... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Heyelan olmaması için alınacak tedbirler nelerdir?

Sel ve Heyelan Önlemleri


Rizede 11-12 Kasımdaki sel ve heyelanda 8 kişi öldü, 2 kişi kayboldu, 19 ev yıkıldı, 223 ev de boşaltıldı. Trabzon Jeoloji ve Jeofizik Odası Mühendisleri Odası sel ve heyelanlara karşı alınacak acil önlemleri açıkladı.



Trabzon Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Tuncay Özarman, heyelan bölgelerine gitti ve inceledi. Özarman'ın olayla ilgili gözlemleri ve alınacak önlemleri şöyle:
Gözlemlere dayanan durum
* Bölgemizde birkaç gün devam eden yağmur sonrasında meydana gelen sel ve toprak kayması sonucu can ve mal kaybı büyük oldu.
* Artık yağışlar sonrası bilanço yerine alınması gereken önlemleri konuşmalıyız. Yeni felaketleri önlemek için tedbirleri önceden almamız gerekiyor. Bölgemizde bu konuda çalışmalar yapılmış, ancak gerektiği gibi devam ettirilmemiş veya sonuçlandırılmamıştır. Bazıları da öneri olarak kalmıştır.
* Doğu Karadeniz Bölgesi ülkemizin en yağışlı bölgesidir. Bu nedenle de sel ve heyelanlar sıkça olmaktadır.
* Bölgemizde insan-doğa ilişkilerinde doğaya yapılan bilinçsiz fiziki müdahaleler doğal dengeyi değiştirmektedir. Doğal yamaçlar herhangi bir müdahale olmadığı sürece dengededir.
Nedenler
* Heyelanların meydana gelmesine etkili bir faktör akarsuların yamaç topuklarını oymasıdır. Bunun sonucu vadi yamaçlarında heyelanlar meydana gelmektedir.Önlem alınması için heyelan bölgesinin yer üstü ve yer altı zemin karakterleri bilinmelidir.
* Bölgenin zemin özellikleri dikkate alınmadan yerel yönetimler tarafından verilen yoğun yapılaşma kararları;
* Belediyelerin sınırları dışındaki kontrolsüz yerleşimler,
* Hiçbir mühendislik imar kuralları dikkate alınmadan dere yataklarının daraltılması,
* Son yıllarda hızla gelişme gösteren sanayi tesislerinin, koruma tedbirleri alınmadan akarsu yataklarına yakın taşkın sahası içinde kurulması,
* Dere yataklarından bilinçsiz ve kontrolsüz malzeme alınması,
* Yüksek eğimlerde yerleşim ve değişik amaçlı kazılar yapılması, bölgede sel ve heyelanların meydana gelmesine neden olmaktadır.
Önlemler
* Her türlü yapılaşma için jeolojik-jeoteknik ve hidrojeolik çalışmalar zorunlu hale getirilmelidir.
* Doğu Karadeniz Bölgesi'nin potansiyel heyelan haritalarının tamamlanması gerekmektedir. Bu haritalar yerleşim alt yapı kararlarının alınmasında önemli olmaktadır
Jeofizik Odası'nın önerileri
Jeofizik Mühendisleri Odası Doğu Karadeniz İlleri Bölge Başkanı Nurettin Tandoğan doğal afetler karşısında can ve mal kaybını önlemek için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:
1- Yapılaşma öncesi yer araştırması (zemin etüdü) mutlaka yaptırılmalıdır. Zemin etüdü yapılmadan yapı projelendirilmemeli ve inşaatlara ruhsat verilmemelidir.
2- Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki tüm dere yatakları taşkın koruma projeleri ile ıslah edilmelidir. Bununla ilgili Devlet su İşlerii'ne ( DSİ) ayrılan ödenekler artırılmalıdır.
3- Gerekli ıslah projeleri tamamlanmadan, dere yatakları ve çevresinde yapılaşmaya izin verilmemelidir.
4- Doğu Karadeniz Bölgesi'nin tamamı Afet Kararnamesi kapsamına alınmalıdır.
5- Heyelan ve sel riski taşıyan yerlerde yapılaşmaya asla izin verilmemelidir.
6- Köy yolu güzergahları gelişigüzel değil, ilgili teknik elemanlar (jeoloji-jeofizik- inşaat mühendisleri) tarafından bir ekip çalışması ile belirlenmelidir.
7- Dere yataklarından gelişigüzel kum-çakıl alımı durdurulmadır.
8- Yağışlı havalarda vatandaşlarımız, arazilerini sık sık kontrol etmeli bir değişiklik gördükleri zaman Bayındırlık İskan Müdürlüğü Afet İşleri yetkililerine haber vermelidir.
11-12 Kasım 2001 bilançosu:
Rize'nin Pazar, Fındıklı, Çayeli, Güneysu, Ardeşen, Çamlıhemşin, İkizdere ve Hemşin ileçeleri ile Artvin'in bazı ilçelerinde bir gecede metrekareye 171 kilogramlık yağmur düşmüştü.
* Ölenler: Halil Kuru, Emine Kaçali, Gülcan Altaş, Zekeriya Korkut, Yusuf Kesici, İdris Tolon, Muradiye Tolon, Yaşar Çiftçi.
* Yaralılar: Mustafa Döne.
* Kayıp: Kadir Çiftçi, Hasan Ataseven.
* Kapalı yol: 91 köy yolu ulaşıma kapandı.
* Hasar: 27 ev yıkıldı, 223 ev boşaltıldı, 19 hayvan telef oldu, 110 köy ve mahallede hasar 15 trilyon lira.
* Haberleşme: 36 yerleşim birimiyle iletişim kesildi.
* Enerji: 44 köyde elektrik kesildi.
* Su: 16 köy ve mahallenin suyu kesildi.
Geçmiş yıllardakiler
* 19-20 Temmuz 1990 Gümüşhane, Giresun ve Trabzon'u etkisine alan ortalama 5 saat süreli yağış şehir ve kırsal alanlarda su taşkınlarına sebep olmuş, birçok insanın ölümüne yol açmış, trilyonlarca lira zarara neden olmuştu. Zarar gören tesislerin yenisinin yapılması da uzun süre almıştı.
* 1991 yılında Trabzon-Maçka-Çatak'ta yine onlarca insanımız ölmüş, evler yıkılmıştı.
* 7-8 Ağustos 1998 tarihleri arasında yoğun şiddetli yağışlar sonucu Trabzon'a bağlı Beşköy beldesi, taşkın ve heyelan sonucunda neredeyse haritadan silinmiş, birçok insan ölmüş, birçok bina yıkılmıştı.(YÖ/NA)

Habil ile Kabil'in öyküsü nedir?

Habil ve Kabil

Kabil'in Habil'i ölüme götürüşü, James Tissot'un tablosu.Kabil (Musevi kaynaklarında Kain, Kayn, Kayin) ile Habil (Musevi kaynaklarında Hevel), Tevrat'ta, Kur'an'da ve hadislerde anlatılan kişilerden. Kabil, Âdem ve Havva'nın ilk oğlu, Habil ise ikinci oğludur. Kabil'in, kardeşi Habil'i öldürdüğüne ve tarihteki ilk katil olduğuna inanılır.
Musevi ve Hıristiyan kaynaklarında Habil ve Kabil
Çiftçi olan Kabil, Allah'a'ya buğday ve meyve adar. Çoban olan kardeşi Habil ise bir koyun kurban eder. Allah Kabil'in adağını reddeder, Habil'inkini kabul eder.

Kabil buna çok kızar ve kıskançlık içinde Habil'i öldürür. Allah Kabil'e kardeşinin nerede olduğunu sorunca "Ben kardeşimin bekçisi miyim?" diye cevap verir. Habil'in kanı yerden bağırır. Bunu duyan Allah, Kabil'i lanetler ve durmadan yeryüzünü dolaşmaya mahkûm eder. Kabil, tanrıya yalvarır ve diğer insanların kendini öldüreceklerini söyler. Bunun üzerine Allah, Kabil'e diğer insanların onu öldürmesine engel olacak bir iz yapar ve şöyle buyurur:

"Her kim Kabil'i öldürürse, intikam yedi kat fazlasıyla onun üzerine olsun"

Bunun üzerine Kabil dünyayı dolaşmak üzere yola çıkar. Çocukları olur ve bir şehir kurarak oğlu Hakok'un adını verir (Tekvin, 5:17). Bazı kaynaklara göre bahsi geçen bu şehir Urfa'dır.

Kabil'i kardeşini öldürmeye iten güdüler
Bazı yorumculara göre Habil'in adağı sürüsünün ilk doğan kuzularından ve en besililerinden olduğu halde, Kabil'in adağı olan meyve ve tahıl, özenle seçilip hazırlanmış değildi. Yahudi Tevrat yorumcusu Rashi'ye göre Tanrının Kabil'in adağını geri çevirmesinin nedeni, Kabil'i bütünüyle reddetmesi değil, bir dahaki sefere daha dikkatli olması için uyarmaktı.

Diğer yandan Yeni Ahit'te Habil adağını inancının göstergesi olarak sunarken (İbraniler, 11:4), Kabil'inkinin, onda zaten var olan kötülüğün yansıması olduğu ima edilir (Yuhanna I, 3:12).

Tevrat'ın Tekvin kısmında cinayetin nedeni basitçe, "Habil'in Tanrı'nın favorisi olduğunu düşünen Kabil'in kıskançlığı" olarak anlatılsa da bazı yorumculara göre durum bundan ibaret değildir. Eski Ahit'in Aramice çevirilerine göre Habil ve Kabil'in birer ikiz kız kardeşi vardı ve birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmişti. Kabil'in ikizi, Habil'inkinden daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmedi.

Mormonlara ve İsa Toplumu'na göre ise Kabil'i kardeşini öldürmeye iten güdü Musa'nın Kitabı'nda belirtildiği üzere yine kıskançlıktır ancak bu kıskançlığın nedeni Habil'in sahip olduğu hayvan sürüsüdür.

Habil'in ölümü
Tevrat'ta sadece Kabil'in Habil'i öldürdüğü söylenir. Eski Ahit'in Aramice tefsirlerinde ise kardeşlerin dövüştüğü, daha güçlü olan Habil'in yendiği ancak ağabeyinin hayatını bağışladığı belirtilir. Buna rağmen Kabil, Habil farkında değilken saldırmış ve onu öldürmüştür. Cinayet metodu her kaynakta farklılık göstermekle beraber, en yaygın olan inanışlar Kabil'in cinayeti taşla, sopayla veya boğarak işlediği yönündedir. Ortaçağda ortaya atılan bazı iddialara göre ise cinayet sabanla işlenmiştir.

Hıristiyanlıkta zaman zaman İsa ve Habil'in ölümleri karşılaştırılmıştır. Matta İncili'ne göre (23:35) İsa, Habil için salih (iyi, doğru) sıfatını kullanır. Bununla birlikte İsa'nın havarileri tarafından yazılan mektupta "(İsa'nın) akan kanının Habil'inkinden daha iyi şeyler söylediği" belirtilmektedir (İbraniler, 12:24), zira İsa'nın kanı merhamet dilerken Habil'inki intikam dilemiş ve Kabil'in lanetlenerek işaretlenmesine neden olmuştur.


Âdem ve Havva'nın, Habil'in cesedini bulması, William Blake'in tablosu. Habil'in mezarı [değiştir]
Eski Ahit'in Aramice tefsirlerine göre mezar yeri "sonsuza kadar ıssız kalmakla" lanetlenmiş olsa da daha sonraki dönemlere ait Musevi kaynaklarında mezarın Şam'da olduğu iddia edilir.

İslami kaynaklarda Habil ve Kabil
Kur'an'da Kabil ve Habil'den Maide suresinde bahsedilir. Kabil ve Habil'in adı Kur'an'da geçmez ancak diğer İslami kaynaklarda Kabil ve Habil olarak adlandırılır.

Kabil'i kardeşini öldürmeye iten güdüler
Habil ve ağabeyi Allah'a birer kurban sunmuşlardı. Kabil, kendi kurbanı Allah tarafından kabul edilmediği için kardeşini öldürmeye karar verdi (Maide Suresi, 27-32).

İbni İshak tarafından rivayet edilen ve sahih olmayan bir İslam hadisine göre ise Habil ve Kabil'in birer ikiz kız kardeşi vardı ve birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmişti. Kabil'in ikizi, Habil'inkinden daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmedi..

Habil'in ölümü
Kabil Habil'e onu öldüreceğini söylediğinde, Habil, Allah'tan korktuğunu söyleyerek karşı koymadı ve ağabeyine el kaldırmadı. Ancak Kabil'in cehennem ateşinde yanmasını diledi. Bazı liberal İslami akımlara göre Habil pasifizmin ve şiddet karşıtlığının ilk savunucusudur. Daha sonra ağabeyi, Habil'i öldürdü ve yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiş oldu (Tirmizi, 2812). Kur'an'da cinayetin ne şekilde işlendiğine dair bir açıklama yoktur.

Habil'in gömülmesi
Allah Habil'in cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere bir karga gönderdi. Yeri eşeleyen kargayı gören Kabil, kargadan bile aciz olduğunun farkına vararak yaptığından pişmanlık duydu (Maide Suresi, 27-32).

Konu ile ilgili ayet ve hadisler
"Onlara Âdem'in iki oğlunun olayını doğru olarak anlat. İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kendisininki kabul edilmeyen 'And olsun, seni öldüreceğim' deyince, kardeşi 'Allah yalnız saygılı olanlarınkini kabul eder' cevabını vermişti. 'Eğer, öldürmek için bana el kaldırırsan bile, ben öldürmek için sana elimi kaldırmam, doğrusu ben dünyaların Rabbi Allah'tan korkarım.'
'Ben, hem benim ve hem de senin günahınla dönüp ateşliklerden olasın, isterim. Bu, haksızların cezasıdır.' Bunun üzerine bencilliği kendisini kardeşini öldürmeye götürdü de kardeşini öldürdü. Böylece kaybedenlerden oldu. Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini ona göstermek üzere, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O 'Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ayıbını örtmek için bu kargadan da mı aciz oldum?' dedi de, böylece yaptığına pişmanlık duyanlardan oldu." (Mâide Suresi, 27-32)

Kabil ve Habil ile ilgili tek sahih hadiste, yine isim verilmemekte ve böylece her asır ve her dönemde kabil olayının benzerlerinin olabileceği anlatılmaya çalışılmaktadır:

"Zulümle öldürülmüş hiç kimse yoktur ki, onun kanında Âdem'in ilk oğluna bir pay düşmesin. Çünkü adam öldürenlerin ilki odur." (Tirmizi, 2812)

Böylesine kötü birşeyi daha önce yapmadığı için, Allah onu lanetlemek yerine, cinayetleri engellemek için bir kanun koyar:

"Kim, - bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere)- bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, bütün insanlığı kurtarmış gibi olur." (Mâide Suresi, 32)

Tefsir ve siyer (peygamber biyografisi) kitapları ile sahih olmayan hadislerde konuyla ilgili daha çok ayrıntı ile birlikte Âdem'in ilk oğlu olarak Kabil'in adı verilmektedir. Bu anlatılanlar, büyük ölçüde Tevrat'ta bildirilenlere uymaktadır.

Madeni para ne zaman, nerede ve neden bulunmuştur?

para, insanlar her eşya satın alınacağında bir diğer eşyasını kaybedeceği için biz buna değişik bir şey verilen ve bu şekilde alışveriş yapalım demişler ve parayı icat etmişler...

Türkiye'de önemli delta ovaları, körfez ve koy isimleri nelerdir, nerede bulunurlar?

  • Ülkemizdeki Delta Ovaları

    TÜRKİYE’NİN OVALARI
    OVA:Vadilerle parçalanmamış çevrelerine göre alçakta olan geniş düzlüklere ova denir. Ülkemizde ovalar iki gruba ayrılır. Kıyılarda delta ovaları ve iç kesimlerdeki ovalar.
    1-KIYI OVALARI:Kıyı ovaların oluşmasında akarsuların taşıdığı alüvyonların miktarı, kıyılardaki akıntı ve dalga faaliyetleri ve kıyıların derinliği etkili olmuştur.
    Bafra Ovası: Kızılırmak oluşturmuştur. Çok verimli bir ovadır. Deltada kıyı gölleri bulunur. En büyüğü Balık gölüdür.
    Çarşamba Ovası: Yeşilırmak’ın taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur.
    Sakarya Ovası: Delta ovasında ziyade bir taban seviyesi ovası özelliği taşır.
    Meriç Deltası: Küçük bir oluk içende oluşmuş olup Meriç nehrinin getirdiği alüvyonlarla meydana gelmiştir.
    Gediz Ovası: Gediz nehri oluşturmuştur. İzmir Körfezi’nin dolma tehlikesi durumunda nehrin yatağı değiştirilmiştir.
    Küçük Menderes Ovası: Faylanma sonucu çöken sahalara zamanla alüvyonların dolmasıyla oluşmuştur.
    Büyük Menderes Ovası: Büyük Menderes ırmağının getirdiği alüvyonla oluşmuştur. Ovada Çamiçi gölü yer almaktadır.
    Çukurova: Seyhan ve Ceyhan nehri oluşturmuştur. Türkiye’nin en büyük delta ovasıdır.
    2-İÇ BÖLGELERDEKİ OVALAR:iç bölgelerdeki ovalarımızın büyük bir bölümü, tektonik çanaklar içinde göl ve akarsu depolarının birikmesi sonucu meydana gelmiştir. İç bölgelerde yer alan ovalar, fay kuşaklarındaki çöküntü sahaları boyunca görülür.
    Doğu Anadolu Fay Kuşağındaki Ovalar:
    Muş ovası:karasu ve Murat nehirleri, menderesler çizerek akarlar
    Bingöl ovası, Murat nehri tarafından oluşturulmuştur.
    Elazığ ve Uluova: Bu ovalar bir yerleşme ve tarım alanıdır.
    Antakya-K.Maraş Ovası: Nur Dağı doğusunda bir graben içinde yer alır.
    Amik ovası: Asi nehrinin oluşturduğu bir çöküntü ovasıdır.
    Kuzeydoğu Anadolu’da çökme sonucu oluşmuş olukların içerisinde geniş ovalar bulunur. Bunlar:
    Göle ovası: Daha çok çayır ve bataklıklar yaygındır.
    Ardahan ovası: Ovayı, Kura nehri sular.
    Erzurum ovası: Türkiye’nin en yüksek ovalarından biridir (2000m)
    Pasinler-Horasan Ovası: Aras nehrinin oluşturduğu bir ovadır.
    Iğdır ovası: Etrafı dağlarla çevrilidir. Yüksekliği azdır. Sebze meyve ve yetiştirilir.
    Kuzey Anadolu Fay Kuşağındaki Ovaları
    Bu kuşak üzerinde doğu da Erzincan ile batıda İzmit Körfezi arasında Suşehri, Erbaa, Niksar, Taşova, Ladik Merzifon, Suluova ,Tosya, Kargı, Kurşunlu, Çerkeş, Vezirköprü, Taşköprü, Bolu, Düzce, Adapazarı ve Sapanca olukları bulun ur.
    İç Anadolu ovaları: İç Anadolu’da eski bir göl tabanı durumunda bulunan ve Türkiye’nin en büyük ovası olan Konya Ovası önemli yer kaplar.
    Akşehir-Eber Ovası: Kuzeyde Emirdağları ile güneyde Sultan Dağları arasında bitişik halde bulunur. Bu ovalar üzerinde aynı zamanda göllerde bulunur. Ayrıca, Kayseri ve Develi ovaları ,Aksaray ovası, Ankara’da Akıncı ovası ve Çubuk ovası ve Eskişehir ovası bulunur.
    Güney Doğu Anadolu Ovaları:
    Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan ve Urfa’nın Suriye sınırında Altınbaşak, (Ceylanpınar) ovası bulunur. Ayrıca burada G.A.P kapsamında bulunan ovalar (Suruç, B. Antep, Klis) geniş yer kaplar.
    Batı Anadolu Ovaları: Denizden başlayarak 200m yüksekliği kadar ulaşan ve kuzeyden güneye sıralanan Bakırçay, Gediz, K. ve B. Menderes ovaları bulunur. Ayrıca iç kısımlarda Bornova, Simav, Sandıklı, Afyon, Bursa,İnegöl,Karacabey,ve Balıkesir, ovaları yer alır.

    OVALARIN ÖNEMİ :
    1-Ovalar tarım ürünlerinin yetiştirildiği çok sayıda yerleşmelerin bulunduğu ve ulaşımın kolaylıkla sağlandığı sahalardır.
    2-Ovalarımız önemli tarım sahalarıdır.
    3-Ovalarımız önemli kentlerin kurulduğu sahalardır.
    4-Ulaşım kolaylığı ve ucuz maliyetle konut ve sanayi tesisi inşaatı ovaları cazip hale getirmektedir.




    kaynak
A

  • Antalya Körfezi
E

  • Edremit Körfezi
  • Erdek Körfezi
G

  • Gemlik Körfezi
  • Gökova Körfezi
M

  • Mersin Körfezi
İ

  • İskenderun Körfezi
  • İzmir Körfezi

Fransa'nın giyim tarzı nasıldır?

Fransız Modası

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

15. yüzyılda erkeklerin gardrobuna yeni bir giysi eklendi. Bu bol kollu, omuzları ve göğsü oturtulmuş, geri kalan bölümleri dökümlü, manto gibi bir giysiydi. Giyilen şapkalar türbana benziyor, yan tarafından uzun bir eşarp sarkıtılıyordu. 1480'lerde "yırtmaç" modası çıktı. İçine giyilen görülsün diye, ceketlerin kolları dirsekten bir yırtmaçla açılıyor, böylece o dönemde moda olan işlemeli gömlekler ortaya çıkıyordu. Kadın modasında pek fazla değişiklik olmadı. 15. yüzyılda en büyük değişim giderek çok acayip biçimler alan saç modellerinde görüldü. Avrupa'da kilise kulesi gibi taranmış saçlara bile rastlanıyordu.

Kabarık Yakalar ve Çemberli Jüponlar

Yırtmaç modası 16. yüzyılda iyice yaygınlaştı. Pabuçlarda bile yırtmaç görülmeye başlandı. Erkek ceketleri nerdeyse yastık gibi doldurularak kaskatı bir duruma getiriliyordu. Uzun çorap modası yerini, kabarık durması için içi doldurulmuş, kısa pantolonlara bırakmıştı. Bunlarla gene uzun çorap giyiliyordu.
Ayakkabılar artık sivri burunlu değil, parmakları rahat ettirecek biçimde, ördek gagası gibi genişti. Kraliçe I. Elizabeth döneminin en belirgin modası boynun çevresinde giderek genişleyen ve büyüyen yakalardı. 1850'lere gelindiğinde yakalar o denli büyümüştü ki, güzel durması için tel geçirerek kolalamak gerekiyordu.
Kadın giysileri, 16. yüzyılda İspanyol etekler moda oluncaya kadar pek değişmedi. Gitgide genişleyen tel çemberlerden oluşan bir jüpon üzerine geniş bir etek giyiliyordu. Daha sonra kadınlar, Fransız modası olan, belin iki yanına asılı yastık gibi kabarıklıkların üzerine etek giymeye başladılar. 16. yüzyılın sonunda düşük yakalar moda oldu. 1610'larda ise başın hemen arkasında, yelpaze gibi dik duran yakalar ortaya çıktı.

17. yüzyıl boyunca moda her zamanki gibi sürekli değişti. Genelde sadelik değil, işlemeler, volanlar, danteller, fiyonklar, kurdeleler aranıyordu. Erkeklerde 1670'lerden sonra yelek ve ceketler moda oldu. Her ikisi de dize kadar geliyordu ve yakasızdı. Ceketlerin kollan düzdü. Devrik kol kapaklan vardı. Kol kapaklan, içindeki ipek gömleğin görünmesi için iliklenmezdi.

1620'lerden sonra külot pantolon moda oldu. 1650-70 yılları arasında giyilen külot pantolonlar öyle boldu ki, neredeyse eteklik sanılırdı. Daha sonra daralan bu pantolonların paçaları diz altından bir düğme ya da toka ile iîiklenirdi. Çoraplar ipekli olduğu için soğuk havalarda birkaç çifti üst üste giymek gerekirdi.
17. yüzyılın ilk yarısında tüylü, geniş kenarlı bir şapkayla, geniş konçlu çizmeler erkek giyimi için nerdeyse zorunluyken, yüzyılın sonuna doğru kenarları kıvrık küçük şapkalar ve küt burunlu, tokalı ayakkabılar giyilmeye başlandı.
Kadın giysileri hâlâ uzun ve geniş etekliydi. Ne var ki, çemberli jüponlar artık giyilmiyordu. Omuzları dışarda bırakan ve kombinezon denen dantelli iç çamaşırlarını kenarından gösterecek dekoltelikte giysiler giyiliyordu. Yüzyılın sonuna doğru çemberli jüponlar yeniden moda oldu. Elbisenin üzerine önden açık bir kaftan giyilirdi. Daha sonra bu kaftanın etekleri toplanarak arkaya bir kuyruk eklemek moda oldu.

Yüzyılın başında küt burunları ve kocaman fiyonklarıyla erkek ve kadın ayakkabıları birbirine benziyordu. 1650'den sonra burunlar sivrildi ve topuklar yükseldi. Pek uzun boylu olmayan Fransız Kralı XIV. Louis, topuklu pabuçlar giyerek erkekler için bu modanın öncülüğünü yaptı.

Erkekler de, kadınlar da ellerini sıcak tutmak için manşon kullanırlardı. Yüzlerine boyalarla makyaj yaparlar, solgun görünmek için siyah benler yapıştınrlardı.

Saten Giysiler

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

* 1700'lerde Fransız giyim eşyası. Kadınlar ilk önce bir iç gömleği (1) giyer, onun üzerine balen li bir korse (2) takarlardı. Kalçanın iki yanına konan küçük yastıkçıklar bir jüponun (4) üzerine geçirilmiş çemberdeki yerlerine yerleştirilirdi. Bunun üzerine uzun bir jüpon (5) giyilirdi. Bu jüponun önünde bazen kapitone bir parça olur ve giysinin (9) önünden görünürdü. Giysi ile aynı kumaştan bir göğüslük (3) takılırdı. Kollar fırfırlı ya da pilili olurdu. Gene kenarı fırfırlı bir şapka , yüksek ökçeli ayakkabılar ve bir yelpaze (7) ile giyim tamamlanırdı. Erkekler de süslenmekte kadınlardan geri kalmazdı, iç çamaşırları (12) ketenden ya da pazenden olurdu. Bol kollu bir gömlek (10), uzun çorap, dize kadar pantolon (13) giyerlerdi. Desenli, uzun ve dar bir yeleğin (11) üzerine yakalı ve kol kapakları süslü bir ceket (17) alınırdı. Çaprazlama takılan geniş bir kuşak çarpıcı bir görünüm yaratırdı. Peruk (14) giyim kuşamın önemli bir parçasıydı. Üç köşeli şapka kadar eldiven, baston (15) ve uzun dilli ayakkabılar (16) da giyimin kusursuz olması için gerekliydi.

18. yüzyılın başında erkek giysileri pek değişikliğe uğramadı. Ceketler ve yelekler hâlâ uzundu. Altına çorap ve külot pantolon giyiliyordu. 1750'den sonra ceketlerin önü kısalmaya başladı. Öyle ki, sonunda arkada "kuyruktan başka bir şey kalmadı. Bele kadar olan ceket önden sımsıkı iîiklenirdi. Yüzyılın başında ceketlerin yakası yoktu, ama 1760' tan sonra yaka gitgide büyüyerek kulaklara kadar yükseldi.
Erkek takım giysilerinde kadife, ipekli ya da saten kullanılır, renkler siyahtan açık maviye, büyük bir çeşitlilik gösterirdi. Botlar ve eskiden kırsal kesimde giyilen tozluklar, yüzyılın sonunda moda oldu. Erkekler omzu yarım pelerinli bol pardösüler giyer, baston, manşon ve enfiye kutusu taşırlardı.
Giyimi tamamlayan peruktu. 1750'lere kadar yaşlı erkekler uzun lüleli peruklar takarlardı. 1730'larda genç erkekler, arkasında bir örgüsü olan daha derli toplu peruklar kullandılar. Bazen de saçlarını arkada siyah bir torba içinde toplarlardı. Erkek eğer peruk takmıyorsa, peruk gibi görünmesi için saçını pudralardı.
18. yüzyılda kadın giyimi oldukça hızlı değişti. 1730'larda etek boyu bileğe yükseldi. Genellikle önden açık olan eteğin içinden kapitone satenden bir jüpon görünürdü. Eteklerin kubbe gibi durması için çember kullanılırdı. 1740'ların, kalçalarda kabarık, ön ve arkada düz olan etek modası, kadınları dar yerlerden geçerken yan yan yürümek zorunda bırakıyordu. 1770'lerin modasına göre, koskocaman bir etek perde gibi iple toplanarak, üç yerinden sarkıtılırdı.
Kadın giysileri dekolteydi ve arkadan şeritlerle sıkılırdı. Açık kare yakalar modaydı. Elbise üzerine giyilen kaftanları çoğunlukla önü açık, kolsuz, arka parçaları ise zengin dokumlu olurdu. Yüzyılın sonunda kadınlar bu ağır giysilerden rahatsız olmaya başladılar. Hafif muslinden geniş kuşaklı giysiler yapılmaya başlandı. Ata binerken ya da geziye gidecekleri zaman erkekler gibi giyindiler.
Kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılır, tokalar ve fiyonklarla süslenirdi.
Deniz merakı 18. yüzyılda başladı. Yazar Fanny Burney, Kral III. George'un ve çevresindekilerin fanilalar, korseler ve üzerinde "Tanrı Kralı Korusun" yazılı saç bantlarıyla nasıl denize girdiklerini anlatır.

Yenidünya

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

Amerika'daki kolonilerde giyilenler başlangıçta Avrupa'dakilerin kopyasıydı. Ne var ki, yeni yerleşim yerleri ve yeni maceralar arayan ilk öncüler daha sonra başlı başına bir moda yarattılar. Yerliler'den hayvan derilerini sepilemeyi öğrendiler. Deriler, pamuk gibi yumuşak oluncaya kadar geriliyor, ıslatılıyor ve hamur gibi yoğruluyordu. Yerliler, beyazlara ayrıca bu derilerden pantolon ve mokasen benzeri şeylerin nasıl yapılacağını da öğrettiler. Bunların hiçbiri Eskidünya'da bilinmiyordu. Böylece Amerika'nın koşullarından doğan yeni bir moda ortaya çıktı.
Erkekler avlanırken baştan geçme bol bir gömlek giyerlerdi. Bu gömlek önden bağcıklarla kavuşturulur, boyu dizlere kadar iner, üzerine bir pelerin alınırdı. Pelerin ve gömleğin dikişleri deri püsküllerle süslü olurdu. Bazen de kürk parçalan süs işini görürdü.
Bu giysiler rüzgâra ve yağmura karşı iyi bir koruyucu olan güderiden yapılırdı. Avlanma giysileri için geyik derisi de kullanılır; bunlardan nakışlı gömlekler yapılırdı.
Avcılar tilki, ayı, sincap derilerinden kasketler ve kepler giyer, keplerin arkasına bir tilki ya da kurt kuyruğu iliştirirlerdi.
Kadınların giydikleri erkeklerinki kadar süslü değildi. El dokuması kaba kumaştan giysiler giyerlerdi. Bazen kentlerden dantel, kurdele gibi şeyler gelirdi. Onü dantelli, bol etekli giysilerinin üzerine bir şal alır, kötü havalarda bunu başlarına örterlerdi. Dayanıklı ayakkabılar ya da mokasenler giyerlerdi. Yazın ise yalınayak gezmeyi yeğlerlerdi. Sadelikleri saç biçimlerinde de kendini gösterir, saçlarını ya örer ya da topuz yaparlardı. Takı, yelpaze, fiyonk türünden süs eşyaları kullanmazlardı.
Daha sonra 18. yüzyılda zenginler arasında dantelli gömlekler, kravatlar, desenli yelekler ve rengârenk çoraplar moda oldu. Güneyli kadınların sahip oldukları brokarların ve ipeklilerin değerine paha biçilmezdi. Erkeklerin giyimleri de kadınlannki kadar masraflıydı. George Washington, son derece ağır kadife ve ipek takımlar giyerdi. Benjamin Franklin ise parlak renkli giysilerden hoşlanırdı.

19. Yüzyıl

19. yüzyılın başlarında giyimlerine düşkün erkekler, daha önce pek gözde olan ipekli ve saten kumaşlardan vazgeçerek güzel dikilmiş ve iyi oturtulmuş giysilere önem vermeye başladılar. 1830'larda, tozluk ve ayak bileklerinin üzerinde dar pantolonlar giyiliyordu. Sonradan, bugün de giyilen, klasik pantolon ortaya çıktı.
Ceket renkleri mavi, yeşil ya da kahverengi iken, pantolonlar çok daha açık renk, hatta beyaz oluyordu. Yüzyılın ortalarına doğru siyah redingotlar giyilmeye başlandı. Oysa pantolonlar değişik renklerde ya da ekose olabiliyordu. Pantolon ve ceketin aynı kumaştan yapıldığı takım giysiler ancak 1860'tan sonra giyilmeye başlandı.


19. yüzyılın sonlarında erkekler yakalık ve kravat takmaya başladılar. Bu gelenek zamanımızda da sürüyor. Erkeklerin resmi çağrılarda giydikleri beyaz ceket ve beyaz papyon ya da siyah smokin ve siyah frakla siyah papyon 1900'den beri hemen hiç değişmedi.
Erkek modası zaman içinde gitgide daha az değişikliğe uğrarken, son 150 yıl içinde kadın modası her yıl yenilendi. 19. yüzyılın başında kadınlar pamuklu ya da muslinden, beli yukarıda, geceliği andırır giysiler giyiyorlardı. Sonraları altına,bir tanesi at kılından olmak üzere, dört beş kat jüpon giyilerek eteklerin kabarık durması sağlandı.
1830'larda bel eski yerine inerek, kollar omza doğru kabartıldı, bunun adı "koyun budu" modasıydı. 1850'lerde jüpon giyilmesini gerektirmeyen telden bir kafes kullanıldı. Giysilerin kolları dar ve uzun, yakalan dikti. Kraliçe Victoria döneminin sona ermesiyle, sade, ayak bileğine kadar inen etekler giyilmeye başlandı. Koyun budu kollar geri geldi.
Mantolar, şallar, pelerinler çok çeşitlilik gösteriyordu. Büyük eteklerin üzerine manto giymek rahat olmadığından geniş şallar ve pelerinler kullanılırdı. Günümüz etek ceketin ya da tayyörün ilk biçimi 1860'larda ortaya çıkan "yürüyüş giysisi"ydi. ABD'de ve Avrupa'da kadın hakları mücadelesinin yükseldiği bu yıllarda, kadın giysilerinin daha rahat olması yolunda kampanyalar yürütüldü. Kadınlar spor yapmaya başladıktan sonra tenis ve bisiklet için özel giysiler giymeye başladılar. Mayolar, düğmeli bir bluz ve külot pantolondan oluşuyordu. Bazı cesur kadınlar kısa, şalvar türü şortlarla bisiklete binmeye başladı.
19. yüzyılın muslin elbiseleri ile sivri burunlu, topuksuz, ipekli kumaştan ayakkabılar giyilirdi. 1870'lerde kadifeden, düğmeli ve topuklu botlar moda oldu. Kadınlar 1820'lerde belden kuşaklı bol paçalı pantolonlar giymeye başladılar. Bundan 40 yıl sonra golf pantolon moda oldu.

Karadeniz ikliminin bitki örtüsü nedir?

Karadeniz iklimi (Okyanusal İklim veya Ilıman Deniz İklimi) asıl olarak Kuzey Anadolu Dağları'nın Karadeniz’e bakan yamaçlarında görülür. Doğu Anadolu Bölgesi'nde ise bir tek Ardahan'ın Posof ilçesinde bu iklim görülür. Genel özellikleri şunlardır:
  • Her mevsim yağışlıdır.
  • Doğu Karadeniz Bölümünde maksimum yağış sonbaharda, minimum yağış ilkbaharda düşer. Yıllık yağış miktarı 2000-2500 mm’dir.
  • Batı Karadeniz Bölümünde maksimum yağış sonbaharda, minimum yağış ilkbaharda düşer. Yıllık yağış miktarı 1000-1500 mm’dir.
  • Orta Karadeniz Bölümünde ise maksimum yağış kışın, minimum yağış yazın düşer. Yıllık yağış miktarı 800-1000 mm’dir.
  • Karadeniz ikliminin görüldüğü alanlarda kar yağışlı günlerin ortalaması 18 gündür.
  • Yıllık ortalama sıcaklık 13-15 °C’dir.
  • Ocak ayı ortalama sıcaklığı 6-7 °C’dir.
  • Temmuz ayı ortalama sıcaklığı 21-23 °C’dir.
  • Yıllık sıcaklık farkı 13-15 °C’dir.
  • Doğal bitki örtüsü ormandır. Yüksek alanlarda Alpin çayırlar görülür

Kare prizma nasıl çizilir?

Kare Prizma
Tabanı kare olan prizmalara kare prizma denir. Yan yüzü dört adet eş dikdörtgenden oluşur.



Hacim = a2 . hYanal Alan = 4 . a . h
Alan = 4.ah + 2.a2Cisim köşegeni : e = Öa2 + a2 + h2




Küp
Bütün ayrıtları birbirine eşit olan dik prizmaya küp denir. Tüm yüzeyleri kare dir.


Hacim = a3
Alan = 6a2
Kübün yüzey köşegenleri birbirine eşittir.
Yüzey köşegeni: f = aÖ2
Cisim köşegeni: e = aÖ3

Atatürk'ün bayrak sevgisiyle ilgili sözleri nelerdir?

Atatürk'ün İzmir'de yaşadığı bir olay ve örnek davranışı.

10 Eylül 1922. M.Kemal İzmir’dedir. Dinlenmesi için hazırlanan konağa girerken önüne serilmiş Yunan bayrağını görür.

Bu nedir ?”

“Yunan Bayrağı paşam. Bu eve yerleşen Yunan kralı Konstantin,bu taşlığa serilen Türk bayrağını çiğneyerek geçmişti.”

“O, hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem.

Bayrak, bir ulusun onurudur. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez.”

ATATÜRK VE BAYRAK





Ben diktatör değilim.
Benim kuvvetim olduğumu söylüyorlar. Evet bu doğrudur.
Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır.
Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.

Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları!
Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz...
Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.
Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa,
biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim
Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur.
Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem.
Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım.
Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem.
Yenilirsem bir dakika yaşayamam
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim.
Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım.
Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder.
Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim
Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur:
Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemehal mağlup eder,
iki mislini durdurur ve tespit eder.
Zafer, zafer benimdir diyebilenin,
muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.

Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.
Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek,
yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Beni görmek demek ille de yüzümü görmek değildir.
Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız beni görüyorsunuz demektir

Destan, halk hikayesi, mesnevi, roman hangi dönemlerde ortaya çıkmıştır?

Hikaye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Başka bir tanım yapacak olursak; Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle aşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir.
DESTAN:İSLAMİYET ÖNCESİ DÖNEM
MESNEVİ: İSLAMİ DÖNEM
ROMAN:BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI DÖNEMİ
HALK HİKAYESİ: Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanmış halk hikayesi

Destan (Farsça: داستان), milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış (savaş, göç, istilâ gibi) tarihî olayların (yangın, salgın hastalık, sel, deprem gibi) toplumsal ve doğal olayların çağdan çağa aktarılmış, aktarılırken de hayal unsurlarıyla oluşmuş, süslenmiş, değiştirilmiş manzum söylenceleridir.
Destanlar, Araplar’da “esastır “, Batı’da “myth” olarak adlandırılır. Destanlar ikiye ayrılır; Yapay ve Doğal Destanlar. Yapay Destanlar: yazarı belli olan,daha yakın zamanda yazılan ve olağanüstü durumlara az yer veren bir destan türü iken, Doğal Destanlar: anonim( yazarı belli olmayan),ilkel dönemde yaşanmış olayları konu alan ve sözlü destan türüdür. Destanlar İslamiyet’in kabulünden önceki Türk Edebiyatı kategorisine aittirler. Ayrıca da çok uzun yazılardırlar. Destanlar 3 safhadan oluşur:
Halkın benliğinde iz bırakan olaylar ve bunda rol oynayan kahramanlar,
Olayın ağızdan ağıza aktarılması,
Yazıya daha sonradan geçirilmesidir.
Milletlerin toplumu derinden etkileyen, tarihi önem arz eden önemli olaylarını (doğal afetler, savaşlar, göç, yangın vb.) konu edinirler. Çoğu kez manzum olurlar. Tarih, etnografya, folklor gibi bilimler destanlardaki bilgilerden yararlanır.
Destanlar da masallar gibi Sözlü ve Yazılı olmak üzere ikiye ayrılır. a)Doğal Destanlar (İslamiyet öncesi ve islami dönem destanları-Sözlü Destanlar-Anonim) b)Yapay Destanlar (Örn. Nazım Hikmet ^ Kuvayı Milliye) Türk edebiyatında destanlar İslamiyet öncesi ve İslami dönem olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar doğal destanlardır.
Doğal Destanlar : Bu destanların çoğu destan döneminde yani İslamiyet öncesi dönemde ortaya çıkmıştır. Destan dönemi çok eski dönemlerde mitolojilerin ortaya çıktığı dönemdir. İnsanların evreni, yaradılışlarını, yaşanılan tüm doğa olaylarını sorguladıkları, adlandırmaya çalıştıkları dönemdir. (Örn. Yunan mitolojisindeki Zeus ve Afrodit gibi tanrı ve tanrıçaların ortaya çıkması bu dönemdedir.)
1-) Destanların temelinde çekirdek bir olay vardır. Bu olay gerçektir. Zaman içerisinde yaşanmış olan bu gerçek olay o millet tarafından; kimi zaman benzetmeler, kimi zaman abartmalar kullanılarak yaratılmıştır. 2-) Özellikle İslamiyet öncesi döneme kaynaklık ederler. 3-) Destanların dil ve anlatımı kimi zaman kahramanlara olağanüstü özellikler kazandırır, ifadeler açıktır. Uzun betimlemeler yer almaz. 4-) Sözlü ürünlerdir. Doğal destanların üç dönemi vardır : a) Ortaya çıkma b) Yayılış c) Derleme 5-) Destanlar manzum örneklerdir. Bu, akılda kalıcılığı ve sürekliliği sağlamak içindir. 6-) İslamiyet öncesi Türkler göçebe yaşam tarzı sürerlerdi. Atçılık ve avlanma onlar için önemlidir. Göktanrı inancı hakimdir. Tüm bu sosyal şartları aynı zamanda destanlarda görebiliriz. 7-) Destanlarda iki tip vardır : a) “Veli” tipi (yol gösteren, yaşlı pir kişi) b) “Alperen” tipi (savaşçı, cesur, korkusuz kişi) Özellikle bazı destanlarda, anlatılan bölüm hikaye, karşılıklı konuşmaların ve seslenmelerin olduğu bölüm nazımdır. Yani nazım ve nesir iç içedir. (Destanların aslı manzum örneklerdir)


Vikipedi

Türk edebiyatında roman 19. yüzyılda ortaya çıkan bir yazım türüdür

MESNEVİ: İSLAMİ DÖNEM

Masal ve destanlar sözlü edebiyat geleneğimize ait ürünlerdir. Yani henüz yazı kullanmadan önce ortaya çıkmışlardır. Günümüze ağızdan ağıza söylenerek, dilden dile aktarılarak gelmiştir.

Kitle iletişim araçları nelerdir?

Kitle iletişim araçları, genel bir tanımla "kitlesel bir boyutta ileti dağıtabilen araçlar" (ÖZKÖK, 1985:93) olarak tanımlanabilir.

Tarihî açıdan bakıldığında kitle iletişim araçları, tiyatro; gazete, kitap, dergi, broşür gibi yazılı basın; sinema, film, radyo, televizyon, plak, kaset, CD, bilgisayar gibi iletişim teknolojisindeki gelişmelerin ürünü olan araçlar, günümüze gelinceye değin hızlı bir gelişim göstermişlerdir.

Günümüzde toplumsal varoluşu gerçekleştirerek ortaklık yaratmak, bu varoluşu ve ortaklığı sürdürebilmek için kitle iletişimine; dolayısıyla kitle iletişim araçlarına ihtiyaç vardır. Çünkü kitle iletişim araçları, uzmanların ortak bir noktada birleştikleri üzere, sahip olduğu özellikleriyle alıcı kitlesi üzerinde yarattığı etki ve etkileşim süreci sonunda toplumsallaştırmayı gerçekleştirmeye muktedir araçlardır.

Kitle iletişim araçlarının özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:


Kitle iletişim araçları, sosyal statüsüne göre herhangi bir farklı yaklaşım oluşturmadan çok sayıda insana aynı iletiyi, aynı anda ulaştırabilmektedir.
Kitle iletişim araçları, yayınları ile belirli bir süreklilik ve düzenlilik (yayın periyodu) gösterir.
Kitle iletişim araçları, sürekli ve düzenli yayınları ile toplumda kendilerine karşı bir talebin oluşmasına neden olurlar; bu talep, zamanla alışkanlığa, hatta ihtiyaca dönüşür.
Kitle iletişim araçları ile aktarılan iletiler, belge niteliği ve değeri taşıdığı için inandırıcılık ve alıcıyı ikna etme özelliğini de kazanmaktadır.
Özellikle radyo ve televizyon, iletiyi olay anında aktarabilme özelliğine sahiptir.
Kitle iletişim araçları ile gerçekleşen iletişim sürecinde, geri besleme imkânı yoktur; bu nedenle, alıcının tepkisi anında ölçülememektedir.
Kitle iletişim araçlarının fonksiyonları üzerinde ilk kez duran LASWELL (1960), bilgi verme, ikna etme ve toplumsallaştırma fonksiyonlarından söz etmektedir. Charles WRIGHT (1961), kitle iletişim araçlarının bu fonksiyonlarına eğlendirme fonksiyonunu eklemiş; Kenneth BOULDING (1962) ise bu fonksiyonların yanı sıra, malları tanıtma fonksiyonunun önemini vurgulamıştır (AZİZ, 1982:2).

Aysel AZİZ (1982:2), William RIWERS ve Wilbur SCHRAMM’ın (1969) görüşlerine katılarak kitle iletişim araçlarının fonksiyonlarını;

"Haber verme, eğitme, eğlendirme,
Dış dünyayı görmemizi sağlama,
Kültürün toplumumuzdan, bizden sonraki toplumlara ve nesilden nesile geçişini sağlama,
Eşya ve hizmetlerin tanıtılmasına, satılmasına yardım etme,
Dışımızda oluşan fırsat ve çağrılara karşılık verme ile sosyal hareketlerde genel rızaya ulaşma arasında bağ kurmamıza yardım etme" olarak sınıflandırmıştır.
Kitle iletişim araçları, bu fonksiyonları gerçekleştirirken doğal olarak alıcı üzerinde de bir etki yaratır. İletişim, her şeyden önce bir bilgi alışverişidir. Bu alışverişten amaçlanan da anlamak, anlatmak, öğrenmek ve eğitim görmek ihtiyaçlarının giderilmesidir. Bu ihtiyaçların giderilmesi amacıyla başlatılan iletişim sürecinin sonunda yaşanan olgu, etkileme ve etkilenme; yani etkileşimdir.

Araştırmacılar, kitle iletişim araçlarının etki alanlarını;

"Fert, grup ya da örgüt düzeyinde etkilenme,
Sosyal kurum düzeyinde etkilenme,
Toplum düzeyinde etkilenme,
Kültür düzeyinde etkilenme" olarak gruplandırmaktadır.
Kitle iletişim araçlarının etkileri fert açısından ele alındığında ise;

"Bilgi ya da görüşü kapsayan etkiler,
Tavır ya da duyguyu kapsayan etkiler,
Davranış üzerine etkiler" olarak üç ana başlık altında inceleniyor.(USLUATA, 1994:84)
Kitle iletişim araçlarının etki türleri;

"Tavır ile düşünce değişiklikleri,
Ferdî ve toplu tepkiler,
Gündem belirleme,
Toplumsallaştırma,
Denetim,
Gerçeği tanımlama,
Egemen ideolojinin sürdürülmesi" olarak sınıflandırılmaktadır. (USLUATA, 1994:84)
Kuramcılar kitle iletişim araçlarının etkilerinin fert ve toplum açısından ne yönde olduğu konusunda ortak bir görüşe sahip değiller; konu ile ilgili tartışmalar, günümüzde de sürmektedir. Kimi araştırmacılar kitle iletişim araçlarının fert ve toplum açısından etkilerinin olumlu olduğunu savunurken kimi olumsuz olduğunu, kimileri ise sınırlı olduğunu savunmaktadırlar.

Araştırmacılar, hangi görüşü savunurlarsa savunsunlar sentez olarak ortaya çıkan ortak bir görüş var: Kitle iletişim araçları, bilgi, görüş ve düşüncelerin paylaşılmasını sağlayan; sosyal örgütlenmeyi güçlendiren; kamuoyu oluşturan; insanın anlama, anlatma, öğrenme ve eğitim görme gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan; insan ilişkilerini değiştirip geliştiren; yeni davranış ve tutum kalıplarını, görüş ve düşünce akımlarını yaygınlaştıran en etkin iletişim araçlarıdır.
AZİZ, Aysel,Toplumsallaşma ve Kitlesel İletişim, Ankara, A.Ü.B.Y.Y.O. Yayınları, 1982, No:2., S: 2
ÖZKÖK, Ertuğrul,İletişim Kuramları Açısından Kitlelerin Çözülüşü, Ankara, Tan Yayınları, 1985, S: 93
USLUATA, Ayseli,İletişim, İstanbul, İletişim Yayınları, 1984, S: 84

Doğal afetlerle ilgili şiir, destan ve efsane var mı?

DEPREM HAFTASIYLA İLGİLİ ŞİİRLER


DEPREM

Deprem olur dört bir yanda
Enkaz altında kalır tüm insanlar
Pek üzücü bir olayda olsa
Razı olmalı tüm canlılar

Yasla eşyaları duvara
Düşmesin başımıza
Enkazda kalınca
Korur sivil savunma
Deprem anında
Çömelecek yerin olsun
Başını yaralama
Acını arttırma
Yararalanınca sarar yaranı
Zor durumda kalınca
Bundan biri enkazdır
Deprem olunca
Nerede olacağı bilinmez
Yolda veya okulda
Rastlar her zamanda
Sen hazırlıklı ol
Zorlukolmasın başımıza
Deprem anında
Calın yada malın gider
Enkaz altında
Deprem çantasını hazır tut
El fenerini unutma
Hele yemek önemlisi
İlk yardım çantasıda var
Enkaz ne demek derlerse
Acı gelir aklıma
Canın koybola bilir
Enkaz altında

İPEK YEYRAN



DEPREM

Gürültü kopar uzaktan,
Sular fışkırır topraktan.
İnsanlar yolu bulamaz,
Oluşan bir karanlıktan...

Bu bir depremin sesidir.
Bir canavar nefesidir...
Karanlık kaplar her yeri.
Bilmem kentin neresidir?

Anne ağlar, yavrum diye,
Çocuk ağlar, annem diye.
İnsanların hepsi şaşkın...
Bakamazsın bu sahneye.

Elimizden bir şey gelmez,
Bu felâket hiç sevilmez.
Bu sarsıntı yer küreden...
Daha önceden bilinmez.

Sağlam temel sağlam evler,
Sözüm size mimar beyler.
Sağlam yapın her binayı!
Yıkılmasın kentler, köyler!

Halkım hiç acı çekmesin,
Artık gözyaşı dökmesin!
Sağlam yapın her binayı,
Deprem bize kükremesin!

Çok üzgünüm acılardan,
Kurtulalım sancılardan...
Çığlıklara dönüp bakın,
Ders alalım buncalardan.

İbrahim ŞİMŞEK




DEPREMLE SELLE BİZİ TAŞAN TOPRAĞA KATMA

Pakistan harap olmuş gönül artık gülmüyor
Gönül mızrabı kırılmış artık oda artık çalmıyor
Bu kadar felaketten sonra Müslümanlar ders almıyor.
Depreme uygun teknolojik binalarda yapmıyor.
Depren senin dünya senin engellenmiyor
Müslümanları gafletten uyandır sen koru yarabbi
Yarabbi Müslümanlar gaflet içinde doğal afetinle yakma
Sahibimiz sensin doğal afetlerle bizi hesaba çekme.
Sen gafurur rahimsin bizi perişan edip yıkma
Depremle selle bizi taşan toprağan katma Allah'ım

Halil ÇOLAK 7.11.2005 Ankara



KONUT DEYİNCE

Konutumuz sağlam olsun,
Depremde hiç yıkılmasın.
Gece-gündüz neşe dolsun,
Kem gözlerle bakılmasın.

Konutumuz geniş olsun.
Eşyalara yer bulunsun.
Merdivenler dar gelirse,
Asansörden çıkış olsun.

Konutumuz temiz olsun,
Pencereler geniş olsun.
Her adaya güneş girsin,
Perdesinde korniş olsun.

Her durağa yakın olsun,
Mobilyamız takım olsun.
Gürültüden çok uzakta.
Konutumuz sakin olsun.

Aylık gelir dolgun olsun,
Kira, biraz uygun olsun.
Çarşılara gitmek zordur,
Manava da yıkın olsun.

Her köşede oyuncaklar,
Bahçesinde salıncaklar,
Mahallemizde çocuklar,
Benimle arkadaş olsun.

Bahçesinde çiçek açsın,
Ağacında kuşlar ötsün,
Komşularla hep birlikte,
Günlerimiz güzel geçsin.

İbrahim ŞİMŞEK



SAKAT

Kâr üstüne kâr
hırsıyla sırf,
kurulmuş kat kat...
Zemin sakat...
Bina sakat...
Bani sakat...

Fay hattının
insafına kalmış hayat...
Durum sakat...

(1 Aralık '99)
Muammer Erturan



VERİN ZAVALLILARA (DEPREM)

Depremde yıkılmış bir köy… Şu yanda bir çatının
Çürük direkleri dehşetle fırlamış,ötede
Çamur yığıntısına benzeyen bir zemin katının
Yıkık temelleri gözüküyor, uzakta bir ev
Yere doğru eğilmiş, hemen yıkılıp gidecek
Önünde bir kadın…Of artık istemem görmek!
Bu levha yüreğimin çarpması içinse yeter;

Tevfik FİKRET

Kültürümüzün Atatürk düşünceleri üzerindeki etkileri nedir?

Yine ATATÜRK; "Okumak, araştırmak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı terbiye etmektir" derken; yine insan enerjisiyle ve fakat doğanın ona sunulan iltifatıyla, Yaradan'ın tükenmez yardımıyla, yükselen, genişleyen insan zekası, hudutsuz kavrayış anlamında "insanım" diyen bir vasf-ı mahsustur"(yani özel niteliklerle bezenmiş insan) "İnsan, Hareket ve faaliyetin, yani dinamizmanın ifadesidir.Bu böyle olunca, Kültür İnsanlık vasfında, insan olabilmek için bir temel unsurdur. Kültür: doğanın yüksek verimi ile mutlu olmaktır. Bu ifadenin içinde çok şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık ve buna paralel unsurlar...Bunların hepsi insanlık vasfıdır. İşte kültür kelimesini mastar şekline(yani eylemi yapan kelime) ********uzda, doğanın insana verdiği yüksek vasıfları kendi çocuklarına, torunlarına, geleceğine ve insanlığa vermesi demektir."
Kültürün insan ve toplum üzerindeki derin etkisini bilen ve ifade eden Büyük Önder Atatürk, "Türkiye Cumhuriyetinin Temeli Kültürdür" sözünü sıkça kullanmıştır. Ancak, o'na göre kültür tam anlamıyla ulusal olmak zorundadır. Çünkü ulusal davamızın gelişmesi ve devamı böyle bir kültür ile temin olunabilir" Zira, gelişi güzel, yabancı bir kültürün, körü körüne taklidi, bu yabancı kültürün yıkıcı tesirlerini gündeme getirebilir. Kültür zeminle orantılıdır. O zemin ulusun seciyesidir. Kültüre bu denli önem veren Atatürk, "Eğer Cumhurbaşkanı olmasaydım, Maarif Vekili olmayı tercih ederdim" demiştir. Atatürk, uygarlık kavramını da şöyle açıklamaktadır: "Bence uygarlığı harstan(kültürden) ayırmak güçtür ve gereksizdir. Nokta-yı nazarımı (görüşümü) izah için kültür nedir tarif edeyim. a) Bir insan cemiyetinin devlet hayatında, b) Fikir hayatında, yani ilimde, sosyolojide ve güzel sanatlarda, c)Ekonomik hayatta, yani ziraatta, zenaatta, ticarette, kara, deniz, hava taşımacılığında yapabileceği şeylerin toplamıdır. Ayrıca yüksek bir kültür sadece onun sahibi olan ulusa has kalmaz, diğer uluslara da tesirini gösterir.
Yine Atatürk'e göre; "Türkiye bir maymun değil ve hiçbir ulusu taklit etmeyecektir" O sadece özleşerek gelişecektir" (Atatürk'ün bu cümlesi; 29 Ekim 1930 da Türk Ocağında Amerikalı gazeteci Miss Ring'in "Türkiye'nin her bakımdan Amerikanlaşmasının düşünüldüğünü sorması üzerine verdiği cevaptır.)
Sonuç olarak Atatürk'ün kültür ve uygarlık konusundaki görüşleri doğrultusunda şunları söylemek mümkündür.
Her ulusun bir öz kültürü vardır. Bizim ulusumuz da asırlar süren bir tarihe, engin ve olumlu birikimlere sahip olduğundan, kültürü zengin ve yüksektir. Devletimizin temeli de ulusaldır. Ve kültürümüz, Dünya uygarlığının önemli bir ünitesidir. Dolayısıyla Türk kültür ve uygarlığını ayrı ayrı düşünmek mümkün değildir. Ancak; her ulusun özel ve kendine has kültür öğeleri vardır. Bu nedenle de uluslar var oldukça bu kendine has farklılıklar var olacaktır. Ancak bazı unsurlar vardır ki, uluslar arasında etkileşimi mümkün kılmaktadır. Bilim ve teknik bunun başında gelir. Çünkü pozitif bilimler ve teknoloji dünyanın her yerinde kullanılabilir. Örneğin; yer çekimi her yerde vardır, elektrik üretimi, tüketimi bir başka ulustan alındığında ulusal kültürü olumsuz etkilemez. TV ve uydu yayınları, internetler her ülkede aynı sistemle gerçekleştirilmektedir. ve ulusallık anlamında nötr'dür. Ancak güzel yanı ise; her kültür bu olumlu faydayı kendi temel prensipleri doğrultusunda alır ve kullanır. Örneğin; Modern inşaat ve mimarlık sistemleri evrensel bilgi kurumları olan her üniversitenin bilgi dağarcığındadır. Ancak, kültürlerin orijinalliği (kendine haslığı) nedeniyle o mimarlık bilgileri değişik ülke ve kültürlerde farklı teşhir salonları, kilise, havra, tapınak, külliye, cami, ev-köşk,saray vb. unsurlarda ayrı kültür eserlerini bina eder, yine her ulusun eğlencelerinde, kutlamalarında benzer müzik enstrümanları kullanılırsa da, yine ezgileri kendine özgüdür, yemek kültürleri farklıdır, şiirleri, nakışları, bezemeleri kendine özgüdür. Vb.
Bütün bunlara rağmen; Doğu-batı-kuzey-güney uygarlıklarından birinin, günlük hayatı kolaylaştıran teknik veya sosyal buluşu sınır tanımadan, hemen hemen anında sirküle edilir hale geldiğinden, pratik hayatta; dünya insanları birbirlerine benzen müşterekler edinmektedirler.
Bu anlamda da günümüzde global bir uygarlık süreci yaşamağa koşullandırıldığımızı söyleyebiliriz.

Regl döneminde saç boyamanın din açısından sakıncası var mıdır?

Saç boyamak zaten günah reglkende boyamak doğal olarak sakıncalı yani..

Saçının rengi açık olan veya saçı ağaran kimsenin bunu boyatmasının Islâm'a göre hükmünü şu şekilde belirlemek mümkündür İslam'ın çıkışından önce yahudi ve hıristiyanlar güzel görünme ve süslenmenin ALLAH'a kullukla bağdaşmayacağını düşünerek, saçı boyayıp rengini değiştirmekten kaçınırlardı Hz Peygamber, ashabına bağımsız bir kişilik kazandırmak için saçı ve sakalı kına veya başka bir boya maddesi ile boyayabileceklerini bildirdi Ebû Hüreyre (ra)'tan nakledilen bir hadiste şöyle buyurulur: "Yahudi ve Hıristiyanlar (saçlarını) boyamaz Siz onların aksini yapınız: yani saçlarınızı boyayınız" (Buhârî, Enbiyâ, 50; Libas, 67; Müslim, Libas, 80; Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesâî, Zîne, 14) Ancak hadisteki emir bağlayıcı olmayıp mendupluk bildirir Nitekim uygulamada Hz Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ka'b ve Enes (ranhüm) gibi bazı sahabeler saçlarını boyamamıştır

Diğer yandan kullanılacak boyada siyah renk tercih edilmemelidir Çünkü saç boyası genellikle yaşlı erkeklerin beyazlaşan saçları için söz konusu olur Siyah renk yaşlı kimseyi, olduğundan çok genç gösterir Bu durum kınalama veya boyayı amacından saptırabilir Nitekim Mekke'nin fethi günü Hz Ebû Bekr'in yaşlı babası Ebû Kuhâfe'nin saçlarının ağaç çiçekleri gibi beyazlaştığını gören Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmuştur: "Bu beyaz saçı değiştiriniz ve siyahtan sakınınız" (bk Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesâî, Zîne, 15; Ahmed b Hanbel, I,165, 356, II, 261, 499, III,160, 322) Ancak saçı beyazlaşan kimse genç olursa, onun siyaha boyamasında bir sakınca görülmemiştir Nitekim Sa'd b Ebî Vakkas, Ukbe b Âmir, Hasan, Hüseyin ve Cerîr gibi sahabelerin bu rengi tercih ettikleri nakledilmiştir (Yusuf el-Kardâvî, el-Halâl vel-Harâm fil-Islâm, Terc Mustafa Varlı, Ankara 1970, s 102, 103)

Boya malzemesi olarak ALLAH elçisi kınayı tavsiye etmiştir: "Saçın beyazlığını değiştirmek için kullandığınız şeylerin en iyisi kına ve keten bitkisidir" (Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Tirmizî, Libâs, 20; Nesâî, Zîne, 16; Ibn Mâce, Libâs, 32; Ahmed b Hanbel, V, 147, 150, 154) Hz Enes b Mâlik, Hz Ebû Bekr'in saçlarını kına ve ketenle, Hz Ömer'in ise yalnız saf kına ile boyadığını nakletmiştir (el-Kardâvî, age, s 103)

Sonuç olarak erkek veya kadının beyazlaşan saçlarını sarı veya kızıl renge boyamaları müstehap görülmüş; siyaha boyamaları ise, sağlam görüşe göre, caiz görülmemiştir Ancak genç kimsenin siyah boya kullanmasında da bir sakınca yoktur Diğer yandan boya malzemesi olarak kına ve vesîme denilen, boya sanayinde kullanılan bir bitkinin tercih edilmesi tavsiye edilmiştir (Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Terc Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1982-1988, XV, 378, XVII, 314)

El, ayak veya başa sürülen kınanın katıolan malzemesi temizlendikten sonra deri veya saçlarda bıraktığı renk, suyun deriye nüfûzuna engel değildir Bu yüzden abdest veya gusle mani olmaz
(Ibn Âbidin, age, I, 224)
alıntı

Windows Live Communications Platform hatası nedir, nasıl çözümlenir?

Eğer Windows'un varsayılan temalarından farklı bir tema kullanıyorsanız standart temaya dönüp Windows Live Messenger'ı o şekilde başlatmayı deneyin:



Bunun dışında şu adımları uygulamanızı önerebilirim:

1-) Windows Live Messenger'ı bilgisayarınızdan kaldırın.
----- Başlat > Çalıştır > appwiz.cpl yazıp Tamam'a tıklayın.
----- Açılan listede Windows Live Messenger'ı bulup Kaldır tuşuna tıklayın.

2-) Geçici dosya ve klasörleri silin.
----- Başlat > Çalıştır > cleanmgr yazıp Tamam'a tıklayın.
----- C: sürücüsünü seçip Tamam'a tıklayın. İşlem birkaç dakika sürebilir, bekleyin.
----- Disk Temizleme ekranında 'Karşıdan Yüklenen Program Dosyaları, Geçici Internet Dosyaları, Geçici Dosyalar, Geçici Çevrimdışı Dosyalar ve Çevrimdışı Dosyalar' seçeneklerini işaretleyin ve iki kez Tamam tuşuna tıklayın.

3-) Windows Live Messenger'a ait olan önbellek dosyalarını silin.
----- Başlat > Çalıştır > cmd yazıp Tamam'a tıklayın.
----- Sırasıyla aşağıdaki komutları uygulayın:
Kod:
del "%USERPROFILE%\Application Data\Microsoft\IdentityCRL"
del "%ALLUSERSPROFILE%\Application Data\Microsoft\IdentityCRL"
del "%USERPROFILE%\Local Settings\Application Data\Microsoft\Windows Live Contacts"<>
del "%USERPROFILE%\Contacts"
Yetkili Eklemesi

Alıntı:
Windows Live İletişim Platformu Hatası



NEDENİ

· Bilgisayarınızda F-Secure Internet Security yazılımının eski bir sürümü olabilir
· NVIDIA Network Access Manager, Messenger uygulamasını filtreliyor olabilir
· Bilgisayarınızda kötücül yazılım vardır
· wlcomm.exe ile çakışan DLL dosyaları
SORUN GİDERME ADIMLARI

1. Bilgisayarınızda F-Secure Internet Security 2008 varsa, son sürümüne yükseltin (F-Secure Internet Security 2009). F-Secure yazılımınızın güncellenmesiyle ilgili ek bilgiler için, lütfen kendilerinin destek ekibiyle bağlantı kurun: F-Secure Support - Contact Details for Home & Home Office Customers


2. Eğer bilgisayarınızda varsa NVIDIA Network Access Manager'ı geçici olarak devre dışı bırakıp Windows Live Messenger 2009'u filtreleyip filtrelemediğini kontrol edin.

a. Windows XP'de, Başlat'ı tıklayın; Çalıştır'ı tıklayın, Çalıştır penceresinde taskmgr yazın.
Windows Vista veya Windows 7'de, Başlat'ı tıklayın Başlat Arama kutusuna, taskmgr yazın ve ardından ENTER'a basın.
b. Windows Görev Yöneticisi penceresinde, İşlemler sekmesini tıklayın.
c. Yansıma Adı altında, Nsvcappflt.exe uygulamasını bulun ve İşlemi Sonlandır'ı tıklayın.
d. Onaylamak üzere Evet'i tıklayın.
e. Windows Live Messenger’da oturum açın.

3. Windows Live İletişim Platformu Hatasını tetikleyebilecek 3'üncü taraf veya kötücül programlarla ilişkili DLL dosyaları vardır. Lütfen aşağıdaki listeye bakınız:

· BHOCITEU.DLL
· BHOCITUS.DLL
· BHOECART.DLL
· BHOSSAFE.DLL
· EVENTDLL.DLL
· HOOKTOOL.DLL
· TMEEJDLL.DLL
· TMEEJMD.DLL
· UWEYIWE0.DLL
· UWEYIWE1.DLL

Yukarıdaki DLL dosyalarından herhangi birinin bilgisayarınızda olup olmadığını kontrol etmek için aşağıdaki adımları izleyin:

a. Kullandığınız İşletim sistemine bağlı olarak, Çalıştır penceresine veya metin arama kutusuna gidin

· Windows XP'de, Başlat'ı tıklayın, Çalıştır'ı tıklayın
· Windows Vista ve Windows 7'de, Başlat'ı tıklayın ve Metin arama kutusu'na gidin

b. Kutuya %windir%\System32 yazıp Tamam'ı tıklayın
c. (Yukarıda belirtilen) DLL dosyalarını arayın ve bunları yeniden adlandırın/silin

Windows XP'de (Bu adım yalnızca Windows XP kullanıcıları için geçerlidir)

a. Başlat'ı tıklayın ve Ara tuşunu tıklayın
c. Tüm Dosya ve Klasörleri tıklayın
d. İleri düzey seçenekleri tıklayın.
e. "Sistem klasörlerinde ara" ve "Gizli dosya ve klasörlerde ara" seçeneklerini işaretleyin
(Örneğin, arama kutusuna BHOCITEU.DLL yazıp "Ara")yı tıklayın
g. Aradığınız ismi taşıyan bitin dosyaları silin.
h. Aynı işlemi BHOCITEU.DLL ve yukarıda sıralanan diğer DLL dosyaları için tekrarlayın.

Otobur, etobur ve hem etçil hem otçul hayvanlar hangileridir?

1-)Karnivorlar (Etçiller) ---------- Aslan , kartal , köpekbalığı , çıyan
2-)Herbivorlar (otçullar) ---------- İnek , Geyik , fil , tırtıl
3-)Omnivorlar (Hem etçil, hem otçullar) ---------- İnsan , fare , ayı ,maymun

Doğu Anadolu Bölgesi'nde yetişen tarım ürünleri nelerdir?

Pamuk : Iğdır ve Malatya ovalarında yetiştirilir.



Tütün : Muş, Bitlis ve Malatya’da ekimi yapılır.



Tahıllar : Buğday Malatya, Elazığ, Erzurum-Pasinler ve Horasan ovalarında yetiştirilir. Buğdaya göre daha az sıcaklık isteyen arpa ise Kuzeydoğu Anadolu platolarında yetiştirilir.



Şekerpancarı : Sulanabilen tarım alanlarında yetiştirilir.



Sebze : Lahana ve patates Erzurum-Pasinler ve Horasan ovalarında yetiştirilir.



Meyve : Kayısı yoğun olarak Malatya’da sulanabilen alanlarda, özellikle Fırat ve Tohma kıyılarında yetiştirilir. Ayrıca Malatya, Elazığ ve Erzincan’da dut üretimi yapılır. Akarsu boylarında elma bahçeleri bulunur.

Sinir sıkışması nedir, nasıl tedavi edilir?

Ulnar Sinir Sıkışması

Dirseğinizi bir yere çarptığınızda tüm kolunuza yayılan bir elektriksel akım yada ağrı hissettiğinizde ulnar sinirinizi hissetmiş olursunuz. Ancak zaman zaman ulnar sinirin oluşturduğu bu tablo kalıcı olabildiği gibi ,elin parmaklarını ve el bileğini rahatsız eden bir tablo oluşturabilir. Ulnar sinir tüm kol boyunca uzanır ve dirseği ,el bileğini geçerek sonlanır. Elin küçük parmağı ve yüzük parmağının his duyusundan ,elin parmaklarının hareketinin bir bölümünden sorumludur. Dirseğin iç yanından mevcut olan eliniz ile de hissedebileceğiniz bir tünelden geçer. Dirseğin almış olduğu bir travmadan ulnar sinir etkilenecek olursa (dirsek kırıkları sonrası gibi) sinirde gelişen ödeme bağlı olarak sinir bu tünel içerisinde sıkışır. Bu tabloya kubital tünel sendromu yada ulnar sinir sıkışma sendromu adı verilir.

Bu durumun uzaması sonrasında sinirin üzerinde yer alan koruyucu myelin tabakası el bileği ve dirseğin hareketleri sonrasında sürtünmeye bağlı olarak aşınabilir. Bu sinir de kalıcı bir hasar oluşma ihtimali demektir. Burada elin kaslarında zayıflama kavanoz açma gibi hareketlerde zorlanma gibi şikayetler ortaya çıkar. Problem dirseği ilgilendiren bir patolojiden kaynaklansa da esas şikayetler sinirin etkili olduğu alan olan elde ve parmaklarda ortaya çıkar. Hem motor hem his duyusu ile ilgili sorunlar yaşanır.
* Dirseğin iç kısmında oluşan gerginlik hissi
* Özellikle geceleri oluşan elin küçük ve yüzük parmağında uyuşma hissi
* Araba kullanma veya telefonla konuşma gibi dirseğin uzun süre katlı pozisyonda kalması sonrasında uyuşmanın oluşması
* Müzikal bir instrumanı kullanırken yada elin parmaklarını ilgilendiren bir iş yapmada güçlük
* Kavrama yada ayıklama işleminde güçsüzlük hissi
* Tüm kolun iç yüzünde ağrı hissetme gibi şikayetler oluşabilir.
Bunlardan herhangi biri mevcut ise doktorunuza başvurun,erken tanı kolay tedavi seçeneklerini getirecektir.
Hastalığın tanısı koymada mevcut birçok yöntem mevcuttur. Hastadan alınan bilgi bunların en önemlisidir. Dirsek ile ilgili geçirilmiş bir sorununuz varsa doktorunuz sizden çeşitli röntgenler istiyebilir. Ayrıca elin, elbileğinin kaslarının ve sinirlerinin elektriksel yanıtını görmek üzere EMG istenebilir.
* Dirseğinin üzerine düşenler
* Dirsek hareketi ile ilgili işlerde çalışanlar (sekreterler, şöförler gibi)
* Diabetikler
* Artrit problemi olanlar veya troid problemi olanlar
* Alkolikler risk altında olan kişilerdir.
Cerrahi olmayan tedavi seçenekleri
* Dirseği olabildiğince düz tutarak sinirin sıkışmasını engellemek,
* Gögüs üzerinde kolların çaprazlaşmasını engellemek,
* Sık telefon görüşmeleri yapıyorsanız dirseği kullanmayacağınız bir sistem oluşturmak (megafonla konuşmak gibi)
* Çalışma masanızı ayarlayarak dirseğin kırılmış pozisyonda kalmasını engellemek,
* Geceleri kullanacağınız,kolun pozisyonunu ayarlayan ateller,
* Spor esnasında dirseği koruyan dirsekliklerin kullanımı
* Kortikosteroid enjeksiyonu (ödemi azaltmak üzere)
Cerrahi tedavi
Eğer konservatif tedavi ile kas güçsüzlüğü ortadan kaldırılamıyorsa yada ağrı şikayetleri sürüyorsa ileri tetkikler yapılarak cerrahi tedavi planlanmalıdır. Cerrahi de birçok yöntem mevcuttur, ancak en sık olarak anterior submuscular transpozisyon adı verilen sinirin geçtiği kemik tünelin arkasından önüne alınması olarak tarif edilebilecek işlem uygulanır. Cerrahi tedaviden sonra rehabilitasyon planlanarak elin gücünün tekrar kazanılması sağlanır.

Alt Ekstremİtede Tuzak Nöropatileri

SİYATİK SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ


Siyatik sinir L4-S3 spinal sinirlerinden orijin almaktadır. Siyatik sinir piriformis kasının altında büyük siyatik delikten çıkarak pelvisden ayrılır. İnferior gluteal sinir ve posterior femoral kutanöz sinir de piriformis kasının altında siyatik çentik boyunca siyatik sinir ile birlikte devam ederler. Piriformis kasının üstünden geçen tek sinir superior gluteal sinirdir. Siyatik sinir pelvisden siyatik çentik boyunca ayrılırken piriformis kası tarafından sıkıştırılabilir. İnferior gluteal ve posterior femoral kutanöz sinirde bu durumda genellikle etkilenir.

Siyatik sinir lateral (peroneal lifler) ve medial (tibial lifler) trunkuslardan oluşmuştur. Medial trunkus tibial siniri, lateral trunkus ise peroneal siniri meydana getirir. Kalça ekleminin arkasından geçerek uyluğa girer. Hamstring kaslarının hemen hemen tamamı ve aynı zamanda kısmen adduktor magnus kası medial trunkus tarafından innerve edilirken, yalnız biseps femoris kasının kısa başı lateral trunkustan dal alır. Siyatik sinirin duysal dalı yoktur.

Proksimal siyatik nöropatilerde lateral turunkusu yapan peroneal lifler her zaman daha fazla tutulma eğilimindedir. Lateral turunkus muhtemelen iki nedenle daha kolay yaralanır: a) lateral turunkus siyatik çentikte açılanma yapar ve esnekliği olmaksızın sımsıkı durur. b) medial turunkusa göre daha az konnektif doku içerir, daha büyüktür ve daha az fasikül içerir, bundan dolayı gerilmelere karşı esnekliği daha azdır.

Sinir pelvisten çıktıktan sonra priformis kası altından geçerken sıkışabilir, bu durum piriformis sendromu olarak adlandırılır. Piriformis sendromunda kalça ağrısı siyatik trasesi boyunca ayağa kadar yayılır. Hasta oturtulup dirence karşı abduksiyon ve dış rotasyon yaptırılması ağrı oluşturur. Düz bacak kaldırma testi pozitiftir.

Siyatik sinir kalça eklemi çevresinde yer aldığı için proksimaldeki siyatik nöropatilerin en sık nedeni travmadır. Kalça eklemine yapılan cerrahi girişimler ve protez operasyonları da siyatik sinir yaralanmalarına neden olabilir. Bir çalışmada total kalça artroplastilerinden sonra hastaların yaklaşık % 1’inde siyatik nöropati geliştiği bildirilmiştir. İntramuskular gluteal enjeksiyonlara bağlı olarak en sık ortaya çıkan komplikasyon siyatik nöropatidir.

Siyatik nöropati genellikle enjeksiyonlardan hemen sonra ortaya çıkar ve çoğunlukla ağrısızdır. Bu bölgede siyatik sinirin kompresyonuna bağlı siyatik sinir nöropatisi seyrektir, siyatik nöropati vakalarının yaklaşık % 25’inde rastlandığı bildirilmiştir. İlaçlara veya alkole bağlı olarak gelişen koma durumlarında sinir kompresyona uğruyabilir. Gluteal veya uylukta kompartman sendromu siyatik sinir nöropatisine yol açabilir. Kalça operasyonu, kırık, iğne biyopsisi, sert yüzeyde oturma, enjeksiyon sonrası nedbe dokusu ve hematom, pelvis içinde endometriozis ve yatakta uzun süreli immobilizasyon vb. nedenlerle siyatik sinir sıkışabilir. Popliteal fossada baker kisti siyatik sinirin daha altta sıkışmasına neden olabilir.

Siyatik nöropatili hastalarda en sık rastlanan şikayet güçsüzlüktür. Sinirin ağır lezyonunda hamstring kasları ile birlikte ve diz altındaki bütün kaslarda paralizi gelişir. Hissizlik veya parestezi şikayetlerine de sık olarak rastlanır ve hastaların çoğunda siyatik sinirin innervasyon alanı içinde dizestezik ağrı şikayeti vardır. Diz altında duyu kaybı vardır ve aşil refleksi sıklıkla alınamaz veya belirgin olarak hipoaktiftir. Gluteal kaslarda güçsüzlük olduğunda ya siyatik sinir ile birlikte gluteal sinirlerin etkilendiği ya da daha yukarı seviyede, pleksus veya sinir köklerinde bir patoloji olduğu düşünülmelidir. Özellikle crush yaralanmalarına ve kalça artroplastisine bağlı siyatik sinir tutulmalarına femoral ve obturator sinir hasarı da eşlik edebilir.

Siyatik sinirin travmatik lezyonlarının tanı ve değerlendirmesinde sinir iletim çalışmaları yararlı olabilir. Sinir iletim çalışması siyatik sinirin bir veya iki trunkusunuda etkileyen proksimalde yer alan bir lezyonu, sinir peroneal ve tibial sinir olarak ayrıldıktan sonra distalde meydana gelen bir lezyondan ayırmaya da yardımcı olabilir. Ekstensör dijitorum brevis, tibialis anterior veya abduktor hallusis kaslarından kayıt yapıldığında birleşik kas aksiyon potansiyeli amplitüdleri azalmış veya kaybolmuştur.

Sinir iletim hızları aksonal dejenerasyona bağlı olarak normal veya hafif yavaşlamıştır. Kompressif nöropatili bazı hastalarda segmental demiyelinizasyona bağlı olarak iletim hızlarının yavaşladığı tespit edilir. Sural veya peroneal superfisyal duyusal sinir aksiyon potansiyelleri çoğunlukla azalmış veya kaybolmuştur, ancak normal olarak kayıt edilmiş olması tanıyı ekarte etmez. Duyusal sinir aksiyon potansiyellerinin alınmış olması hastalarda lezyonun göreceli olarak hafif olduğunu akla getirebilir.

Siyatik sinirden innerve olan kaslarda iğne EMG’sinde genellikle akut veya kronik denervasyon bulgularına rastlanır. Yaralanmanın ciddiyetine ve zamanına bağlı olarak uzun süreli, büyük amplitüdlü, polifazik motor ünit potansiyelleri bulunabilir ve reinnervasyon izlenebilir.
PERONEAL SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ
Peroneal sinir L4, L5, S1 ve S2 köklerinin posterior divizyonundan oluşur ve popliteal fossa üzerinde siyatik sinirden ayrılır. Fossanın dış tarafı boyunca aşağıya inerken, sural sinir ile birleşen bir kutanöz dal ve bacağın ön dış yüzünde yer alan lateral kutanöz sinir ayrılır. Fibula boynunun çevresinde döner, superfisyal peroneal (muskulokutanöz) ve derin peroneal (anterior tibial) sinir olarak iki dala ayrılır. Superfisyal peroneal sinir bacağın dış kenarından aşağıya doğru iner, peroneus longus ve brevis kaslarını innerve eder, bacağın alt ön yüzünün ve ayak sırtının büyük kısmının duyusunu sağlar.

Derin peroneal sinir bacağın ön yüzünden aşağıya iner, ekstansör retinakulumun altından geçmeden önce tibialis anterior, ekstansör hallusis ve digitorum longus ve peroneus tertius kaslarının innervasyonunu, retinakulumu geçtikten sonra lateral terminal dalı ekstansör digitorum brevis kasının ve medial terminal dalı ise ayak sırtında birinci ve ikinci parmaklarının birleşme yerindeki küçük bir bölgenin duyusal innervasyonunu sağlar.

Peroneal sinir özellikle fibula başı ve boynu hizasında kompresyona ve direkt travmaya uğruyabilir. Total diz artroplastisi veya dize yapılan artroskopik bir girişim sonucu sinir hasarlanabilir. Alçılar, bacak ortezleri, yüksek botlar, sıkı çorap bağları, çoraplar ve bacak bacak üstüne atarak uzun süre oturma sonucu sinir bası altında kalabilir. Ayrıca anestezi sırasında hastanın uygunsuz pozisyonda yatırılması da sinirin basısına neden olabilir. Bu şekilde basıya bağlı felçlere özellikle zehirlenme, stupor veya koma nedeni ile yatan hastalarda daha sık olarak rastlanır.

Ayak bileğinin inversiyon yaralanmaları peroneal nöropatinin daha nadir görülen sebeplerindendir. Akut lateral kompartman sendromları atletik aktivite sonucu gelişebilir. Sinir biseps tendonu, gastroknemius lateral başı ile fibula başı arasında çömelme sırasında vücut ağırlığının kaslarda yarattığı kompresyon gücü ile sıkışabilir. Kilo kaybından sonra gelişen peroneal nöropati de tarif edilmiştir. Burada beslenme yetersizliği, ****bolik faktörler veya siniri çevreleyen koruyucu subkutanöz dokunun azalmasının olaya neden olduğu düşünülmektedir ve prognoz genellikle iyidir. Tümör veya kistlere bağlı olarak gelişen peroneal nöropatiler nadir de olsa rastlanmıştır. Peroneal nöropati diabetik hastalarda daha sıktır.

Peroneal sinir lezyonunda ayak sırtının ve bacağın ön yan yüzünün duyu kaybına eşlik eden, ayağın dorsifleksiyon, eversiyon ve ayak baş parmağı dorsifleksiyon kas gücünde zayıflık bulgularına rastlanır. Ağır lezyonlarda düşük ayak gelişir. Ayağın inversiyonunu sağlayan kas peroneal sinirden innerve olmadığı için ayağın inversiyonu normaldir. Bu durum peroneal sinir felci ile siyatik sinir veya lumbosakral kök lezyonları arasında klinik olarak ayırıcı tanı yapmaya yardımcı olur. Fibula boynu veya başı hizasında lokal olarak hassasiyet vardır.

Motor nöron hastalığı bazen düşük ayak ile birliktedir, ancak fasikulasyon varlığı, üst motor nöron defisitler ve duyunun korunmuş olması motor nöron hastalığını peroneal nöropatiden ayırır.

Peroneal sinirde parsiyel bir lezyon geliştiğinde klinik defisitler daha değişiktir. Bir çalışmada derin peroneal sinirden innerve olan kasların superfisyal peroneal sinirden innerve olan kaslardan daha fazla etkilenme eğiliminde oldukları bildirilmiştir, bazen bu durum yanlışlıkla derin peroneal nöropati olarak ifade edilir.

Bazen ekstansör digitorum brevis (EDB) kasının dış kısmının yarısı superfisyal peroneal sinirin dalı olan aksesuar derin peroneal sinir tarafından da innerve edilebilir. EDB aksesuar derin peroneal sinirin de volanter kontrolu altında olduğu için, bu hastalarda derin peroneal sinirin komplet lezyonu gözden kaçabilir.

Derin peroneal sinir anterior tibial kompartman içinde sıkışabilir. “ Anterior kompartman sendromu” olarak adlandırılan bu durumda kas ödemi derin peroneal sinirin tuzaklanmasına neden olur. Ödemin nedeni aşırı egzersiz, travma veya anterior tibial arterin oklüzyonu olabilir. Nörolojik hasarı azaltmak için acilen dekompresyon ameliyatının yapılması gerekir. Derin peroneal sinir ayak sırtında da sıkışabilir. Ağrıya, parestezik yakınmalara veya EDB kasında güçsüzlüğe neden olur, anterior tarsal tunel sendromu olarak isimlendirilir. Sinirin medial dalı ekstansör hallusis brevis tendonunun altında sıkışabilir ve baş parmak ile ikinci parmağın birleşim yerinde sadece duysal şikayetlere yol açar.

Superfisyal peroneal sinir aşırı aktivite veya travmaya bağlı olarak lateral (peroneal) kompartmanda tutulabilir. Hastalarda ayak sırtında ağrılı parestezik yakınmalar vardır. Klinik olarak lateral malleolün yaklaşık 10 cm üzerinde lokal hassasiyete ve duyu kaybına rastlanır.

L5 radikülopatisi, lumbosakral pleksusus lezyonu, siyatik sinirin kısmi lezyonları ve motor nöron hastalığı ayırıcı tanıya girer.

Diz bölgesinde sinirin sıkışmasının önlenmesi için hastanın uyarılması önemlidir. Hastaların büyük çoğunluğunda klinik tablo kendiliğinden düzelir. Düzelmeyen vakalarda cerrahi girişim endikasyonu vardır. Fibuler tünel içinde sinir serbestleştirilir. Dekompresyondan sonra motor fonksiyon % 87 olguda düzelmektedir. Anterior kompartman sendromunda acil girişim gereklidir. Fasyotomi ile hem kasın hem de sinirin iyileşmesi sağlanır.
TİBİAL SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ
Siyatik sinirin medial trunkusunun devamı olan tibial sinir popliteal fossa üzerinde siyatik sinirden ayrılır ve gastroknemius kasının iki başı arasından derinleşerek aşağıya iner. Gastroknemius, plantaris, soleus, popliteus, tibialis posterior, fleksör digitorum longus ve fleksör hallusis longus kaslarının innervasyonunu sağlar. Ayak bileğinde fleksör retinakulum altında tarsal tünel içinden geçer. Tarsal tünel içinde kalkaneal dal ile medial ve lateral plantar olmak üzere üç dala ayrılır.

Tibial sinirin popliteada sıkışması nadirdir, ancak Baker kisti, popliteal anevrizma veya tümör sinirin sıkışmasına neden olabilir. Bu nöropati ayağın plantar fleksör, invertör ve intrensek kaslarında güçsüzlük ile karakterizedir. Duyu kaybı ayak tabanındadır ve bazen sural sinir alanı içinde de olabilir. Aşil refleksi genellikle alınamaz. Tibial nöropatinin sakral radikülopati, pleksopati ve parsiyel siyatik nöropati ile ayırıcı tanısının yapılması gerekir. Kas güçsüzlüğünün dağılımı ve duyusal değişiklikler ayırıcı tanıya yardımcı olur. Tedavi altta yatan sebebe yöneliktir.

Tibial sinir veya dallarının fleksör retinakulum altında fibroossöz tünel içinde sıkışmasına tarsal tünel sendromu (TTS) denir. Ayak bileği ve/veya ayakta ağrı, ayak tabanında parestezik şikayetler ile karakterize bir durumdur. Motor bozukluk belirgin değildir ve nadiren parmak fleksörlerinde hafif kuvvetsizlik olabilir. Ayakta medial malleol arkasında tarsal tünel üzerine uygulanan basınç(tinel sign) ağrı ve paresteziye neden olabilir. Semptomlar aktivite ile artar, istirahatle azalır ve sıklıkla geceleri şikayetler daha şiddetlenir, bazen bacağa doğru yayılabilir.

İğne EMG’sinde ayağın intrensek kaslarında denervasyon bulgularına rastlanır. Olguların %90’ından fazlasında TTS’ u tanısını doğrulamak için seçilecek test sinir iletim çalışmasıdır . Sinir iletim çalışmasında ileti hızında yavaşlama ve distal latansta gecikme saptanır. Tibial sinirin proksimaldeki lezyonlarında rastlanan bulgulara zıt olarak, baldır kaslarının kas gücü normaldir ve aşil refleksi korunmuştur. Lokal steroid enjeksiyonlarına cevap alınamadığı, semptomların şiddetinin arttığı veya lokal yapısal anormallik olduğunda tedavisi için cerrahi dekompresyon gerekebilir.

FEMORAL SİNİR NÖROPATİSİ
Femoral sinir L2, L3 ve L4 köklerinden lif alarak retroperitoneal olarak pelvisi geçer ve inguinal ligamanın altından geçerek alt ekstremiteye girer. İliakus, sartorius, pektineus ve kuadriseps femoris kaslarını innerve eder. Femoral sinirden ayrılan duysal dallar uyluğun ön iç kısmının, safen sinir ise bacağın iç kısmının duyusunu sağlar.

Femoral sinir iliopsoas, pelvik veya retroperitoneal hematom, tümör veya travmaya bağlı olarak kompresyona uğrayabilir. Femoral nöropatiye diabetiklerde sık olarak rastlanır, ancak dikkatli bir muayene motor defisitlerin bu sinire ait bulgular ile sınırlı olmadığını ortaya koyar. Nöropati dizde boşalmaya neden olan kuadriseps kas gücünde azalma ve uyluk önünde, baldır iç yüzünde duysal yakınmalar ile karakterizedir. Bazen inguinal bölge veya iliak fossada lokalize bir ağrı olabilir.

Muayenede patella refleksi alınamıyabilir. Parsiyel lezyonlu olgularda örneğin sadece vastus lateralis kasını içeren sınırlı bir tutulma olabilir, genellikle duyu korunmuştur. Femoral nöropatiden şüphelenilen bir hastada muayenede kuadriseps, iliopsoas ve kalça adduktorları test edilmesi gereken en önemli kaslardır. İliopsoas kasındaki güçsüzlük üst lomber pleksus veya L2, L3 köklerinde etkilenmeyi işaret eder. Kalça adduktorlerindeki güçsüzlük de aynı şekilde lomber pleksopati veya L2, L3, L4 radikülopatiyi düşündürür.

Femoral ve safen sinir iletim çalışmaları femoral nöropatiden lomber radikülopatinin ayrılmasını sağlar. Kuadriseps kasında güçsüzlük ve atrofiye neden olan myopati, radikülopati veya myelopati ile ayırıcı tanı yapmak gerekir. Dikkatli bir klinik muayene ve elektrofizyolojik inceleme tanının doğrulanmasına yardımcı olacaktır.

LATERAL FEMORAL KUTANÖZ SİNİR NÖROPATİSİ
Lateral femoral kutanöz sinir L2 ve L3 spinal sinirlerinden orijin alır. Psoas kasının dış kenarından çıkarak iliak kası çaprazlar ve inguinal ligamanın lateralinde bir tünelden geçer. Saf duyusal bir sinirdir. Uyluğun ön yan bölümlerinin duyusunu sağlar. Tuzaklanma nedeni inguinal ligaman altından geçerken sinirin kıvrımlaşması ve basıya uğramasıdır. Dar giysiler, korseler, ortezler veya dayanarak çalışma basıya neden olabilir. Şişmanlık veya hamilelik nedeni ile lomber lordozu artmış kişilerde bu sinirin tuzak nöropatisine sık olarak rastlanır, kilo verilmesini takiben veya doğumdan sonra semptomlar düzelebilir.

Sinirin tuzak nöropatisi klinik olarak meraljia parestetika tablosunu ortaya çıkarır. Uyluk yan yüzünde uyuşma, parestezi ve ağrı şikayeti olur. Dokunma ile ağrı oluşabilir. Ayakta durmak ve uzun süre yürümek semptomları arttırabilir. Ayırıcı tanıda femoral nöropati ve L3 radikülopatisi düşünülmelidir. Kas güçsüzlüğünün olması, duyusal bulguların yaygınlığı ve refleks değişiklikleri femoral nöropatiyi düşündürür.

Lateral kutanöz femoral sinirin sinir iletim çalışmaları oldukça güçtür ve her zaman güvenilir sonuç vermiyebilir. Normal elektrofizyolojik bulgular diğer nöropatilerin ve radikülopatinin ayırıcı tanısında yardımcı olur. Bazı olgularda spontan iyileşme olur. Ağrının kontrolünde analjezikler kullanılır. Kilo verilmesi ve abdominal kasların kuvvetlendirilmesi yararlıdır. Kortikosteroid ve lokal anesteziklerin inguinal ligamanın lateral kısmından enjeksiyonu rahatlama sağlar. Semptomların tekrarlaması halinde fizik tedavi modaliteleri uygulanabilir. Yakınmaların devamı halinde nadiren dekompresyon operasyonu gerekli olabilir.