu müzmin barsak kanamasının tedavisi için 1957′de Paris’e gitti. Bir yıl sonra Cerrahpaşa Hastanesi’nde aynı hastalık nedeniyle öldü.
Selanik yıllarında “Esrar” takma adıyla şiir yazmaya başladı. İstanbul’da Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in şiirleriyle tanıştı. İrtika ve Mâlumât dergilerinde “Agâh Kemal” takma adıyla Servet-i Fünun’u destekleyen şiirler yazdı. Paris’te Fransız simgecilerinin şiirlerine yakınlık duydu. Fransız şiiriyle kurduğu yakınlık, Türk şiirine faklı bir açıyla bakmasını sağladı.
Türk şiiri ve Türkçe söz sanatlarını inceledi. “Mısra haysiyetimdir” sözüyle şiirde dizenin bir iç uyumla, musiki cümlesi halinde kusursuzlaştırılması gerektiğini anlatır. Şiirleriyle olduğu kadar şiirle ilgili görüşleriyle de büyük yankı uyandırdı. Ona göre divan şiiri “yığma” bir şiirdi. parçacılık ve belirsizlik üzerine kuruluydu. Tanzimat şairleri bu şiiri birleştirme çabalarında yetersiz kalmıştı. Servet-i Fünun’cular yapay ve yapmacık bir dille yetinerek öze inememişlerdi.
Oysa sanatçı kendi ulusunun dilini bulmalıydı. Batı’dan edindiği yüksek beğeniyle, Batı şiirine öykünmeyen yerli bir şiire yöneldi. Biçime ağırlık tanıdı. Esinlenmenin yerine dil işçiliğini getirdi. Arka planında bir tarih bulunan şiirlerinde imgeye de yer vermedi. Dize çalışmasındaki titizliği “az ve güç yazıyor” izlenimi uyandırdı. Yaşadığı sürede hiç kitap yayınlamaması da bu izlenimi pekiştirdi. Karşıtları tarafından “esersiz şair” olarak adlandırıldı. Hemen her kesimden eleştiriler aldı.
1918′de Yeni Mecmua’da yayınlanan ürünleriyle büyük ilgi uyandırdı. Daha sonra Edebi Mecmua, Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci, Dergah gibi dergilerdeki şiirleriyle kendini yol gösterici olarak kabul ettirdi. Ölümünden sonra yayınlanan eserleri iki bölüm halinde değerlendirilir. “Kendi Gök Kubbemiz” ve “Eski Şiirin Rüzgarıyla.” Bu iki eser Yahya Kemal’in baş yapıtlarını bir araya getirir. “Eski Şiirin Rüzgarıyla”daki şiirlerden “Açık Deniz”, “Itrî”, Erenköyü’nde Bahar”, “Nazar”, “Ses”, “Çin Kâsesi”, “Deniz Türküsü” şairin çok özel ürünleridir. Daha çok Nedîm’den yola çıktığı bu şiirlerde, günlük yaşamın parıltısını elden çıkardığı, dekadan bir girişimin aşırı incelikleri ve dil yabancılaşmasıyla bir tür resim sanatına yöneldiği görülür.
“Kendi Gök Kubbemiz”deki şiirlerde ise temelde bir “aşk” ve “İstanbul” şairi olarak görünür. “Vuslat” şiiriyle erotik temaları örselemeden şiire getirir. Bir yandan da tarih tutusuyla dinci ve milliyetçi bir görünüm kazanmaya başlar. “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”, “Ziyaret”, “Atik Valide’den İnen Sokakta” gibi şiirleri bu durumun örnekleridir. Düzyazıları “Peyam” gazetesinde yayınlanan yazılarıyla, “Çamlar Altında Sohbetler”den oluşur. Bu yazılardan bazıları “Süleyman Sadi” ya da “S.S” imzasını taşır. Ayrıca Büyük Mecmua ve Dergah’ta söyleşiler yaptı, eleştiriler yazdı, bunları Hakimiyet-i Milliye gazetesinde sürdürdü. Bitmemiş şiirlerinin bir bölümü 1976′da “Bitmemiş Şiirler” adıyla yayınlandı.
ESERLERİ
ŞİİR:
Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962)
Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
Bitmemiş Şiirler (1976)
ŞİİR:
Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962)
Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
Bitmemiş Şiirler (1976)
DÜZYAZI:
Aziz İstanbul (1964)
Eğil Dağlar (1966)
Siyasi Hikayeler (1968)
Siyasi ve Edebi Portreler (1968)
Edebiyata Dair (1971)
Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973)
Tarih Musahabeleri (1975)
Mektuplar-Makaleler (1977)
Aziz İstanbul (1964)
Eğil Dağlar (1966)
Siyasi Hikayeler (1968)
Siyasi ve Edebi Portreler (1968)
Edebiyata Dair (1971)
Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973)
Tarih Musahabeleri (1975)
Mektuplar-Makaleler (1977)
Yahya Kemal Beyatlı- Siste Söyleniş
Birden kapandı birbiri ardınca perdeler...
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?
Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden
Firuze nehri nerde? Buğun saklıdır, neden?
Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre golleri.
Bir devri lanetiyle boğan sairin Sisçi.
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.
Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha;
-Örtün! Muebbeden uyu! Ey sehr! -O beddua...
Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
Hala dağılmayan bu sisin arkasındasın.
Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl.
Hüznün, ferahlığın bizim olsun kisin, yazın,
Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın.
Yahya Kemal "Süleymaniye'de Bayram Sabahı"
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri ru'yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varliğının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mu'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Sessiz Gemi - Yahya Kemal Beyatlı
SESSIZ GEMI
Artik demir almak günü gelmisse zamandan,Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hic yolcusu yokmus gibi sessizce alir yol;
Sallanmaz o kalkista ne mendil ne de bir kol.
Rihtimda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bicare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranli hayatin ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmis ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmiyecekler.
Bircok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir cok seneler gecti; dönen yok seferinden.
Yahya Kemal Beyatlı Ezansiz Semtler
Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler.
İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur-an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.
Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetler yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaşayış, ne semt hiçbirşey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.
Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hasılı o toproğın o köşesi imana gelirdi. Beyoğlunu ve Galatayı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman ruhundan ari, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar'a bakınınz bir de Kadıköyü'ne. Üsküdarın yanında Kadıköy Tatavla (Kurtuluş)'yı andırır. Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz, bu son asırda peyda olan semtlerle, İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabi ve hoş gören eblehler uzağa değil, Balkan Devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenilşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir. Pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan ari değildirler. Artık Türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu? Hayır büyük bir kütlede yine o ruh var, fakat biz son nesil bir sürü gibi, büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyanetini meczedip (bir araya getirip) bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten (pis kokudan) kurtaracak mürşidler, şairler, edipler, hatibler, yetişmedi, fakat gayet tabii bir revişle (gidişle) büyük kafileye, kendi kendimize döneceğiz.
Dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile. Çocuklutan beri diyanet yolundan ayrılmamı olan kardeşlerimiz, bizim gibi rücu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar. Onlara tamamiyle iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanımayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı ve uzak düştük.
Dört sene evvel büyük adada oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahlle içindeki sakit (sessiz) yollarından kendi başıma Camie doğru gittim. Vaiz kürsüde va'az ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden birini, camiide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Va'zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zamangözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm. O sabah o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemeaati idik. Namazdan çıkarken kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazında iki defa mes'udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına Camie gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi.
Hem geldiğimi hemde Bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik etti. bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. o sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. biz böyle bir Sabah Namazında anne millete dönebiliriz. fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri HATIRLAYAMAYACAKLAR!
İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur-an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.
Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetler yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaşayış, ne semt hiçbirşey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.
Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hasılı o toproğın o köşesi imana gelirdi. Beyoğlunu ve Galatayı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman ruhundan ari, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar'a bakınınz bir de Kadıköyü'ne. Üsküdarın yanında Kadıköy Tatavla (Kurtuluş)'yı andırır. Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz, bu son asırda peyda olan semtlerle, İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabi ve hoş gören eblehler uzağa değil, Balkan Devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenilşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir. Pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan ari değildirler. Artık Türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu? Hayır büyük bir kütlede yine o ruh var, fakat biz son nesil bir sürü gibi, büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyanetini meczedip (bir araya getirip) bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten (pis kokudan) kurtaracak mürşidler, şairler, edipler, hatibler, yetişmedi, fakat gayet tabii bir revişle (gidişle) büyük kafileye, kendi kendimize döneceğiz.
Dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile. Çocuklutan beri diyanet yolundan ayrılmamı olan kardeşlerimiz, bizim gibi rücu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar. Onlara tamamiyle iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanımayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı ve uzak düştük.
Dört sene evvel büyük adada oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahlle içindeki sakit (sessiz) yollarından kendi başıma Camie doğru gittim. Vaiz kürsüde va'az ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden birini, camiide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Va'zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zamangözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm. O sabah o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemeaati idik. Namazdan çıkarken kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazında iki defa mes'udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına Camie gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi.
Hem geldiğimi hemde Bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik etti. bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. o sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. biz böyle bir Sabah Namazında anne millete dönebiliriz. fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri HATIRLAYAMAYACAKLAR!
Yahya Kemal Beyatlı-Aziz İstanbul
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal Beyatlı
....Demiş Yahya Kemal de...
Kendinden geçer insan bu dizeleri okurken...
Amma velâkin....
Acaba Yahya Kemal Beyatlı Çamlıca'nın eteklerindeki bu beton denzini görseydi ne derdi?
Aynı dizeler yazılır mıydı Yahya Kemal'in elinden...
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal Beyatlı
....Demiş Yahya Kemal de...
Kendinden geçer insan bu dizeleri okurken...
Amma velâkin....
Acaba Yahya Kemal Beyatlı Çamlıca'nın eteklerindeki bu beton denzini görseydi ne derdi?
Aynı dizeler yazılır mıydı Yahya Kemal'in elinden...
Ezan-ı Muhammedi - Yahya Kemal Beyatlı
Emrr-i bülendsin ey ezan-i Muhammedi
Kafi değil sadana cihan-i Muhammedi
Sultan Selim-i Evvel-i rametmeyup ecel
Fethetmeliydi alemi şan-i Muhammedi
Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca ruh-i revan-i Muhammedi
Ervah cümleten görür ALLAHU EKBER-i
Akseyleyince Arşa lisan-i Muhammedi
Üsküp-te kabr-i madere olsun bu nev-gazel
Bir tuhfe-i bedi-ü beyani Muhammedi
Geçmiş Yaz - Yahya Kemal Beyatlı
Rü'yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi'rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rü'yâ duruyor yerli yerinde!
Yol Dusuncesi - Yahya Kemal Beyatli
Bu def’a farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayâtı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyâhatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Mısır ve Sûriye, pek genç iken, hayâlimdi;
O ülkelerde gezerken kayıdsızım şimdi.
Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,
Beş on yıl önce, görür müydü, böyle taş yığını?
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî.
Demek ki alemin artık göründü serhaddi.
Ne Akdeniz’'de şafaklar, ne çölde akşamlar,
Ne görmek istediğim Nil, ne köhne Ehrâmlar,
Ne Bâlebek’te lâtin devrinin harâbeleri.
Ne Biblos’un Adonis’den kalan sihirli yeri,
Ne portakalları sarkan bu ihtişamlı diyâr,
Ne gül, ne lâle, ne zambak, ne muz, ne hurma ve nar,
Ne Şam semâsını yâlel’le dolduran şarkı,
Ne Zahle’nin üzümünden çekilmiş eski rakı,
Felekten özlediğim zevki verdiler, heyhât!
Bu hâli, yaşta değil, başta farzeden bir zât
Diyordu: "İnsana çarmıhta haz verir îman!"
Dedim ki: "Hazreti İsâ da genç imiş o zaman."
Eğer mezarda, şafak sökmiyen o zindanda,
Cesed çürür ve tahayyül kalırsa insanda,
- Cihan vatandan ibârettir, îtikadımca -
Budur ölümde benim çerçevem, murâdımca;
Vatan şehirleri karşımda, her saat, bir bir;
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir;
Şerefli kubbeler iklimi, Marmara’yla Boğaz;
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmiyen bir yaz;
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerimiz;
Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz;
İçimde dalgalı Tekbir’i en güzel dînin;
Zaman zaman da "Nevâ-Kâr’ı" doğsun, Itrî’nin.
Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle.
YAHYA KEMAL BEYATLI
Yahya Kemal Beyatlı - Sessiz Gemi
SESSIZ GEMI
Artik demir almak günü gelmisse zamandan,Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hic yolcusu yokmus gibi sessizce alir yol;
Sallanmaz o kalkista ne mendil ne de bir kol.
Rihtimda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bicare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranli hayatin ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmis ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmiyecekler.
Bircok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir cok seneler gecti; dönen yok seferinden.
Samiha İkbal
- Samiha İkbal ' in Hayatı
- Samiha İkbal - Peltek vaizin dilinden değil, yüreğ...
- Samiha İkbal - Mum Işığı
- Samiha İkbal - Kimsin sen
- Samiha İkbal - Kırda kelebek kovalarken adını unut...
- Samiha İkbal - İzler
- Samiha İkbal - Gülkırmızı Gülüşlerle
- Samiha İkbal - Göz Aydınlığı
- Samiha İkbal - Git me Gel me
- Samiha İkbal - Eylül
- Samiha İkbal - Eğer bir anlamı varsa...
- Samiha İkbal - Dua, eylem ve şükür...
- Samiha İkbal - Birer melek kucakladı bizi
- Samiha İkbal - Bir savaşcı ilan ettim yüreğimi
- Samiha İkbal - Bir Mevsim ki
- Samiha İkbal - Bekleyiş
- Samiha İkbal - Aşk
- Samiha İkbal - 1. Yağmuru sevme denemeleri
- Samiha İkbal - Beklerim
Samiha İkbal ' in Hayatı
HAYATI
1975 yılında Samsun'da doğdu. Sosyal Bilimler eğitimi aldı. Şiir ve Deneme dallarında ödülleri bulunan şairin şiirleri muhtelif dergilerde ve antolojilerde yayımlandı.
Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan şair, evli ve Melek Sima adında bir kız çocuk annesi.
ESERLERİ Şairin Dolunay Yayınlarından yayınlanmış iki şiir kitabı vardır. Bunlar; Üç noktanın ikisi-2002 ve Kırda kelebek kovalarken adını unutan çocuk-2006 |
Samiha İkbal - Peltek vaizin dilinden değil, yüreğinden dökülenler...
Hayallerimi boyuyordum Yaşam merdivenlerinde düştüm... Bir cirkin ördek yavrusunun Kuğu olmasıydı hikayem çözdüm... Tüm kuşkuları boğarak En adaletsizi ile dostun Zaman denizinde yüzdüm.... Celladın üç silahı varmış Bir.... iki..... üç...... bildim.... |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Mum Işığı
Keşişler kıllı parmaklarıyla açtılar kitabı: Eylüldü İason kar serpmekte şimdi olmuş ekinlere. Ellerden bir gerdanlık verdi sana orman, böylece ölmüş, yürümektesin ipin üstünden. Mavinin daha koyusu ihsan edilmiş saçlarına, ben aşktan konuşuyorum. Deniz kabuklarına, inçe bir buluta sesleniyorum, bir sandal tomurcuklanıyor yağmurda Bir tay düşüyor yaprak gibi dökülen parmakların üzerinden Kapkara açılıyor büyük kapı, benim şarkımla: Nasıl yaşamıştık burada biz? RAHATÇA karlarla ağırlayabilirsin beni yürüdüğüm sürece dut ağaçıyla omuz omuza yazın içinden, hep çığlık atmıştı en genç yaprağı. GELEÇEĞİN kuzeyindeki ırmaklara atıyorum taşlarla nakışlanmış gölgelerle duraksayarak ağırlaştırdığın ağları. DURMAK, gölgesinde havadaki yara izinin. Kimse-ve-hiçbir-şey-için-Durmak. Tanımaksızın, yalnızca kendi adına. O gölgede konuşmadan da barınabilen her şeyle birlikte ELLERİMİN derisinin altına dikilmiş,ellerin avuttuğu adın. Gıdamız olan hava toprağını yoğurduğumda bir acılık katıyor hamura delice açık tenden yansıyan harflerin parıltısı. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Kimsin sen
Kimsin sen Şişelerdeki badeler gibi yıllanmış Gönüllerde sevdan Sahi kimdin sen? Masal bahçelerinin Hiç solmayan çiçeği mi? Yorgun göçmen kuşlarının Kanatlarını kaldıran sonbahar rüzgarı mı? Sahi sen kimdin? Anamın belediği benimle birlikte beşiğe Sıcacık. Alacakaranlıkta gözlerin Birer ateş topu Yıkıyor gönül tabularını Sahi kimsin sen? Çilekeş aşkların davetsiz konuğu. Yürekteki fırtınanın devrilen ağaçları Yuvasız kalan kuşları. Göl ortasında susuzluğa susamış Bir nilüfer mi? Çöl ortasında yağmura aşık Bir bedevi mi? Sahi kimsin sen? Bir yerlere yazmıştım adını Bulabilirsem... |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Kırda kelebek kovalarken adını unutan çocuk
Düşümde düşündüm Düşünülmemiş düşleri Çam ağaçlarının yapraklarını yoldum Saçlarını ördüm. Kırda kelebekleri kovalarken Adımı unuttum. Gereğinden fazla yaşamışım Upuzun yalnızlığımda Buluş ve kaybedişten hemen sonra Düşümde düşündüm. Düşümde bile yakıştıramadım Ölümü çocuklara Savaşı büyüklere yakıştıramadığım gibi Silahı sevmediğim, kavgayı bilmediğim gibi Düşümde düşündüm Görkemini gözyaşının Bu kaçıncı uyku Bu kaçıncı uyanış Bu kaçıncı unutuluşu İSMİN. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - İzler
Hala hayal kırıklarını anlatır annem Yaşama dair bildiklerini Anne olmanın inceliklerini Bakıp annemin buğulu gözlerine -Konuş diye bağırdım Hep doşruyu söyleyen yalanım ben Tırnaklarımı söksen sesim çıkmaz Ucunda evlat olunca Kalbim bir atar bir atmaz Evladın gözüne bakınca Hep doğruyu söyleyen yalanım ben |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Gülkırmızı Gülüşlerle
Öğrenmesi gerek çocukların Güneşin her zaman sıcak ve aydınlık doğmayacağını Ve onlara anlatmalı birileri Suların daima bulanık akmayacağını Çizgi filmler, resimler birer hayaldir Öğrenmesi gerek çocukların Her uykunun bir uyanışı olduğunu, Yer yer korkuyu bilmeli çocuklar Zaman zaman korkusuzluğu Umudu... Ve öğrenmeli çocuklar Duraksız istasyonlarda durdurmayı gideni Bitmeyen sevdalara dayalı Yürekleri olmalı çocukların Kutlu yolculukta yorulmak bilmeyen ayakları Öyle gelsin gelecekse ağlamayı bilen gözleri Güneşi emmişken, ısınmışken gönülleri Tükenmeyen sevgileri olmalı Kurak iklimlerde Yıllar var, göremedim, duyamadım, dokunamadım Titreyişini hissettiğim yürekleri var çocukların Gelecekten endişeli gözleri Ve bir ömür coşkuyu öğrenmeli çocuklar Bir yolculuğa son vermeden varılmaz Varılası ufukları olmalı çocukların Çocuk olmayan yollara düşmesin yolum Çünkü çocukların olmadığı yollar karanlık Çocuk olmayan geceler yıldızsız Çocuksuz kapılar nefessiz Ey çocuk, senin de gözlerinde yıldızlar parlayacak Yıldızlar toplayacağız gözlerinden Gülkırmızı gülüşlerle. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Göz Aydınlığı
Göz aydınlığı veriyor birileri Dar çerçeveli pencerelerden Sarkamıyoruz sokaklara Şenliğine çocukların, Seslerine sesimiz karışamıyor. Göz aydınlığı veriyor birileri Bizim gözlerimiz hep yaşlı, Sözlerimiz hep acıklı, Ellerimiz titreme nöbetlerinde Bakışımız hummalı. Göz aydınlığı veriyor birileri Şairler şiirlerini bitiriyorlar Temiz bir sayfa çekiyorlar önlerine. Göz aydınlığı veriyor birileri Yaşlı demir kapıların ardından doğuyor gün Çatlak duvarlardan ılık havayı getiriyor rüzgar İnanasımız geliyor... Göz aydınlığı veriyor birileri Herkes duyuyor, Kimse görmüyor, Herkes inanıyor. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Git me Gel me
Akıttım gönlümün kirli sularını Berraklığına şaştı biri O şehrimden herhangi biri Sen bende siz olurken O bende biz olan biri... |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Eylül
İnerken akşam Eylül hüzünleriyle Sönüyor umutlarım. Mavilerin derinliğine gömülüyor Çığlık çığlığa gözlerim. Mehtabın olmadığı bir yerde Kumsala yazılmış adım. Dalgaların dövdüğü Bir şiirin son dizeleri Martıların bile okumadığı. Eylül'ün kalbe olan ihaneti Buharlaştırdı son doğan Güneş, duyguları Nedenleri, nasılları Yalancı sevgilerin Okşayışı gibi saçları... |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Eğer bir anlamı varsa...
Büyülü bir beyazın çocukları Uzun bir bekleyiş, akıllı insanların duâlarıyla Onca uzakken eski masalların köle yaşamından Soluk yüzlü değil, soluk yürekli bu insanlar Ateş yakmamıza da izin vermiyorlar İşaret veririz korkusuyla. Serseri anıların yalnız sizler mi şahidisiniz Zorlayalım o zaman kapıları Kazancım ne ola ki bu yasak girişlerden. Bu yalana bayılıyorum Sıradanlığına bu gidişatın Şaşkındım, anlayamadım son zaman türküsünü... Unutun, durmayın unutun yaradılmışlığı Mevsim her dem yola çıkmaya uygun Beklenmedik bir fırtına bastırırsa ya! Uyku olup düşlere düşerse Lut, Ad, Semud... Acı bir çığlık olup Onlar kendilerini bulamadılar burada Ayakları uçurumun dibine çakılı Gel, alıp başımızı gidelim diyorsan gidelim Tarih sayfalarına sürerek saçlarımızı Ve unutalım yaradılmışlığı... Bizim unutmamız ne kayıp ki? Ya bizi de unutursa Tanrı. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Dua, eylem ve şükür...
1. Ben ağırlaşırken Bir tarafı hafifliyor dünyanın Gün tebessümleri taşıyor ağır ağır Belli ki yağmur yağacak. 2. Yine de dirençli dağlar Kendinden ayrılmayan kışa rağmen İktisatlı kullanıyor olmalı Siyah ve beyazı. 3. Özünde, sevgiye gebe toprak Yerli yerine oturunca sonsuz yaşam. Kuşanınca sabrı Yaşanan hangi öykü inkar edecek bizi. 4. Zaman nazlı nazlı süzülüyor Çarmıha gerilirken korku. Acı, beklenen beste. Yürek titriyorsa herşey iyi olur. 5. Sabrın bereketi hayata dekor oluşturuyor Mesuliyet ağır, her yağan yağmur sonuçta cansuyu Yasak, her müfredatta, Vakit geç mi olur Bulutlar yürürken maveraya. 6. Hayat asil duruşunda, ölüm kaçınılmazı oynuyor Devasa bir kararlılık, onun adıyla başladım duaya Siyah ve beyaz tutuştu kavgaya Bu eyleme gülümsedi gökyüzü. 7. Sır çıktı, fikir kaldı. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Birer melek kucakladı bizi
Birer Melek kuçakladı bizi Kaybedenlerden olmadık Rabbim güzel insanlara cevirdi yüzümüzü Yaşamın sırrına erdik mi bilemiyorum Geçtik sarp ve korkunç vadileri Güneşe bile leke süren diller var Yağmura söven Aşk savaştığım zaman bulurdu beni Madde gibi bir kuma sardım başıma Yaşama dair ümitlerim vardı Hiç sevmedim gözlerimde yıkanmamış yağmuru Lanetlenmiş sözleri vardı insanlarımın Rabbim, Kıymadı kıyılası yüreklere Cevirmedi yüzünü Ne söylenen ne de hissedilenleri duymadık Tuz basıldı yaramıza İnsanlar insanların kölesi olmuşsa Senin ve benim yapabileçeğimiz budur. Rabbim,birer Melekle ödüllendirdi Kaybedenlerden olmadık Güzel yarınlara çevirdi yümüzü. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Bir savaşcı ilan ettim yüreğimi
Bir savaşcı ilan ettim yüreğimi Ve bıraktım sağanağın altına Ardına düşmeyeceğim Kollamıyacağım sevgiyi Dileğimdir,ümidimdir Aşk ı bulana kadar savaşsın. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Bir Mevsim ki
Kanatsız bir demdi
Kara düğüm olmuş duygularla
Bedbinlik her dem
Fersiz gözlerinde sadece
Gözyaşı vardı çocukların
Ne yapalım yangınını söndürmek için
Kaba eller üzerinde kafatasları
Taşınır bir merminin ışığında ruhlar
Dağınık ve kudsi ve de binlerce.
Sana ne oluyor ey melek
Ters çevir gazab rüzgarını
Meydan okurdum sana olmasa
Olmasa ilahi emir.
Samiha İkbal - Bekleyiş
Bir bebek gülüşünün sadeliğine Hasrettir sabahlar Ve yüzyıla yakındır Doğmadı sabahlar İpek kanatlı kuşlar uçmadı Derviş çare bulamadı ki, Aşk mumunu onlar yakar Aşık olup onlar yanar Onlardı göğe çevrili dudaklar Ve yüzyıla yakındır Doğmadı sabahlar |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Aşk
Aşk... Öncelerde aşk; En unutulmadık çağda Bir utangaçlık yüzde al al Yürekte bir anlamsızlıktı. Öncelerde aşk; Okul sıralarından Kütüphane merdivenlerine taşınırdı. Akar sulardaki berraklık, ışıltı Bitimsiz, samimi, sınırlı... Öncelerde aşk; Ateşten bir deniz, küstah Mevsimsiz solmalar, gurur Uçurum başlarında fırtınalı Ayrılıklarla bezenmiş, dilsiz Sarı bir keder, gri bir hüzün Öfke... Şimdilerde aşk; Bildiğim bütün duyguların En bereketlisi, en sadakatlisi En dürüstü Görkeminde yaradılışın En helali... Şimdilerde aşk; Avuç kadar yüzde Bukle bukle saçlar İki vucutta carpan tek kalp Hep aşk; Ölümsüzlüğünde nefesin Yaradana sığınmaktır. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - 1. Yağmuru sevme denemeleri
Tarihi icerken yudum yudum Kayıpları sayıyor yağmur damlaları... Şemsiyesiz gözlerde camurlar yıkanıyor Ve coğalıyorsun damla damla Deneyleri icerek... Sızıyor bir yerlerden ihanet Taşı bile deliyor yağmur Hangi tarih tualine resmedilmemiş Acıdan başka nedir ki savaş. Hangi yana aktığını bilmeden Düşüyorsa yağmur toprağa Tut yağmuru kollarından gözyaşına bağla. Kırmızı intiharı var yüreğin Bir gizemli tahtın umut eşiğinde. Yankılanıyor sessiz ve derinden Birazdan yağmur dinecek İntiharı tarihte kalanlara bırakarak. |
Samiha İkbal |
Samiha İkbal - Beklerim
Bazen görünmez karanlıkta güzellikler Güneş doğsun diye beklerim Kurur dudaklarım bir kelam edemem Yağmur yağsın diye beklerim Kulaklarım bir tatlı nağmeyi özler Sesin gelsin diye beklerim Etrafımı sarar bembeyaz bir sis Rüzgar essin diye beklerim Dayanmaz bu hasrete yüreğim Seni,bana dönsün diye beklerim. |
Samiha İkbal |
Rıfat Ilgaz
- Rıfat Ilgaz hayatı
- Karartma Geceleri Rıfat Ilgaz
- RIFAT ILGAZ Çocuklarım
- Rıfat Ilgaz -Ormanız Biz
- Rıfat Ilgaz Şiir Serisi - Bu da Bir Özgürlük
- Rıfat Ilgaz - Yaşıyoruz
- Rıfat Ilgaz - Saltanat
- Rıfat Ilgaz - Kulağımız Kirişte
- Rıfat Ilgaz - Senin Neyin Eksik
- Rıfat Ilgaz - İçelim
- Rıfat Ilgaz - Sahipsiz
- Rıfat Ilgaz - BU DA BİR ÖZGÜRLÜK
Rıfat Ilgaz hayatı
HAYATI (1911-1993) |
Rıfat Ilgaz 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairlerinin başta gelenlerindendir. 1911 yılında Cide'de doğdu.Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı.İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı.Ayrıca; Açıkgöz(Kastamonu) , Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle buradan ayrıldı.Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü.1930 yılında mezun oldu.Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı.Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938 'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı. 1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulu'nda Türkçe Öğretmenliğine başlayan Ilgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı.1940 'da Çığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi.Hasan Tanrıkut, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel'le tanıştı.Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1042'de Yürüyüş Dergisi'ni çıkardılar.Bu dergide Orhan Kemal, Sait FAİK, Cahit Irgat, A.Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri) ile birlikte çalıştılar. 1943'te ilk kitabı 'Yarenlik'i yayınladı.Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü.Ocak 1944'de 'Sınıf'adlı şiir kitabı çıktı.Sıkı yönetim kararı ile toplatıldı.Pertev Naili Boratav 'Sınıf' için:'Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat Ilgaz'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur' diye yazdı. 1945'te Gün Dergisi çıktı.Ilgaz bu dergide sekreterdi.Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz Nesin'in Cumartesi Dergisine ortak oldu.Seçici kurulda çalıştı.1946'da Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte Gerçek Gazetesini çıkardılar.1946 Ekim ayında Yığın Dergisini'ni Esat Adil ve Adil Yağcı ile birlikte çıkardılar. Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı.Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanatoryumunda yattı.Şubat 1947'de Sebahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz'un çıkardığı Marko Paşa kadrosuna girdi.Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa gibi dergilerin adı sık sık değişiyordu.1950'li yıllarda Ilgaz, gazetecilik yapmaya başladı.Sakıncalı olduğundan gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'da Tan Gazetesi'nde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı.Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş Dergisi'ne 'Stepne' takma adıyla yazılar yazdı.Hababam Sınıfı, Pijamalar(Bizim Koğuş) , Don Kişot İstanbulda bu dergide dizi olarak yayınlandı.Hababam Sınıfı'nı da isminin sakıncalı olması nedeniyle 'Stepne'(Yedek Lastik) takma adıyla yazdı.Ocak 1953'te Devam adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı. 1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlama özgürlüğüne kavuşan Rıfat Ilgaz Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organlarında ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi.Sınıf Yayınları'nı kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi.1970'te Basın Şeref Kartı'nı aldı.1974'te emekli oldu.Doğum yeri olan Cİde'ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde göz altına alındı..Tutukluluğu sona erince İstanbulda oğlu Aydın Ilgaz ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı.Bu olaylar 'Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra' adlı kitabında anlatılır. Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik.Altmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir. Yıllarca bizden kendisini uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat Ilgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas Olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu. |
ESERLERİ |
Şiir kitapları: Yarenlik (1943) , Sınıf (1944) , Yaşadıkça (1948) , Devam (1953) , Üsküdar’da Sabah Oldu (1954) , Soluk Soluğa (önceki kitaplarından seçmelere eklemelerle,1962) , Karakılçık (1969) , Uzak Değil (1971) , Güvercinim Uyur mu (1974) , Kulağımız Kirişte (1983) , Ocak Katın Alagöz (1987) Ömer Faruk Toprak Ödülünü kazandı. Romanları: Karadeniz'in Kıyıcığında (1969, önce oyun olarak çıktı,1965) , Karartma Geceleri (1974) , Sarı Yazma (1976) , Yıldız Karayel (1982) ile 1982 Madaralı Roman Ödülü'nü ve 1982 Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazandı Tiyatroları: Basılmış oynanmamış veya oynanmış, yayınlanmamış oyunları da olan Ilgaz'ın tiyatro türünde en ünlü eserleri Hababam Sınıfı (ilk oyun.1966, bas.1967) ve Hababam Sınıfı Uyanıyor, Hababam Sınıfı Baskında, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (ilk oyun.1969, Ibiş oyunuyla, bas.1971) , Abbas Yola Gider (1971) adlı kitaplarıdır. Mizah: Önce iki hikaye kitabı çıkardı: Radarın Anahtarı (1957) , Don Kişot Istanbul'da (1957) : sonra iki roman: Hababam Sınıfı (1957,10. b.1972, filme de alındı: 1975) ve Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959) . Bunları, gene mizah türünde pek çok hikaye izledi: Kesmeli Bunları (1969) , Nerde O Eski Usturalar (1962) , Saksağanın Kuyruğu (1962) , Şevket Usta'nın Kedisi (1965) : Geçmişe Mazi (1965) , Garibin Horozu (1969) ve 1972'de çıkan on kitap: Altın Ekicisi, Palavra, Tuh Sana, Çatal Matal Kaç Çatal, Bunadı Bu Adam, Keş, Al Atını, Hababam Sınıfı Baskında, Hababam Sınıfı Uyanıyor. Daha sonra yayımlanan mizah türündeki kitapları, Palavra (hikayeler,1982) , Rüşvetin Alamancası (1982) , Çalış Osman Çiftlik Senin (hikayeler,1983) , Sosyal Kadınlar Partisi (hikayeler 1983) , Apartıman Çocukları (roman,1984) , Hoca Nasrettin ve Çömezleri (roman,1984) , Hababam Sınıfı Icraatin îçinde (1987) , Şeker Kutusu (1990) , Dördüncü Bölük (1992) Anılar: Yokuş Yukarı(1982) , Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra(1986) Güncel: Nerde Kalmıştık (1984) , Cart Curt (1984) köşe yazılarını topladığı kitaplarıdır. Çocuk kitapları: Halime Kaptan (1972) Kumdan Betona (1976) , Öksüz Civciv (1979) , Bacaksız Kamyon Sürücüsü (1977) , Cankurtaran Yılmaz (1979) , Bacaksız Sigara Kaçakçısı (1980) , Bacaksız Okulda (1980) , Bacaksız Tatil Köyünde (1980) , Bacaksız Paralı Atlet (1980) , Küçükçekmece Okyanusu (1983) , Apartıman Çocukları (1984) , Çocuk Bahçesinde(1993) |
Karartma Geceleri Rıfat Ilgaz
İkinci Dünya Savaşı’nın sınırlarımıza dayandığı 1944 yıllarında Mustafa adında bir öğretmen vardır. Bu öğretmen, yazdığı şiirler yüzünden hapishaneye atılmıştır. Solcu olan öğretmen, ezilen halkın sorunlarını, yönetimdeki yanlışlıkları şiirlerine konu edindiği için, yazdığı kitabı toplatılmıştır. Karanlık hapishanede çok kötü ve zaman kavramının olmadığı günler geçirmektedir. İkinci Dünya savaşı devam ettiğinden, geceler karartılmakta, ekmekler, karne ile verilmekte, mahkûmlar da zaman zaman sığınaklara alınmaktadır. Halk bu olağanüstü durum içerisinde bitap haldedir.
Mustafa, hapishanedeki mahkûmları sığınağa götürürlerken, konuştuğu için, subay tarafından taş odaya kapatılır. Zifiri karanlık ve rutubetli ortamda günlerce kalan Mustafa, taş odadaki arkadaşına buralara nasıl geldiğini anlatmaya başlar. Çünkü günler geçmemektedir.
Mustafa öğretmen, hasta olduğundan dolayı rapor almıştır. Okula gitmemektedir. O sıralarda ise, yazmış olduğu şiir kitabı yasaklanmış, toplatılmıştır. Öğretmen Mustafa Ural ise, polisler tarafından aranmaktadır. Tutuklandığından dolayı polisler, öğretmenin sürekli evine gelmektedirler. Karısı ise bu durumdan oldukça şüphelenir. Öğretmen bir ara karısını gördükten sonra evinden ayrılıp, kendini dışarı vurur. Evine gidemeyeceğine göre, kalacak yer aramaktadır. Eskiden beri gittiği kahvede, onu arayan sivil polisi görünce, Mustafa, işin ciddiyetini anlar. Halkın yanında olan bir şairin, davasında çabucak pes etmemesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden kaçar ve Cengiz adlı bir arkadaşının evinde kalmaya başlar. Fakat, Cengiz’in fakülteden kız arkadaşının durumu öğrenmesi üzerine, Mustafa yer değiştirmek zorunda kalır. Nihat adında eski öğrencisinin yanına gider. Orada Nihat’ın büyükannesine durumu çaktırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Öğretmen Mustafa, Nihat’ın evinde kalırken, onun sınavlara hazırlanmasında yardımcı olur. Bu sırada ise polisler, ellerinde resimler ile ve Mustafa’nın karısı ve arkadaşlarını sıkıştırarak öğretmenin yerini bulmaya çalışırlar. Sürekli onu ararlar. Mustafa, ancak karısına gizli gizli uğrayabilmektedir. Nihat’ın büyükannesi Mustafa öğretmenin evde kaldığını öğrenince, Mustafa oradan da ayrılmak zorunda kalır. Birkaç gün boyunca sürekli İstanbul’un sokaklarında dolaşır. Sürekli polis ve bekçilerden kaçar. Yer yer hamamda ya da kahvede gördüğü güvenilir arkadaşları ile sohbet eder, ama durumu olduğu gibi izah etmez. Ancak İstanbul’da sokakta gördüğü, evine gittiği solcu veya öğretmen arkadaşlarının yardımıyla geçinip, polisten kaçabilmektedir. Zaman zaman Cengiz, zaman zaman kendisi gibi şair olan Faruk’tan yardım alır, özellikle karısı ve ailesine yardımını bu kişiler sayesinde ulaştırıyordur.Kaynakwh webhatti.com:
Bu sıralarda, sokakta gördüğü bir polise, yakalanmamak için, ismini Behzat olarak tanıtmıştır. Bir sabah, emniyete gidip, teslim olmaya karar vermiştir Mustafa. Fakat o sırada bu polisi tekrar görür. Polis, kişinin Behzat değil de, Mustafa olduğunu anlamıştır. Mustafa, onun oğlunun derslerini düzeltmesi için öğretmeni ile konuşmuştur. Bu iyiliğini hatırlayan polis, Mustafa’ya yumuşak davranır. Fakat aralarındaki bir laf dalaşı yüzünden, polis Mustafa’yı doğruca emniyete götürür.Kaynakwh webhatti.com:
İşte Mustafa, taş odadayken, oda arkadaşı Halil’e bunları anlatır. O sırada komutan aşağı doğru gelmektedir. Mustafa’ya, sorguya çekilmek için çağırıldığını söyler. Mustafa, günler sonra bu defa sorguya çıkmak için dışarı çıkar. Sorgusu ise, öğleden sonraya kalır. O sırada karısını görür. Fakat onunla konuşamaz. İşte, şimdi, elleri kelepçeli, tabancası ile asker, onu götürüyordur, ya taş odaya, ya başka yere…
Mustafa, hapishanedeki mahkûmları sığınağa götürürlerken, konuştuğu için, subay tarafından taş odaya kapatılır. Zifiri karanlık ve rutubetli ortamda günlerce kalan Mustafa, taş odadaki arkadaşına buralara nasıl geldiğini anlatmaya başlar. Çünkü günler geçmemektedir.
Mustafa öğretmen, hasta olduğundan dolayı rapor almıştır. Okula gitmemektedir. O sıralarda ise, yazmış olduğu şiir kitabı yasaklanmış, toplatılmıştır. Öğretmen Mustafa Ural ise, polisler tarafından aranmaktadır. Tutuklandığından dolayı polisler, öğretmenin sürekli evine gelmektedirler. Karısı ise bu durumdan oldukça şüphelenir. Öğretmen bir ara karısını gördükten sonra evinden ayrılıp, kendini dışarı vurur. Evine gidemeyeceğine göre, kalacak yer aramaktadır. Eskiden beri gittiği kahvede, onu arayan sivil polisi görünce, Mustafa, işin ciddiyetini anlar. Halkın yanında olan bir şairin, davasında çabucak pes etmemesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden kaçar ve Cengiz adlı bir arkadaşının evinde kalmaya başlar. Fakat, Cengiz’in fakülteden kız arkadaşının durumu öğrenmesi üzerine, Mustafa yer değiştirmek zorunda kalır. Nihat adında eski öğrencisinin yanına gider. Orada Nihat’ın büyükannesine durumu çaktırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Öğretmen Mustafa, Nihat’ın evinde kalırken, onun sınavlara hazırlanmasında yardımcı olur. Bu sırada ise polisler, ellerinde resimler ile ve Mustafa’nın karısı ve arkadaşlarını sıkıştırarak öğretmenin yerini bulmaya çalışırlar. Sürekli onu ararlar. Mustafa, ancak karısına gizli gizli uğrayabilmektedir. Nihat’ın büyükannesi Mustafa öğretmenin evde kaldığını öğrenince, Mustafa oradan da ayrılmak zorunda kalır. Birkaç gün boyunca sürekli İstanbul’un sokaklarında dolaşır. Sürekli polis ve bekçilerden kaçar. Yer yer hamamda ya da kahvede gördüğü güvenilir arkadaşları ile sohbet eder, ama durumu olduğu gibi izah etmez. Ancak İstanbul’da sokakta gördüğü, evine gittiği solcu veya öğretmen arkadaşlarının yardımıyla geçinip, polisten kaçabilmektedir. Zaman zaman Cengiz, zaman zaman kendisi gibi şair olan Faruk’tan yardım alır, özellikle karısı ve ailesine yardımını bu kişiler sayesinde ulaştırıyordur.Kaynakwh webhatti.com:
Bu sıralarda, sokakta gördüğü bir polise, yakalanmamak için, ismini Behzat olarak tanıtmıştır. Bir sabah, emniyete gidip, teslim olmaya karar vermiştir Mustafa. Fakat o sırada bu polisi tekrar görür. Polis, kişinin Behzat değil de, Mustafa olduğunu anlamıştır. Mustafa, onun oğlunun derslerini düzeltmesi için öğretmeni ile konuşmuştur. Bu iyiliğini hatırlayan polis, Mustafa’ya yumuşak davranır. Fakat aralarındaki bir laf dalaşı yüzünden, polis Mustafa’yı doğruca emniyete götürür.Kaynakwh webhatti.com:
İşte Mustafa, taş odadayken, oda arkadaşı Halil’e bunları anlatır. O sırada komutan aşağı doğru gelmektedir. Mustafa’ya, sorguya çekilmek için çağırıldığını söyler. Mustafa, günler sonra bu defa sorguya çıkmak için dışarı çıkar. Sorgusu ise, öğleden sonraya kalır. O sırada karısını görür. Fakat onunla konuşamaz. İşte, şimdi, elleri kelepçeli, tabancası ile asker, onu götürüyordur, ya taş odaya, ya başka yere…
RIFAT ILGAZ Çocuklarım
Sizi yoklama defterinden öğrenmedim
Haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
Palto ayakkabı yüzünden
Kiminiz limon satar Balıkpazarı'nda
Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder
Biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini
Kalorisini taze yumurtanın
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya'dan konuştuk
Laf kıtlığında
Birlikte neler düşünmedik
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık
Güz rüzgarlarında dokulmuş
Hasta yapraklara mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak
Rıfat Ilgaz -Ormanız Biz
Kamyondan indiğim gün,
Tanıttılar kahve arkadaşlarımı,
İlk çayı kaymakamdan içtim
İlk sigarayı tapucudan
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın diye,
O akşam oynadık ilk prafayı,
Kapıgı beş kuruştan
Yemekten sonra çalındı
En güzel plak şerefime!
Dert yanarken gazetelerden
Dört günlük diye en yenisi,
Almaz oluverdik elimize.
Bir kasabanın da bulunur kendine göre
Taze havadisi;
Akşama doğru,
Selami Efendiyi dinle yetişir!
Çok geçmeden bizim de karıştı
Dedikoduya adımız
Benim de merhabasını kolladıklarım oluyor
Yer gösterip kahve ısmarladıklarım.
Bile bile yenildiğim de oluyor
Bizim muhasebeciye;
Maaşımız vilayet bütçesinden,
Pamuk ipliğine bağlı mesken bedelimiz
Geçinmeye geldik !
Girince İhsan Efendi,
Şöyle bir doğrulacaksın ister istemez
Biz seçmezsek de mutemedizdir.
Defter açmışız dükkânında
O bilir tutarını maaşımızın,
Başkandır yüzde yüz bu seçimde
Arkası dağ gibi kaymakama dayalı.
Kapı bir komşumuzdur,
Kurtarır bizim sokağı çamurdan
Hiç olmazsa köşe başına
İki fener olsun astırır
Kaymakam hoş sohbet adam
İyi bektaşi fıkraları bilir.
Hoşlanmasak da güldürür bizi,
Karışmaz girdisine çıktısına kimsenin,
Bayılır horoz dövüşüne
Cami avlusunda kazanılmış
Ne ünlü dövüşler biliriz!
Kendi havasında Burhan Bey
Dayanamaz peynirli pideye;
Kimin yoğurdu kaymaklı
Kimin yağı kekik kokar,
Ona sor!
İşinin ehli adamdır severiz
Esnafa yıkım olmadan,
Ayırır akla karayı...
Şunun şurasında kaç kişiyiz ki,
İste geldik gidiyoruz,
Ne çıkar kötülükten!
Gördün mü sorgu hakimini,
Dünya umurunda değil,
Nesine gerek elin beş keçisi.
Piket tam meslek oyunu
Kim demiş dut yemiş bülbül diye
İste çözüldü dilinin bağı,
Yüzlük kağıt var elinde...
Bu kahvede geldi Bekir Efendi'nin
Emeklilik emri...
Çok iş var daha onda.
Kim ne derse desin, aznifte yok üstüne
Bayılır dört koluna bu oyunun.
Nargilenin marpuçu bir elinde,
İşte öbüründe domino taşları
Sor, eliyle koymuş gibi bilir,
Düşeş kimdedir...
Hele bak, bir domuzluğu var,
Hem dübeşe yirmi beş yazdıracak.
Hem bağlayacak dört başı
Kolayına mı usta oldu
Tavlada ormancımız;
Altınla ödedi her pulunu teker teker,
Kendi kapısından iyi bilir, Se-yek kapısını
Plaka tutmasına
Hesab-ı cariden fazla yatar aklı
Banka müdürü'nün.
Hani Veznedar da yabana atılmaz
Bakma para sayarken
İki de bir süngere yapıştığına,
Sen hüneri kağıt düzerken gör!..
Kahveden yönetir nüfusçu'muz
Doğumla ölümü.
Can ciğerdir Doktor'la;
Şüphelidir yediklerinin ayrı gittiği.
Başkâtibin çayı kıtlamadır,
Kaymakam'ın gözünün önünde,
Çay bardağında çeker konyağı,
Yudum yudum çaktırmadan;
Küçük yer söz olur!
Hacizde olsa gerek icracı,
Bugünde bulunmadı yoklamada,
Hesabına çek iki çizgi daha,
Kaldırır
Köylere çıkmış olacak,
Havalar da soğudu
Hayvanı çift heybelidir,
Benzinsiz çıkılmaz yola.
Hele dönsün, bir âlem yaparız
Komutan'ın evinde;
Yeni plaklarımız da var.
Heybeler boş dönecek değil ya,
Kızarmış iki tavuk olsun bulunur,
Arpalıktan dönüyor!
Rıfat Ilgaz Şiir Serisi - Bu da Bir Özgürlük
1944 yılındasın yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın!
Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.
Gidemezsin elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği z****re.
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar suç ortağınız!
1944 yılındasın yanlışın yok,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler
Aç aslanların ağzına,
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.
Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni.
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manâsı "Millet Şarkısı"nın,
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.
Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti;
Ismarlama yazıları üstât kalemlerin
Taksim'deki ziyafetten resimler…
Çeyrek saat uzaktasın çok değil,
O meşhur Babıali'den.
Tek satır yok sayfalarda
Bu z****rleme tutsaklık üstüne.
Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları
Topyekûn himayesindeyiz z****rlerin.
Yaşadıkca adlı şiir kitabından 1948
Rıfat Ilgaz - Yaşıyoruz
Ben ölmedim…
Beni öldürmediler de;
Yaşıyorum, yaşıyorum işte,
At kıçında sinek gibi,
Töööbe, töbe!
Kapandı yüzümüze dergi kapakları,
Bir varmış bir yokmuş olduk sağlığımızda.
Şiir… O yosmanın boyuna.
Gazete… Gelene gidene başyazı.
Ara ki bulasın sayfalarda
Şair Rıfat Ilgaz'ı.
Düştükse itibardan
Ölmedik ya, yaşıyoruz işte,
Yaşıyoruz dedik, yaşıyoruz be,
Heeeey, fincancı katırları!
Rıfat Ilgaz - Saltanat
Sen otellerde benim konuğum
Bense dar günlerde senin evinde...
Kim ne derse desin
Saltanatımız baba oğul
Sürüp gidiyor işte!
Ne saray, ne yalı, ne köşk,
Ne bir dairecik, kooperatiften...
Ne Bebek sırtlarında bir çadır,
Bir gecekondu da yok, memleket işi
Taşlıtarla'larda...
Diyelim ki, elden düşme bir Ford,
Kilometresi üç kez silinmiş...
Dört tekerim de olmadı bugüne kadar,
Ayaklarımı yerden kesecek!
Her saltanatın bir sonu var oğlum,
Buna musalla taşları şahit!
Son sözümü henüz söylemeden
İşte geldim, gidiyorum,
Altımda bir kuru tabut!
Rıfat Ilgaz - Kulağımız Kirişte
"Çağın gerçekleri, sorunları içinde tarihsel görevinin bilincine varması gereken bir şairin eylemi söz konusudur, bugün. ...Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilmelerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şir de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair, toplumu değiştirme oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır. Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz. "Her yeni çağ gerçekciliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır! Şairim amacı, bu gerçekleri öğrenmekle bitmiyor. Bunları yapıtına bilgi olarak koymak, şairin sanat dışı gereksiz çabalara götürür. O, bu gerçekleri içeriğine uygun bir biçim içinde yansıtmak zorundadır. Şair, çoşku ve hayranlık, benzer koşullar içinde yaşayanlar arasında mümkündür. Bir şiirin etkileyici ödevi, bu koşulların içindekilerle yüz yüze geldi mi başlar. Bu bakımdan şair, yan tutan kişi sayılır."
Rıfat Ilgaz - Senin Neyin Eksik
boyun bosun yerinde,
Omuzların adamakıllı geniş.
Uykusuz bırakır şu pazular
On sekizindeki kızı.
Kaç para eder,
Usta bir makastar elinden çıkma
Bir kat esvabın yok, çivide asılı,
Şöyle işten çıkınca giyecek;
Keyfince ısmarladığın
Bir çift ayakkabın yok!
Boşta mısın, hayır!
İşin ıvır zıvır iş mi?
Kim demiş!
On saat ayak üstünde
Dizlerine kara su iner.
Yaz demez, kış demez,
Savurursun balyozu
Kan ter içinde.
Bekârsın, delikanlısın,
Yıkanmış ütülenmiş iki gömleğin
Niçin olmasın?
Topkapılı'm, Tatar Ali'm,
Soyun Bitpazarı'nda,
Giyin Bitpazarı'nda!
Rıfat Ilgaz - İçelim
İşte bir aradayız! Sağlığından haber beklediklerimiz yanımızda, Ve aramızda uzun zamandır Yüzünü görmediklerimiz! Kimimiz mahpustan dönmüşüz Kimimiz sürgünden! Bu akşam keyfimiz yerinde, Günlük dertlerimizden sıyrılmışız, Nasıl kazanıldığını unutmuşuz paranın Elimiz o kadar açık; Harcayalım neşemiz için! İyisi gelsin şarabın, Yüklü olsun mezeler! Nöbetçisiz geçiyor akşamımız demek, Kilitsiz, demir parmaklıksız; İstersek burda keser konuşmamızı, Çıkarız kol kola, kelepçesiz. Dolaşırız canımızın çektiği sokakta. Özlemini çekmişiz uzun zaman Dostların ve aydınlığın. Duymuşuz her çeşit yanızlığı Tek başımıza. İki çift lâf etmenin karşılıklı, Ne demek olduğunu öğrenmişiz. Konuşalım, Bir suç olduğunu bilerek her sözümüzün. Güzel günlerin yaklaştığını söyleyelim, Dört yanımızı kollayarak. Ne olacak, bilir miyiz birazdan? Belki hesabı sorulacak neşemizin. Kaldıralım son kadehleri, Ayrılalım arkadaşlar, Ayrılırken öpüşelim!
Buda bir özgürlük
1944 yılındasın yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın!
Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.
Gidemezsin elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire.
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar suç ortağınız!
1944 yılındasın yanlışın yok,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler
Aç aslanların ağzına,
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.
Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni.
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manâsı "Millet Şarkısı"nın,
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.
Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti;
Ismarlama yazıları üstât kalemlerin
Taksim'deki ziyafetten resimler�
Çeyrek saat uzaktasın çok değil,
O meşhur Babıali'den.
Tek satır yok sayfalarda
Bu zincirleme tutsaklık üstüne.
Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları
Topyekûn himayesindeyiz zincirlerin.(*)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
DENEME SINAVLARI
- 8. Sınıf İnkılap Tarihi Ve Atatürkçülük 1. Dönem 2. Yazılı Soruları
- 8. Sınıf İnkılap Tarihi Türk İnkılabı Genel Nitelikleri Ve Siyasi Alandaki İnkılaplar Etkinliği
- 8. Sınıf Fen Bilimleri Dönem Sonu Değerlendirme Sınavı Soruları
- 8. Sınıf Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi 1. Dönem 2. Yazılı Soruları
- 7. Sınıf Temel Dini Bilgiler 1. Dönem 2. Yazılı Sınavı Soruları
- 6. Sınıf Temel Dini Bilgiler 1. Dönem 2. Yazılı Soruları
- 6. Sınıf Kuran-ı Kerim 1. Dönem 2. Yazılı Soruları
- 6. Sınıf Arapça 1. Dönem 2. Yazılı Sınav Soruları
- 5. Sınıf Türkçe Genel Değerlendirme Testi Soruları
- 5. Sınıf Bilişim Teknolojileri Ve Yazılım 1. Dönem 2. Yazılı
- 4. Sınıf Türkçe Genel Değerlendirme Sınavı Soruları
- 4. Sınıf Trafik Güvenliği 1. Dönem 2. Yazılı Sınavı Soruları
- 4. Sınıf Matematik Çevre-Açı-Alan Genel Değerlendirme-Deneme Sınavı
- 4. Sınıf İnsan Hakları Ve Demokrasi 1. Dönem 2. Yazılı Soruları
- 4. Sınıf Din Kültürü 1. Dönem 2. Yazılı Soruları 2016/2017
- 3. Sınıf Türkçe 1. Dönem Genel Tekrar - Deneme Sınavı
- 2. Sınıf Türkçe-Matematik-Hayat Bilgisi Deneme Sınavı
Popüler Yayınlar
-
Ders kitabı cevapları: 7.Sınıf İngilizce Ders Kitabı (Bilgetürk Eğitim Yayınları) Cevapları Sayfa 12 7.Sınıf İngilizce Ders Kitabı (Bi...
-
6.Sınıf Sosyal Çalışma Kitabı Sayfa 1 Cevabı (İMYAY Yayınları) 6.Sınıf Sosyal Çalışma Kitabı Sayfa 2 Cevabı (İMYAY Yayınları) 6.Sınıf S...
-
11. Sınıf İngilizce A.2.2 Çalışma Kitabı Cevapları (MEB Yayınları) Sayfa 1 11. Sınıf İngilizce A.2.2 Çalışma Kitabı Cevapları (MEB Yayınlar...
-
5.Sınıf Türkçe Çalışma Kitabı Sayfa 1 Cevabı (ADA Yayınları ) 5.Sınıf Türkçe Çalışma Kitabı Sayfa 2 Cevabı (ADA Yayınları ) 5.Sın...
-
8.Sınıf Matematik Ders Kitabı sayfa 1 Cevabı (Can Yayınları) 8.Sınıf Matematik Ders Kitabı sayfa 2 Cevabı (Can Yayınları) 8.Sınıf Matemati...