DİNİ-TASAVVUFİ TÜRK ŞİİRİNİN OLUŞMASINI SAĞLAYAN ZİHNİYET

DİNÎ - TASAVVUFÎ TÜRK ŞÎİRİ
XI. yüzyıldan itibaren Türkler kitleler hâlinde İslâmiyet'e girmeye başladı. Kısa sürede Türk kavim ve boylarının büyük bir kısmı bu dini benimsedi. Yine bu yüzyıldan itibaren Anadolu'ya yerleşen Türklerin İslâmiyet'i tanımasında, Horasan'dan gelen ve tasavvuf düşüncesini benimseyen, dervişlerin, alperenlerin önemli rolü oldu. Anadolu'da çok canlı olan bu dinî hayat, İslamî (dinî) bir edebiyatı da beraberinde getirdi. İslâm dinini ve tasavvuf düşüncesini halka anlatmak için çok sade ve temiz bir Türkçe ile şiirler, ilâhîler söyleyen Yunus Emre'yi başkaları takip etti. Böylece daha çok halk kitlelerine hitap eden bir Dinî-Tasavvufî Türk şiir geleneği doğdu.

Dinî-tasavvufî halk şiirimizin nazım biçimleri; Orta Asya'dan Anadolu'ya geçince daha çok zenginlik kazanmış, her dinî duygunun, her coşkulu düşüncenin ayrı bir ifade biçimi ortaya çıkmıştır.
Bu edebiyat türü ile tasavvufî düşünceleri çeşitli yönlerden ele alan birçok tarikatın kurulmasına yol açılmış, bu düşüncelerle Anadolu'da serbest görüşlü ilâhi bir aşk felsefesi tarzı meydana gelmiştir. Böylece Arap ve İran edebiyatlarında görülmeyen millî ve orijinal bir sanat çeşidi yaratılmıştır.
Kişisel bir edebiyat olan Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı da dediğiniz Tekke Edebiyatında âşıklarının ana amacı tarikat düşüncesini yaymak, din büyüklerine ve Allah'a övgülerde bulunmaktır.
Bu nedenle halk şairlerinin çoğu tekke ve çeşitli tarikat yuvalarında yetişmişler, inanç ve düşüncelerini yansıtan, Allah'ın birliğini öven, insanlara birlik, beraberlik, kardeşlik ve sevgi aşılayan şiirler söylemişlerdir.
XIII. yüzyılda Moğol istilasını da gören Anadolu halkı türlü baskılar, yoksulluklar altında ezildikçe direnme gücü de olmadığı için tasavvufun sağladığı dünya görüşünü çabuk benimsemiştir. Halk, huzuru Horasan Erenleri de denilen Yesevî tarikatına mensup bilge ve âşık kişilerde bulmuştur.
Anadolu'da Ahmet Yesevî ve Hâkim Süleyman Ata'nın izinden gidip Tekke Edebiyatı'nın temellerini Hacı Bektaş-i Velî, Ahmed-i Fakih, Şeyyâd Hamza, Yunus Emre, Sultan Veled, Âşık Paşa, Gülşehrî, Kaygusuz Abdal, Said Emre gibi sofi halk şairleri atmışlardır.

Dinî-Tasavvufî halk şiirinin diğer önemli isimleri arasında ise; Ümmî Sinan, Aziz Mahmud Hüdâî, Niyâzî-i Mısrî, Fakir Edna, Kul Budala, Geda Muslu, Dedemoğlu, Kul Hasan, Derviş Mehmed, Kul Nesimi, Pir Sultan Abdal, Kul Şükrü, Derun Abdal, Kuddusî, Turabî, Aynî Baba, Âşıkî ve Esirî yisayabiliriz.
Edebiyat tarihçilerine göre Anadolu Türkçesinde Tekke Edebiyatı XIII. yüzyılda Yunus Emre ile başlar. Ahmet Yesevî’de öğüt ağırlıklı kuru bir söyleyiş görülürken Yunus Emre'de Anadolu insanını saran coşkulu bir söyleyiş hâkimdir.

Bu dönemde Yunus Emre güzel Türkçesi ile tasavvufî duyguları dile getirmiş, o büyük korkudan içe dönmek, Allah’a yönelmekle kurtulmanın mümkün olduğunu işaret etmiş, tek büyük varlığın yalnız Allah olduğu düşüncesini işlemiştir. Halk, bu düşünceye kapılıp Tasavvuf etkisiyle Allah’ta kendini görüp, kendinde Allah’ı bulunca gözünde bütün dünya olayları değersiz, önemsiz ve küçük kalmıştır.
Bilindiği gibi Türkler, İslâmiyet’i kabul etmeden önce göçebe yaşayışları gereği değişik itikat sistemlerini benimsemişler ve yüzyıllar boyu Bozkır kültürü de denilen bir kültür hayatı yaşamışlardır.
Dinî-tasavvufî halk şiiri işlediği konular ile halk dilini, duygu, düşünce ve inançlarını esas alarak halkın bütünü ile iç içe bulunmakta ve toplumun her kesimine hitap etmeleri nedeniyle de birleştirici bir rol üstlenmektedir.
Dinî-tasavvufî halk şiirinin kaynağı İslâm dini ve tasavvuftur. Tekke şiirinin temsilcisi sayılan âşıklar kendilerini din dışı konularda şiir söyleyen âşıklardan ayrı görmüşler ve kendilerine Kul, Abdal gibi daha çok dinî kavramları hatırlatan, alçak gönüllülük ifade eden mahlaslar almışlardır.
Dinî-tasavvufî halk şiiri divan edebiyatı ve halk edebiyatını bir birine yaklaştıran konumu ve her iki disiplinin şairleri tarafından ortak olarak işlendiği için bir köprü konumunda görülür.
Bu nedenle duygu ve düşünce açısından Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-ı Velî. Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Velî. Süleyman Çelebi, Kaygusuz Abdal, Niyâzî-i Mısri gibi şairlerin şiirlerinde büyük ölçüde duygu ve konu birliği vardır.

Tekke şiiri de dediğimiz dinî-tasavvufî halk şiirinin edebiyat tarihimizdeki yeri dil ve edebiyatımız açısından çok önemlidir.
Tekke şiiri saz şiirine oranla daha fazla felsefî, divan şiirine oranla daha fazla millîdir. Her ikisine oranla da daha doğaldır.
Dinî-tasavvufî halk şairi ölçü, uyak, anlatım biçimi, dil ve söyleyiş özellikleri bakımından İslâmiyet öncesi Türk edebiyatının da etkisi altında kalıp, duygu ve düşüncelerini İslâmiyet’in ışığı altında tasavvufun düşünce zenginliği ile birleştirmiştir.
Dinî-tasavvufî halk şiirinin en önemli simalarından olan Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Ahmed-i Şarban, Ümmî Sinan, Niyâzî-i Mısri, Kuddusi gibi pek çok tekke şairi aynı zamanda aruz ölçüsüne de bir divan şairi kadar hâkimdirler.
Fakat hitap ettikleri kitle halk kitlesi olduğu için onların anlayacağı ve daha yakından bildikleri hece ölçüsünü tercih etmişlerdir.
Yine, dinî-tasavvufî şiirlerde halk ve divan şiirinin üslûp, ahenk ve ifade biçimleri ortak olarak alınıp yer yer uygulanmıştır. Bu ortaklık dinî-tasavvufî şiirlerin ayrı bir özellik kazanmalarına engel teşkil etmemiş, ilâhi bir eda taşımalarını engellememiştir.
Halk tarafından olağanüstü derecede benimsenip sevilen dinî-tasavvufî şiirlere "Allah kelâmı" gözü ile bakılmıştır.
Bu düşünce ile doğup gelişen dinî-tasavvufî görüşlere bağlı nazım biçimleri ilâhi, nefes, deme, hikmet, nutuk, bezm-i cem, devriye, şathiye vb'dir.
Tasavvufta iki önemli unsur bulunmaktadır. Bunların biri dinî, diğeri ise düşünceye dayalı olup felsefîdir.
Tekke edebiyatı nazım biçimlerinden hikmet ve ilâhi dinî unsurların ön planda olduğu biçimlerdir. Diğerleri ise daha serbest olup Bektaşilik, Melamilik gibi tarikatların ürünüdür.
Biçimi ve adı ne olursa olsun dinî-tasavvufî halk şiiri özellikle ilk zamanlarda tıpkı saz şiiri gibi beste ile birlikte doğmuş, sonradan yazılanların çoğu da bestelenmiştir.
Bu şiir tarzı besteden asla uzaklaşmayarak hem sözüyle, hem sesiyle kutsal bir hava içinde varlığını korumuştur.

Paylaş

0 Yorum var "DİNİ-TASAVVUFİ TÜRK ŞİİRİNİN OLUŞMASINI SAĞLAYAN ZİHNİYET"

Yorum Gönder